Yazar deyince zihninizde nasıl biri canlanıyor? Kimlerin hikayelerini okuyoruz en çok? İnsanoğlu dendiğinde nasıl bütün insanlığın kastedildiğini anlamamız bekleniyorsa, yazar dendiğinde de sözü edilenin erkek olduğu varsayılıyor. Ola ki bir kadından bahsedersek hemen başına cinsiyetini yapıştırıveriyoruz ki karışıklık olmasın. Sayfa sayfa “kadın yazarlar” listeleri yapılıyor, ama “erkek yazar” listeleri yapmak akıllara gelmiyor. Neden gelsin, onlar sadece yazar değil mi işte? Kadınlar ise bu “sadece yazar” olma lüksüne çoğu kez sahip değil. Saçımızdan giysimize, eğitimimizden işimize, eşimizden çocuğumuza hayatımız didik didik ediliyor, cinsiyetli olduğumuz hiç unutturulmuyor. Yayınevleriyle yapılan konuşmalardan, retlerden, metne yapılan yorumlardan bile bir savaşa girdiğini anlıyor insankızı. Dirayetliyse, düştüğünde elinden tutmaya hazır bir çevresi varsa, biraz da şans ve ayrıcalıkla çıkarıyor kitabını. Tabii artık cinsini de temsil etmek zorunda.
Henüz çocukken etrafımızı kuşatan eril hegemonyayı bir kadın olarak yazma sürecinde de hissediyoruz. Kendimizi ve yazdıklarımızı bundan korumak için hem iç sesimizle hem de dışarıdaki dünya ile mücadele ediyoruz. Kadınlığı ya değersiz ya da kutsal olma ikiliğine hapsedenlere inat, yazma sürecimiz, kendi kişiliğimizi bulduğumuz, benliğimize ve varlığımıza sahip çıkabildiğimiz bir keşfe dönüşüyor. Toplumsal normların dışına taşan mürekkebimizi; yazarlığımızı ve kadınlığımızı kendi kurguladığımız gibi yaşayabilmek adına akıtıyoruz.
Kötü bir şey yok bunda.
Onların kurduğu, asla bize ait olmayan “yuva”ları yıktık. Bizi kapatıp kapatıp gittikleri, harcını etimizle, sıvasını kanımızla yaptıkları yuvaları. O “yuva”lar biz kadınların, LGBTİ+’ların, ötekilerin sözcükleriyle kurulmamıştı zaten. Neyi yazıp neyi yazamayacağımızı koca kalın parmaklarıyla belletmeye çalıştıkları edebiyatın sınırlarını aştık. Öncelikle bedene, sonra aklımıza ettikleri tacizleri ifşa ederken kırılgan erkekliklerine, birleşen ellerimizle darbe indirdik. O eller mutfakta, ev temizliğinde, tecavüze direnmek için tutunduğu zeminlerde ve illaki her şeye rağmen tutmaya çalıştığı kalemlerde güçlendi. Eleştiri adı altında kadınlık deneyimlerimize, sözcüklerimize ve yazma biçimimize yaptıkları “açıklamalara” kulak asmayıp fısıltı halinde başlayan sesimizi güçlendirdik.
Ne var ki bunda?
Yayınevleri, dergiler, edebiyat ödülleri ve edebiyatın her alanında oluşturulmuş ataerkil zihniyetin koyduğu normların içinde sıkışmak ve durmadan besledikleri sınırlı bakış açısıyla ördükleri o pis, yapışkan, ağır ağlara takılıp kalmak istemedik. Yıldırıcı tüm zorluklara rağmen, bu ağları aşıp ilerledik. Hem iç dünyamızda hem de erkek egemen düşünce yapısı karşısında kendimize bir yer açabildik. Girdiğimiz mücadeleyi görmezden gelip başarımızın arkasındaki emeği yok sayan kötü fısıltıları duymayı reddettik sadece. Hepsi bu!
Burçin Tetik, Eylem Ata Güleç, Gamze Arslan, Mevsim Yenice, Şengül Can