1: Kalede de, kalemde de bir başına. Ama ayırmıyor gözünü yine de saha kenarındaki çocuklardan.
2: İki çocuk rahatlıkla oturduğu kapının eşiğine kendi başına zor sığıyor bugün. Büyüdüğünden değil elbet, yalnızlığından. O kalabalık yalnızlığından…
3: Mehmet Münif Paşa’dan yadigar üç zürafasıyla beraber aydınlığın yılmaz emekçisi. “Bekçisi” de denebilir tabii!
4: Dört bir yanında oyuncaklar ve babasının havada hâlâ asılı duran o sözü: “Gene döndük başa!”
5: Hilalin önündeki beş köşeli yıldızın ta kendisi. Hem aydın hem insan…
6: 6 Aralık 1942’ye gitmiş de kalmış oralarda sanki. Dayamış kulağını Amerika’nın Sesi kanalına, Charlie Chaplin’i dinliyor hâlâ. Evet, üstelik hâlâ…
7: Ustası Cemal Süreya’nın çok isteyip de tamamlayamadığı o “yedi kırlangıcın hayatı”nı ilk devirdiği gün neler düşündüydü acaba? Buzdağlarını mı?
8: Sekizinci kırlangıcını yaşıyor şimdi.
9: Kovulduğu köylerin sayısı çoktan aştı dokuzu. Ama o, hâlâ, bir köyü olsun tam anlamıyla aydınlatabileyim derdinde. Tıpkı Mustafa Güzelgöz gibi… Namı diğer Eşekli Kütüphaneci…
10: On yaşına kadar Trabzon’da. On yaşından sonra İstanbul… Böyle başlar ilk aşkının hikâyesi de, o bir türlü kavuşamadığı Kız Kulesi’yle…
11: İlk on birinin on birini de kalecilerden yazsa şaşırtmaz kimseyi! Öyle de sadık bir teknik direktör, pardon, kaleci işte!
12: Doğum gününü en son kutladığı akşam, Evren’in askerleri geziyordu evrende. Takvimler, 12 Eylül 1980’i gösteriyordu. Ölümler de…
13: Meddahlığın modern bir örneğini sergilediği o muazzam tek kişilik gösterilerindeki +13 yaş sınırı, on üç yaş altındakiler kendi dertlerine yansınlar diye değil, Oyuncak Müzesi’ne varsınlar diyedir, ha! Benden söylemesi…
14: Her 14 Şubat’ta gizli gizli önce Zeynep Kamil Hastanesi’nin bahçesine, oradan da İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gidiyormuş gibi gelir bana hep. Kahramanlarının adlarının arasına bağlaç bile girememiş olan bir aşk hikâyesini okuduktan sonra dünyanın yazılı ilk aşk şiirini sevmeye…
15: Tarihe kralların değil, o kralların sebep olduğu savaşlarda yitip giden on beşlilerin gözünden bakmayı sanki bin yıldır ödev bilmiştir kendisine. Biz onu okurken aslında bu ödevin satırlarını okuruz, öyle ya!
16: Geyikli Park adlı kitabında yer verdiği “Mahya ve Çocuk” başlıklı yazısına tarihten bulup çıkardığı bir resim ekler, 62 Tavşanı: Sunay Akın. Bu resimde üç çocuk, yere daire şeklinde dizdikleri on altı adet mumu yakarlarken görülür. Bu da böyle bir ayrıntıdır işte, yakalayanlar için!
17: Mesela o resimde on altı değil de on yedi adet mum olsaydı, bu ayrıntıyı yukarıya değil de aha buraya yazmak zorunda kalacaktım. (Şaka şaka, sadece 16 ile 17’ye ne yazacağımı bulamadım!)
18: On sekiz yaşındaydım kendisini ilk tanıdığımda. Ağabeyim, ustam, arkadaşım, yoldaşım, hocam biliş o biliş… Darısı tüm okurlarının başına!
19: Bütün 19 Mayıslarda aklına bir tarih daha düşürür: 1 Temmuz 1927! Çünkü her gidişin bir dönüşü vardır ve o bunu çok iyi bilir!
20: Babamı yitirdiğim o pis Mayıs’ın 20’sinde acıma ses verip “Sıralı olsun, canım kardeşim,” demişti, “sıralı olsun…” Hâlâ kulaklarımdadır o kucaklayan sesi.
21: Nâzım’ın “Saat 21-22 Şiirleri”ne gerçek anlamda dalış yapabilmiş olan tek araştırmacı, tek şair, tek denizcidir (okz. Önce Kadınlar ve Çocuklar).
22: Hâlâ konduramaz Rüştü’ye, henüz yirmi ikisinde göçüp gitmeyi. Ve hâlâ eğiktir başı, henüz yirmi dördünde vefat eden Muzaffer’in ardından. İkisini de hem kardeşleri hem de ağabeyleri bilir.
23: Yirmi üçündedir, Belgin Hanım’la dünya evine girdiğinde. O gün bugün müdür yoksa başka bir gün bugün müdür bilmem, bir yanıyla hep nikah memuru olmak ister. Belki de ta Ubeydullah Efendi’den…
24: Her 24 Ocak’ta Uğur Mumcu için bir kalemini daha kırar, karanlığın. Gözlüğünü ondan ödünç almıştır çünkü, bir bakıma. Bakışlarını da…
25: “Kâğıt bir gemidir devrim” dedikten sonra açar kollarını ve sorar o sonsuz maviliklere: “Kim bilir kaç yunus görmüş / Kaç deniz gezmiş”… Henüz yirmi beşindeyken kıyılan o koca yürekli canın kalplerde bıraktığı ize tutunarak…
26: 26 Ekim 1923 tarihinde Romanya ile oynadığı ilk ulusal maçında 2-2 berabere kalan milli futbol takımımızı en çok da bu “eşitlikçi” tavrı için tutmuyor mudur? Bence en çok da bu sebepten tutuyordur.
27: Yirmi yedi yaş… İlk babalık duygusu… Kucağında yüce bir “Ali” ve şair bir “Ozan”… Şairler hep yücedir çünkü, onun için!
28: Kız Kulesi’ni Şiir Cumhuriyeti ilan ettiğinde yirmi sekizindedir henüz. Aynı cumhuriyetin devrik lideri olarak şiirimizin o “makus tarihi”ne geçtiğinde de… Ne tuhaf!
29: 29 Mayıslara şovenist yaklaşamayacak kadar aydın! Fatih’in kılıcından önce aklını seven tek İstanbullu! Çünkü gerçek İstanbullu!
30: İkinci şiir kitabım Bırak Kalsın Küllerimiz için kaleme aldığı yazıyı bir 30 Ağustos günü göndermişti mailime. Sonra hemen ben de bir sokak lambasının dibinde şunları yazmıştım kendisine: “Bana bir günde iki Zafer Bayramı yaşattığınız için çok teşekkür ederim hocam!”
31: Noel Baba hakkında yazdıklarını her yılın 31 Aralık gecesi bütün evlerin bacalarından bırakmak istediğini herhâlde bir ben sezmiyorumdur!
32: Fransız şair Andre Chenier’in kısacık, otuz iki yıllık ömrünü, dünyanın en uzun iki dizesiyle nasıl da uzatmıştır birdenbire: “Andre Chenier’in başı Paris’te / göbeği İstanbul’da kesildi”…
33: Madımak’ta yakılan 33 aydınımız için hâlâ yaş döker gözleri. Öyle ki, kimileri aynı acıya 32 dişiyle birden gülebilirken hâlâ!
34: Özellikle gösterilerinin sonunda alnında biriken ter, 1 Mayıs 1977’de, o Kanlı 1 Mayıs’ta öldürülen 34 canın teridir. O denli de helal…
35: Projesinin aslına göre 35 metre yüksekliğinde olması gerekir iken bugün 17 metre yüksekliğinde olan Anıtkabir’in kâğıt üstünde tıraşlanan 18 metresine içlenen tek şair! “Budur gibi geliyor bana Sunay Akın’ın şiiri.”
36: 1936 Berlin Olimpiyatlarında tarihimizin ilk altın madalyasını kazanan milli güreşçimiz Yaşar Erkan’ın Sultanahmet’teki evinin bahçesine diktiği olimpiyat hatırası meşe ağacı günümüze ulaşmayınca, bir başka altın madalyalı sporcumuz Mete Gazoz’la beraber Gülhane Parkı’na bir meşe ağacı dikmişti. Yalnızca bu bile yeter ki onu tarihçi kılmaya!
37: Orhan Veli’nin 2037 yılının gökyüzüne bir şiir yazdığını kim bilebilir, Sunay Akın okuru olmadıkça? (okz. Ayçöreği ve Denizyıldızı)
38: 1938 Kasım’ında bir anda gökyüzünden yağmaya başlayan o rengarenk düğmelerin matemli sesini hâlâ duyabilen kaç kişi vardır ki? Onlardan biri işte!
39: Garip’in Yaprak‘ından otuz dokuz yıl sonra Yeni Yaprak… Az mı aramıştık eksik sayılarını, Samet (Karahasanoğlu) abi, Melih (Yıldız) abi ve ben…
40: Okurlarına, hiç değilse, “Kırk paralık adam!” lafını kurarken en az kırk kere düşünmeleri lazım geldiğini öğretmiştir. Bu bile yetmez mi “aydın” sayılmaya?
41: Hâlâ oyunlar, hâlâ kitaplar, hâlâ televizyon programları, hâlâ söyleşiler, hâlâ müzeler, hâlâ kıtalararası yolculuklar, hâlâ dergiler, hâlâ insan, hâlâ tarih, hâlâ aydınlık, hâlâ mücadele… Kırk bir kere maşallah emeklerine!
42: Kırkikindi yağmurlarının içindeki o “kırk” ve “iki” sözcüklerinden 42 plaka numaralı Konya’ya uzanan bir hikâye okusam “Bu kesin Sunay Akın’ındır” derdim. Kim demezdi ki? “Budur gibi geliyor bana Sunay Akın’ın hikâyesi.”
43: Desteksiz, holdingsiz, kırk üç yaşında ilk müze… Sonra getirdi devamını ama kırk üçüncü yaşı miladıdır bu yüzden. Bilmem kendisi için de böyle midir ki?
44: Yapımına 9 Ekim 1944’te başlanan Anıtkabir’in “romen rakamlarıyla kaç” olduğunu en iyi bilenlerden biri! Bir diğeri ise kesinlikle Cemal Süreya…
45: Sahi, “Her kapı eşiğinde / çocuk mezarı diye takıldığınız / 45 numaralı ayakkabılarıyla / içinde etleri çürüyen / bir çocuk cesedi taşıdığını / nasıl da bildiniz” onun?
46: Çoğunluğun “kırk altılık” diyerek dalga geçtiği mazlumları, Mazhar Osman’ın elleriyle okşar hâlâ! Yanında ise Rodin’in “Düşünen Adam” heykeli…
47: Cumhuriyet Kitap‘ın 447. sayısının kapağında, iki elini dizinde kavuşturmuş, uzaklara bakarken görülür. Hiç unutmam, Hayat Restaurant’ın duvarında görmüştüm bu pozunu ilk. “İşte,” demiştim, “işte benim hocam…”
48: Bir gün kırk sekiz saat olsa anca yeter bence ona. Bu hâlde bile başarması yok mu, bir saate bin kitabın ışığını sığdırmayı! Çok şaşıyorum, çok fazla…
49: Müzeleri için “kırk”ı aşkın ülkedeki antikacılardan ve açık arttırmalardan satın aldığı oyuncakları ülkemize getirene kadar nasıl “dokuz” doğurduğunu bir çevresi bilir. Bir de, tabii, oyuncakları…
50: Kısacık bir şiirle en uzun Orhan Veli biyografisini yazmamış mıdır hele: “Şiirden kovduğu uyağın / dönüp dolaşıp / sonunda mezar taşına / konması ne / garip: // Orhan Veli / 1914 – 1950”
51: Yazılı ilk aşk şiiri demiştik (okz. madde 14). Sümerolog Noah Kramer, 1951 yılında İstanbul’a gelip de 2461 no’lu tableti eline almasaydı, o şiiri yine de bir şekilde bulmaz mıydı 62 Tavşanı: Sunay Akın? Bence bulur hatta ilk kırk gün kırk gece yanında yatardı!
52: 252 metre uzunluğundaki Titanic’ten Besim Ömer Paşa’nın boyunu çıkarmayı kim akıl edebilirdi ki ondan başka? Morgan Robertson mu? Hiç sanmam!
53: 4 Nisan 1953’te Çanakkale’nin Nara Burnu açıklarında İsveç bandralı Naboland gemisine çarparak batan Dumlupınar denizaltısının hikâyesini kendisinden öğrendikten sonra aynı hikâyeyi bir baba-oğul çatışmasına benzeterek “Naboland” adlı bir şiir yazmıştım yıllar yıllar evvel. Şiirimin bir yerinde “sıksam şu tabancamı tam göğsüne babamın” demiştim de, okur okumaz ne de güzel düzeltmişti beni: “Orada ‘şu’ deme, ‘su’ de. Daha bir masum durur hem: ‘sıksam su tabancamı tam göğsüne babamın'”… Haklıydı!
54: “Pır, eki, uç, dürt, baş… Baş, dürt, uç, eki, pır…” diye saymaya başladı mı ihtimal bir gösterisinin sonunda, az sonra çekeceği “görçek”e hazırlanıyordur. İhtimal değil hatta, kesinlikle!
55: “5. ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da buluşalım (555K)” parolasını ve aynı parolanın hikâyesini kendisinden öğrendiğim günü hiç unutmam! Cemal Süreya’nın aynı adlı o muhteşem şiiri bir kez daha girmişti bende yürürlüğe…
56: Dünyayı henüz elli altısına ilerlerken terk eden küçük İskender için, o güzel yürekli dostu için, “Şiir Cumhuriyeti’nin Robinson Crusoe’suydu o!” demez mi her fırsatta? Yüreğimi titretir.
57: Atatürk onun için elli yedi yaşında ölmemiş, elli yedi yaşında üçüncü kez doğmaya başlamıştır. İkincisini mi? İkincisini Cumhuriyet’i ilan ederkenki yaşına denk düşürür.
58: Baş yerinde “58” yazılı bir plaka görmeyegörsün, hemen gider de “sıvası dökülmüş” Sivas’a, Asım Bezirci’yle, Nesimi Çimen’le, Metin Altıok’la ve diğer güzel yüreklerle beraber yeniden yanar. “YAN IN” kovalarına baka baka hem de, baka baka…
59: Elli dokuz yaşında hayata veda eden ustası Cemal Süreya için düşürdüğü şu dizeler, en az bin yıl daha yankılanmaz mı çiçek dolu şapkalarda: “Buzdağına çarptın mı bilmiyorum / ama Titanik gibi / oldu batışın / bir sen vardın çünkü / şiirin dört bacalı şairi”…
60: O çok sevdiği, o çok saydığı hocası, ressamı, ağabeyi Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” adlı sergisi nedeniyle hazırlanan aynı adlı kitapta az mıdır emeği? Mavi ve aydınlık her neredeyse o da oradadır çünkü!
61: Bunca yazdıktan sonra yine de diyebiliriz ki herhangi iki rakamın yan yana gelişi şu 61’in verdiği kadar heyecan vermez ona! Has Trabzonlu çünkü, dik oynar! Sesinde bir kemençenin yüzlerce yıllık tınıları…
62: “12 Eylül 1962” mi demeli tam burada, yoksa direkt şöyle mi: “Ve işte karşınızda 62 Tavşanı: Sunay Akın!”