Çağdaş şiirimizin gür ve yaratıcı isimlerinden Çiğdem Sezer, şiirlerinin zarif güzelliği ve edebî yaratıcılığındaki derinlikle göze çarpan bir şairimizdir. Çiğdem Sezer, şiirlerinde aşk, keder, kimlik, zaman ve nostalji gibi konuları işlerken Türkiye’nin coğrafyasıyla ve kültürel mirasıyla derin bir bağ kurar. Klasik Türk şiiri geleneklerinin etkilerini hissettiğimiz Sezer’in şiiri, modernizm ve postmodernizm estetiğinin yanı sıra klasik Türk şiirinin lirik ve metaforik yönlerinden de ilham alır ve çağdaş şiir türlerini kapsayacak şekilde geniştir; Sezer’in sesi, felsefi içgörüleri kişisel deneyimlerle ustaca harmanlayarak okuyucuları büyüler ve bizleri yaşamın ve evrenin doğası üzerine derinlemesine düşünmeye çağırır. Sezer, doğanın güzelliğini ve zamanla ilişkili hüzünlü duyguları canlı imgeler ve kelimeler aracılığıyla tasvir eder. Bu anlamda Sezer’in şiirsel üslubu, melodik ve liriktir; şair metaforlar ve sembolleri ustaca kullanarak duyguların ve duyusal karşılaşmaların çağrıştırıcı anlamlarını ustaca inşa eder. Sezer’in poetikasını, okuyucuları varoluşun gizemleri ve zamanın doğası üzerine düşünmeye sevk eden derin felsefi temaları ve derin özdüşünümleriyle tanımlamak yanlış olmayacaktır. Sezer’in şiirleri, lirik zarafeti, derin duyguları ve felsefi bakış açılarıyla modern Türk şiirine önemli bir katkıdır.
Bu yazıda kısaca ele alacağım üzere, Çiğdem Sezer’in şiiri her şeyden önce kimlik ve aidiyet konularına odaklanan bir şiirdir. Sezer’in şiir özneleri bireysel kimliklerini yansıtırken sıklıkla kendini keşfetme sürecindedir, şiirleri bireysel ve kolektif deneyimler arasındaki karmaşık ilişkilerin yanı sıra kadın kimliğinin ve kültürel beklentilerin zorluklarını araştırır. Doğu ve Batı kültürel etkilerinin kesişme noktasında yer alan Türkiye, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet rolleri açısından karmaşık bir tarihsel geçmişe sahiptir. Erken Cumhuriyet dönemindeki toplumsal cinsiyet politikaları, seküler reformlar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ataerkil mirasının bir araya gelmesiyle şekillenmiş, dinamik ve zaman zaman çelişkili bir atmosfer ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet tarihimiz boyunca devam eden aile içi şiddet, cinsiyetler arası eşitsizlikler ve kadın hakları mücadelesi günümüz Türkiye’sinde de önemli sorunlar olmaya devam etmektedir. Çiğdem Sezer’in sanatı, karmaşık ve çalkantılı bir arka plandan doğar ve kadınların gelişimindeki ilerlemeyi ve karşılaştıkları zorlukları yansıtır. Şiirleri, Türkiye’de kadınları etkileyen önemli sosyoekonomik sorunlara güçlü bir eleştiri getirirken, aynı zamanda kişisel bir sanatsal ifade biçimi olarak da bu sorunları dile getirir.
Çiğdem Sezer’in 2009 yılında yayımlanan altıncı şiir kitabı Denizden Geçme Hâli başlıklı kitabındaki şiirler genellikle toplumsal, kültürel ve kişisel unsurlar arasındaki karmaşık etkileşimi içeren kimlik kavramını araştırır. Sezer’in kimlik, aşk, annelik ve direniş konularını ele aldığı bu kitabındaki şiirler kadın deneyimiyle sıkı sıkıya ilgilidir, erkek egemen bir dünyada kadınlığın özüne dair incelikli ve anlayışlı bir bakış açısı sunmaktadır. Sezer’in şiirlerinde toplumsal cinsiyet kimliği, özellikle kadınlık ve güçlenme bağlamında irdelenir. Şiirleri genellikle kadınların gerçeklerini şefkat ve anlayışla tasvir eder, geleneksel cinsiyet standartlarına meydan okur ve kadınsı özün direncini vurgular. Örneğin, kitabın ilk şiiri olan “Kelebekleri Öldürürüz Sokağı” başlıklı şiir neredeyse bütünüyle kadın eyleyiciliği, özerklik ve kendini güçlendirme arayışı temalarıyla ilgilidir, ötekileştirilen ve susturulan kadınların anlatısını sunar:
burası sevda sokağı kendine uğramak için
içindeki aynayı kırmak için paramparça
kendinle çıkmak için sabaha (s. 11)
yüksek topukların ritmiyle bir-iki-bir
in çık in çık dünya bir merdivendir (s. 12)
etimizden bir parça koparıp gider hayat ve dayanırız
dayanırız yaşamak ağır basar içimizdeki akrep
kendini sokmadan evvel bütün kelimeler ateşe koşar (s. 14)
kara ev’de kız kardeşim oturuyor
başında kelimelerden bir taç
inanıyor soğuk mevsimin başlangıcına
yanan alnını taşlara dayıyor
onu çok öldürüyorlar onu çok öldürüyorlar (s. 17)
yalnızca mor adamlara sordum; bu sokak nereye çıkar
ve neden bütün evlerde tehlike işareti var? (s. 18)
Sezer, oldukça kapsayıcı, önyargıları ve inançları sorgulayan bu şirinde metaforlar ve sembolik imgeler kullanarak patriyarkanın geleneksel kadınlık ideolojisine meydan okur. Sevda sokağındaki kendisiyle yüzleşen kadının karşı karşıya olduğu aynayı kırarak kadın öznelliğine doğru bir müdahalede bulunduğunu, fakat bu sürecin sancılı ama sonunda eyleyici bir dönüşümü beraberinde getireceği vurgulanır. Hayatın inişli çıkışlı ritminde savrulan şiir öznesi, yine de umudunu korur; hayatın yaşamaya ve savaşmaya değer olduğuna inanarak içsel çatışmasını yansıtır. Fakat patriyarkal dünyanın sınırları tehlikelidir, kadınlar için kapalı ve tehditkâr alanlar yaratır; bu alanlar kara ve ölümün kol gezdiği mekânlar barındırır. Şiir öznesi, “mor” rengiyle temsil edilen tekinsiz adamlarla karşı karşıya gelme cesaretini kaybetmez, sarsılmaz bir kararlılık göstererek kadın gücüne dair deneyimi vurgular. Fakat “Sümbülteber” başlıklı şiirdeki özne bu kararlılığı gösteremez. “Geldim bir bahaneden çıktım bir ihtimale” (s. 30) dizesinde bir mutluluk ihtimali olarak görülen ev, patriyarkanın sembolik mekânına yani kadınların hapishanesine ve şiddet gördükleri alana dönüşür, ölüm bu kara evden çıkışın tek yoludur:
çektim kapıları, duvarları yokladım
kan izi kin izi diş izi
bir ip boğazımda uzadıkça uzadı (s.31)
Bu dizelerdeki fiziksel şiddet tasvirleri oldukça canlıdır. İlk dizede kapalı bir alanın keşfedilmesiyle kaçış arayışı teması ima edilir. Anlatıcının kapıları çekip duvarları yoklaması, bir çıkış yolu arayışı içinde olduğunu gösterir. Bu, fiziksel veya zihinsel bir hapishaneden kurtulma çabası olarak yorumlanabilir. Şiddet bağlamında, bu kapalı alan ve kaçış arayışı, hapsolmuşluk ve çaresizlik hissini yansıtır; kişinin maruz kaldığı baskı veya zorbalıktan kaçma girişimi olarak da anlaşılabilir. Dizelerdeki izler doğrudan şiddetin izlerini tasvir eder. “Kan izi” fiziksel şiddeti, “kin izi” duygusal veya psikolojik şiddeti, “diş izi” ise fiziksel ve saldırgan bir şiddeti ima eder. Burada görülen izler, geçmişte yaşanan çatışmaların ve şiddetin kalıntılarıdır. Bu izler, travmatik deneyimlerin silinmez etkilerini ve geçmişin şu anki durumu nasıl şekillendirdiğini gösterir. Son dizede şair, boğulma hissini ve kısıtlanmışlığı ifade eder. Boğazda uzayan ip, kişinin özgürlüğünü kısıtlayan, hareketlerini engelleyen ve yaşamını tehdit eden bir durumu simgeler. İp metaforu, şiddetin boğucu ve kaçınılmaz etkisini vurgular. Bu, fiziksel şiddet (boğma) veya psikolojik şiddet (baskı ve kontrol) anlamında yorumlanabilir. Fiziksel yaralanmanın doğasını tasvir ederek okuyucunun odağını bu tür bir zulmün doğrudan ve elle tutulur sonuçlarına çeker. Bu bağlamda, kan ve bedensel tasvirler yalnızca bireylerin yaşadığı fiziksel acıyı değil, aynı zamanda tüm toplumsal dokuda açılan derin yaraları da temsil eder. Fiziksel imgelerin tekrar tekrar kullanılması, şiddetin kalıcı ve her zaman var olan doğasını vurgular:
bende açtığın yara
sende kanasın istedim
istedim bıçağın ucu
sana da değsin. senin de tenin
kalmalarda çürüsün (s. 85)
Sezer’in şiiri, fiziksel olanın ötesine geçerek duygusal ve psişik şiddeti derinlemesine inceler. Bu tür şiddet genellikle sinsidir, zihni etkiler ve korku, endişe ve güçsüzlük duygularına yol açar. “Tren Kazası” başlıklı şiirde şair şöyle der:
beynimin iki yarım küresinde
iki kadın durmaksızın koşuyor
ellerinde körelmiş bıçaklar ve hırıltılı
bir soluk göğüslerinde
beynim dışarı doğru bir çıkıntıyla
doğuruyor beni (s. 33)
Beyinde iki öznenin çarpışması ve sonrasında birinin diğerini doğurması gibi görsel imgelerin kullanımı, bastırılan ve içselleştirilen travmanın ortaya çıkmasını ve kadınların varoluş mücadelesini temsil eder. Bu kadınlar, toplumun baskısı ve beklentileri altında sürekli bir mücadele içindedir. İki yarım kürenin kadın olması, kadının hem bireysel hem de kolektif bilincini simgeler. “Körelmiş bıçaklar” ifadesi, patriyarkal toplumun kadınların potansiyelini sınırlamasına ve onları pasifleştirmesine dair bir eleştiridir. Psikolojik travmanın açtığı görünmeyen derin yaralar nihayetinde şiir öznesinin kendi benliğinin farkına varmasıyla açığa çıkarılır, bir alt benlik olarak zihninde taşıdığı ikinci kadın öldürülür. Böylelikle, kadınlık deneyimi ve direnci belirgin bir şekilde açığa çıkar. Şiirin sonunda, beynin doğum yapması metaforu hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir dönüşümü ve yeniden doğuşu simgelemektedir. Sezer, kadınların hikâyelerini anlatırken onların metanetlerini de şefkatle dile getirir. Sezer’in metaforları ve sembolik imgeleri kadın kimliğinin tamamını kuşatır ve özcü tanımlamaları reddederek bunun yerine kadınlığın karmaşıklığını ortaya koyar. “Darağacı” başlıklı şiirin dizelerinde görüldüğü gibi, kadınların hayatlarının karmaşıklığını ve kırılganlıklarını ustalıkla tasvir eder:
iyileşmez bir aşkla doğmuştur kadın
sol memesinin kararan yerinde
tanrının kelimelerine ömür biçerken
bilir kalıcıdır yarası
karanlığa kulaç atmanın
[…]
kadın karanfil kokusuna uyanıyor
eli önce yarasına…(s. 51)
Bu anlamda eril bakış açılarının egemenliğine meydan okur şair, ataerkil mitlerin altını oyar. Toplumsal cinsiyet ilişkilerine içkin güç dinamiklerini ve nesneleştirmeyi ve kadın düşmanlığını kınayan bir dil kullanır. Kadınların seslerinin marjinalleştirilmesi ve deneyimlerinin dışlanmasını şair şöyle anlatır:
tekmelenmiş bir it gibi koşuyorum
o gün bugündür mor adamlar seçiyorum
itfaiye erleri ambulans şoförleri bekçiler
kalbimin sağ odacığında oturuyorlar
uzun susuyoruz aşka dokunuyoruz
kabuğu kaldırıp yaraya bakıyoruz
[…]
ve bütün kadınlar kendine tecavüz eder
kaçık bir çorapmışım gibi bakıyorlar
yuttuğum kelimeler diziliyor boğazıma
mide bulantımı gebeliğe yoruyorlar (s. 16-17)
Kadın öznenin kendisiyle olan mücadelesinin anlatıldığı bu dizelerde anlatıcı, kendi duygusal ve psikolojik durumunu, yaşadığı dünyayı ve çevresindeki insanları gözlemlemektedir. Yoğun metaforik dil kullanımıyla, toplumun anlatıcıya yönelik ötekileştirici bakışı ifade edilir. Mor adamlar, itfaiye erleri, ambulans şoförleri ve bekçiler gibi patriarkaya ait sembolik figürler, toplumsal düzenin ve günlük hayatın sıradan erkek dünyasını ve kadınları kuşatan atmosferi temsil eder. Duygusal acının derinine inen anlatıcı, toplumsal normlara ve baskılara yönelik eleştirilerde bulunur ve kadınların toplumsal beklentilere karşı yaşadığı içsel çatışmayı ortaya koyar. Kadın kimliğine ve toplumun kadın üzerindeki baskılarına değinen lirik anlatıcı, kadının kendine tecavüz etmesi imgesini içsel bir çatışma ve baskının sonucu olarak görmektedir. Bu bakımdan, bu dizeler derin bir duygusal ve psikolojik katman içerir. Anlatıcının yaşadığı içsel karmaşa, yalnızlık, acı ve umutsuzluk, okura güçlü bir şekilde aktarılmaktadır. Bu duygusal derinlik, okurun şiiri daha yoğun ve kişisel bir şekilde deneyimlemesini sağlar. Şiirsel dili bir güç ve direniş aracı olarak kullanan şair, kadınların özerkliklerini savundukları alternatif gerçeklikler hayal etmektedir. “Kapalı Şehir” başlıklı şiirde şair şöyle der:
kadın üzüm topluyor elleri mor bela
ki giyinir ara sıra bakışlarına
yıkılır gibi asma iki kaşın arasına
kadın üzüm değil kendini eziyor
oturup bir güzel içiyor sonra
kimse şehre kalbini ve evini açmıyor
duvarlar; pat!
sonra…infilak! (s. 41)
Bu dizeler kadınların deneyimlerine ve toplumsal cinsiyet normlarına değinmektedir. Şiir, kadınların günlük yaşamlarında karşılaştıkları baskıları ve içsel çatışmaları ele alır. Üzüm toplama eylemi, geleneksel olarak kadınlarla ilişkilendirilen ev içi ve tarımsal emeğin bir temsili olarak görülebilir. Kadının ellerinin morarması, çalışmanın getirdiği fiziksel zorlukları ve acıları gösterir. “Bela” kelimesi, bu zorlukların kadına getirdiği sıkıntının sürekliliğini vurgular. Dahası kadınlar erkek bakışına göre hareket etme zorunluluğundadır, onların beklentilerine göre kendini şekillendirme durumundadır. Toplumun ve erkeklerin bakışları, kadının davranışlarını ve kimliğini etkiler. Kadının, bakışların ve yargıların ağırlığı altında ezilmesi onun üzerinde bir baskı hissettirir, kadının zihinsel ve duygusal yükünü ima eder. “Kadın üzüm değil kendini eziyor” dizesi kadının fiziksel emeğinin ötesinde, duygusal ve psikolojik olarak da yıpratıldığını ifade eder. Toplumsal normlar ve beklentiler, kadının kendi benliğini ve özgürlüğünü ezmesine neden olmuştur, yaşadığı baskılar ve sıkıntılar karşısında alkol bir kaçış yolu olarak görülür. Dizelerin son bölümündeki ifadeler ise son derece şaşırtıcıdır; toplumsal bariyerlerin ve kişisel sınırların yıkılmasını simgeler. “Pat!” sesi ve “infilak” ani bir değişimi, bir dönüm noktasını veya çatışmayı ifade eder. Kadının birikmiş duygusal ve psikolojik baskıları bir patlamayla dışa vurulmaktadır. Bu dizeler, cinsiyet açısından değerlendirildiğinde, kadının toplumsal ve kişisel baskılar altında nasıl ezildiğini, fiziksel ve duygusal emeğinin nasıl değersizleştirildiğini ve nihayetinde bu baskılarla nasıl baş etmeye çalıştığını gösterir. Kadının yaşadığı içsel çatışmalar ve toplumdan gördüğü duyarsızlık, onun bireysel özgürlüğünü ve mutluluğunu kısıtlayan unsurlar olarak öne çıkar.
Özetle, Çiğdem Sezer’in şiiri insan karşılaşmalarının çeşitliliğini ve cinsiyet kimliğinin karmaşıklıklarını inceleyen bir şiirdir. Sezer, güçlü dil kullanımı ve incelikli anlatımıyla toplumsal cinsiyet dinamiklerinin yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayan ve kimliklerin akışkanlığını kucaklayan bir şairdir. Sezer’in şiirlerinde cinsiyet ve otorite arasındaki ilişkiye dair çoklu bakış açıları, çağdaş Türk şiirinde toplumsal cinsiyet üzerine genişleyen söyleme katkıda bulunmaktadır.
Kaynakça
Sezer, Ç. (2009). Denizden Geçme Hâli. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.