SOSYALİST FEMİNİZM VE DİRENEN OKUR: ÇAĞLA ÇİNİLİ’NİN ÖYKÜLERİ
Çağla Çinili’nin Mayıs ayında İthaki Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı Kendimi Doğurmadan Hemen Önce geleneksel ataerkil toplumun prangalarına karşı duran, kendi benliği ve bağımsızlığını önceleyen karakterleriyle dikkat çekmektedir. Kitaptaki öyküler bütüncül olarak incelendiğinde, Çinili’nin kadınların erkekler tarafından tahakküm altına alınmasının kültürün ve sosyal ilişkilerin sonucu olduğunu ısrarla vurgulayan sosyalist feminizm ile bağ kurduğu görülmektedir. Öyküler kadın reformu için öncelikle toplumsal bir reformun da yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Böyle bir reformun gerçekleştirilebilmesi kadınların erkeklere olan ekonomik ve ruhsal bağımlılığının sonlandırılmasını gerektirmektedir. Çinili’nin kitabı kadın okurlara dönük bir misyon benimseyerek, kadınlara özgü bir dil ile direnen bir okur imgesi yaratmaktadır. Bu bağlamda bu yazıda kitaptaki öykülerin sosyalist feminizm ile kurduğu bağı ve direnen okur kavramlarını tartışacağım. Bunu yaparken öyküleri kronolojik bir incelemeye tabi tutmaktan ve toplumsal cinsiyet rollerinin sunumlarını analiz etmekten ziyade, Çinili’nin okurlara dönük amacını ele alacağım.
Kitabın açılış öyküleri olan ve üç parçadan oluşan “Gündüzdüşü” öykülerinde böyle bir ataerkil aile ve sosyal yapı anlatılır. Küçük bir ilkokul çocuğunun ailesindeki ve çevresindeki gündelik yaşam pratiklerini anlatan öyküler, kız çocuğun lucid bir rüya ile geleceğe gitmesini ve sonrasında gerçek zamana dönerek yetişkin bir birey olarak sevgilisi ile yaşadığı ilişki biçimini ve bu ilişkiye direnmesini anlatır. Öykülere esas teşkil eden nokta, kız çocuğun daha en başından erkekmerkezci tahakkümün farkında olduğunu göstermesi ve bunu dil aracılığıyla ifade edebilme becerisidir: “Sana bir sır vereceğim Maskaracım. Annemle babam geçen çok büyük kavga ettiler. Belki boşanacaklar. Annem çalışmak istiyorum dedi, babam da annemin üstüne yürüdü, elini kaldırdı. Sonra annem babama öyle bir bağardı ki kulaklarım acıdı” (Çinili, 2021, s. 17). Öykülerin ilk bölümünde ailesine ilgisiz bir babanın, eşine karşı uyguladığı şiddeti ve onun herhangi bir işte çalışmasına izin vermediğini görürüz: “Kapının ardında mutfak. Mutfakta annesi. Bir açılıp bir kapanan musluğun sesi geliyor, bulaşık yıkıyor olmalı (s. 21). “Ücretsiz emek karşılığı ev içi işlerle meşgul olan” (Özdemir, 2017, s. 398) annenin bu emeği baba tarafından sömürülmektedir. Öyle ki anne kızını dişçiye götürebilmek için kalan son bileziğini satmak durumunda kalır. Küçük kızın ailedeki tahakkümün farkında olması ve buradan çıkış yolunun ekonomik temelli bir bağımsızlıkla olabileceğini hissetmesi ilginçtir. Bu noktada Çinili’nin öykülerinin başat sembollerinden olan ve bu öykülerde oldukça ön plana çıkan giyinme biçimleri ve renkler bağımsızlık sembollerine dönüşür: “Çocuk olmak çok saçma ve sıkıcı bir şey. Keşke hiç çocuk olmasaydım, hemen üniversite bitirip para kazansaydım İstanbul’a taşınırdım. İstanbul’da mini etek ve topuklu ayakkabı giyebilirim” (Çinili, 2021, s. 20). Öykülerin ikinci bölümünde lucid bir rüya ile gelecekteki haline giden küçük kız bu hayalini gerçekleştirmiş olarak görünür: “Dolabın içinde fırlayan, ikisinin de gözünü alan bir renk karmaşası şaşkınlık çığlıklarını bastırdı. Raflar ve askılar göründüğünden çok daha derin ve kocamandı. Baktıkça büyüyen, ışıl ışıl onlarca elbise asılı, yaklaştıkça çoğalan raflarda renk renk ayakkabı ve şapka diziliydi” (s. 27). Öykünün üçüncü bölümünde baba imgesinin yerini sevgili imgesi alır, ne yazık ki kadının sevgilisi de tıpkı babası gibi ilgisiz ve sözel şiddete başvuracak denli eril bir zihniyete sahiptir; bu ilişkide kadın “erkeğe göre konumlandırılmış ve ikincil konuma indirgenmiştir” (Özdemir, 2017, s. 399). Bu noktada kadının tıpkı çocukluğundaki gibi tahakküme boyun eğmediği ve eril sömürüye başkaldırdığı görülür: “Orada duracaksın. Yıllarca sırtımdan geçinip, parayı bulunca aldatıp, annemin cenazesine bile gelmeyip sorularıma saçma diyemezsin. Sen önce benim kadar cesur ol klozet faresi! Şimdi hayatımdan derhal siktir olup gidiyorsun” (Çinili, 2021, s. 38). Öykünün sonunda erkek imgesi “bir paket jileti” (s. 38) denize fırlatan kadın, böylece simgesel aile yapısının ortadan kaldırıldığı ve toplumsal üretime katıldığı özgür bir alana kavuşmuş olur. (Özdemir, 2017, s. 402).
Aile tahakkümüne dair diğer bir anlatı ise “Dış Kapı” öyküsüdür. Baba evinde günlük ev işlerine mahkum olan anlatıcı, en küçük kardeşinin ölmesi ve evin yükünün kendisine kalması sebebiyle “Bok Yiyesice” olarak tanımladığı kocasına kaçar: “Öyle kızdım, öyle kızdım ki kırkı yeni dolmuştu, bu Bok Yiyesici’ye kaçtım. En kötü ne kadar olabilirdi ki? Bebek ağlar, altını açmak gerekir; misafir bitmez, çaylarını yenilemek gerekir…Oldu olacak her gün dayak yerim, dedim. Eh, o da yemediğim şey değildi. En azından kendi evim, kendi düzenim, kendi kapım olurdu” (Çinili, 2021, s. 62). Adı belirtilmeyen bir hastalığa yakalanan kocasının bakımını üstlenmek zorunda kalan anlatıcı, geçmiş ve şimdi arasında gidip gelen düşünceleriyle kocasına karşı bir hesaplaşmanın içine girer. Kocasının geçmişte uyguladığı sözel ve fiziksel şiddeti “Unuttu o günleri. Ben unutmadım ama” (s. 64) sözleriyle ifade eden anlatıcı, kocasının şiddet uyguladığı bastonu kullanarak karşı bir şiddet uygular: “Bütün fasulyeleri kusmuş salona. Gözüm döndü görünce, tutamadım kendimi iki tane patlattım suratına. OROSPU VURMA deyince de aldım köşedeki bastonu giriştim Allah ne verdiyse. Sopayı görünce ağlıyor zaten hep. “Vurma anne,” diye diye sızdı kaldı köşede. Eh, ne de olsa eski dostu bastonu. Az dövmedi beni onunla Bingöze Meydanı’nda OROSPU diye bağıra bağıra” (s. 63). Öyküdeki ilginç paradoks bütün intikam pratiklerine rağmen kadının erkeğe bağımlılığından kurtulamamasıdır. Hasta olsa da erkeğin güçlü konumu devam etmektedir. H. Nihat Güneş’in de belirttiği gibi “potansiyelini değerlendirmekten uzak kalan kadının yarım, zayıf ya da güçsüz varlığı onu, daha güçlü olana, erkeğe bağımlı hale getirmektedir” (2018, s. 145). Öykünün sonunda bu bağımlılık şöyle anlatılır: “İçeri geçtim, dedim bir kahve daha yapayım. Ne görsem beğenirsin? Çıkarmış pantolonunu, dal taşak oturmuş yüzü yepisyeni koltuklarımın üstüne! Bir elinde gofret diğerinde baston bağırıp duruyor, “OROSPU! GETİRSENE ÇAYIMI!”. Elim ayağım boşaldı. Çöktüğüm yerde kalıverdim, ağlamaya başladım” (Çinili, 2021, s. 66). Ataerkilliğin bir güç simgesine dönüşen fallus kadını çaresiz bırakmaktadır. Anlatıcının direnişi her ne kadar başarısız olmuş gibi görünse de yazarın karanlık bir atmosfer ile anlattığı öykü okuru direnişe çağırır.
Sosyalist feminizm kadın kavramını bireysel cinsiyet bilinci meselesi olarak değil, politik bir kategori olarak ele alır; kadınların sosyal, ekonomik ve politik olarak güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, kolektif baskı ve tahakküm sosyalist feminizmin üzerinde durduğu temellerden biridir. Buna göre, sosyal sınıf yapısı cinsiyet ayrımlarının bağlamı dışında düşünülemez, zenginlerin fakirleri ezdiği gibi erkekler de kadınları ezmektedirler. Burada dikkat çeken şey tahakkümün bireysel olmadığı, kolektif bir şekilde yapıldığı düşüncesidir. Kadınların erkekler tarafından kolektif bir şekilde tahakküm altına alınması, cinsiyetlendirilmiş kültürün ve toplumsal ilişkilerin etkisiyledir. “Tespih Böceği” öyküsünde cinsiyetlendirilmiş kültür avukat bir kadının bakış açısıyla anlatılır. Öyküde aile ve devletin kurumları ideolojik aygıtlar olarak erkek egemen ideolojiye hizmet etmektedirler. Avukat Hanım” (s. 70), “bağyan” (s. 71) gibi ataerkil söylem kalıplarıyla çağrılan kadın, aynı söyleme babası tarafından da maruz bırakılır: “Kızım sen anlamıyor musun? Bu yaptığın iş kadınlara uygun değil, hakim olsan hanım hanım hafta içi adliyeye gider, hafta sonu evinde oturursun. Bu akılları sana tiyatrocu o keş karı veriyor değil mi? Körle yatan şaşı kalkar işte!” (s. 73). Anlatıcı kadının maruz kaldığı biyolojik ve bedensel bir ayrımcılık “hem ailede hem de dışarıda ikincil durumda” (Çakır, 2008, s. 187) olduğunu göstermektedir. Aynı ideolojik düzlem “Mutlu Sonla Biten Hikayeler Vardır” başlıklı öyküde şöyle anlatılır: “Bavul onda. Bavul neden onda? Neden bavulunu kendisinin taşıyamayacağını düşünüyor? Neden her seferinde yükünü elinden alıyor ve ardından yüreğinin üzerine on kiloluk bir bavuldan daha ağır sözler bırakarak bir başına yürümesini bekliyor? Bavulunu alınca hayatını kolaylaştırdığını mı zannediyor? Bavulu ondan almalı. Kendi bavulunu kendi taşımalı” (Çinili, 2021, s. 60). Özlem Özdemir bu konu hakkında şunları söylemektedir: “Üretim, yeniden üretim, cinsellik ve toplumsallaştırma gibi sosyal yapılar kadınların hayatını baskı altına almakta ve biyolojik zayıflıklarının üstünde inşa edilmektedir. Bütün bu sosyal yapılar kadınların bilinçaltını etkileyerek kadınlık ideolojisini yerleştirirler. Bu ideoloji tarihsel olarak devam eder ve zamanla doğallaştırılarak kültürel bir anlam kazanır” (2017, s. 397). Bu açıdan, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin değişebilmesi için öncelikli olarak toplumsal bir değişikliğin de olması gerekmektedir. Nancy Hartsock’un da belirttiği gibi, “benliğin değişmiş bilinci ve tanımlamaları ancak her birimizin dahil olduğu sosyal (hem toplumsal hem de kişisel) ilişkilerin yeniden yapılandırılmasıyla birlikte ortaya çıkabilir (1979, s. 61). Peki bu değişim nasıl gerçekleşecektir? Madsen bu soruya şöyle cevap veriyor: “Kadınları hayatlarını değiştirmeye ikna ederek; ekonomide erkeklerin hayatını değiştirecek yapısal farklılıklar üreterek; kendilerine sunulan tüm kültürel mesajlara şüpheyle bakan, direnen bir okuyucu nesli yetiştirerek; hepsinden önemlisi (bireylerin zayıflığına vurgu yapan ve toplumsal sorunlar karşısında kadınları bireysel yeteneksizlikle suçlamaya iten) öznelciği aşarak ve etkin bir kolektif baskı kavramı formüle ederek. Sosyalist feminizm sadece kadınların ezilmesiyle değil, tüm tahakküm biçimleriyle de ilgilidir” (2006, s. 184-185).
Madsen’in sözlerinden de anlaşıldığı gibi, sosyalist feminizm toplumsal bir değişimi savunurken, edebi metinlerde de direnen bir okur yaratmayı hedefler. “Direnen okur” kavramı Judith Fetterley’in 1978 yılında yayımladığı aynı başlıklı kitabında (The Resisting Reader) tartıştığı bir kavramdır. Bu eserde Fetterley “kadınların erkekler gibi düşünmeye ve eril bir bakış açısıyla özdeşleşmeye yönlendirildiklerinin altını çizer” (Aytemiz, 2001, s. 12). Direnen okur erkeğin tanımladığı ve inşa ettiği kadınlığa karşı çıkan, kendi cinsiyetini ön plana çıkaran ve ataerkil otoritenin çıkarlarını reddeden okurdur. Bu anlamda direnen okur erkekmerkezci perspektifleri benimsemeyi redderek, erkekliğin kültürel baskılarına direnir. Fetterley olaylara ve durumlara nasıl bakmamız gerektiğini öğreten güç ilişkilerini ayırt edici bir gözle bakmaya davet etmektedir. Klasikleri yeni bir okumaya tabi tutan Fetterley, kanonik metinlerde kadın karakterlerin metin içerisinde neden öldürüldüğünü veya ölmek zorunda kaldıklarını sorgular. Fetterley’in ulaştığı sonuç erkek kahramanların kendilerini gerçekleştirme sürecinin kadınların acı çekmelerine ve ölümlerine bağlı olduğudur; böylece kadınlar ölürken erkekler onların yerine ikame edilir. Erkek kahramanların olgunlaşıp gelişimlerini sürdürmeleri uğruna kadınlar öldürülür ve bu çizgisel gelişimde herhangi bir sakınca görülmez. Bu nedenle kanonik metinlerdeki kadınlar erkeklerin faydacılığına çalışarak kendilerini kurban durumuna düşürmektedirler. Direnen okur, toplumsal cinsiyet rollerine ve bilinçaltımızda ve metinlerimizde normalleştirilmiş bu tür ayrımcılığa direnir. Direnen okur kavramı edebiyatın ataerkil iktidar ilişkileri bağlamında nasıl işlediğini algılamamızı sağlar. Çağla Çinili, kitabındaki öyküleriyle toplumun her köşesine sindirilmiş kurban durumundaki kadınları anlatarak okurları direnmeye ve patriyarkaya karşı isyan etmeye çağırmaktadır.
Kaynakça
Aytemiz, Beyhan Uygun (2001). “Halide Edib-Adıvar ve Feminist Yazın”. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi.
Çakır, Serpil (2008). “Kapitalizm ve Patriyarkaya Karşı: Sosyalist Feminizm”. Toplum ve Demokrasi, 2 (4), s. 185-196.
Çinili, Çağla (2021). Kendimi Doğurmadan Hemen Önce. İstanbul: İthaki Yayınları.
Güneş, H. Nihat (2018). “Feminist Akımlarda Aile”. Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue3, 142-153.
Hartstock, Nancy (1979). “Feminist Theory and the Development of Revolutionary Strategy”. New York: Monthly Review Press, pp. 56-77.
Madsen, Deborah L. (2006). Feminist Theory and Literary Practice. Beijing: Pluto Press.
Özdemir, Özlem (2017). “İki Sistemli Kuram Olarak Sosyalist Feminizm”. KSBD, Y. 9, C.9, S. 2, s. 395-414.
Tuana, Nancy, Rosemary Tong (1995). Feminism and Philosophy: Essential Readings in Theory, Reinterpretation, and Application. Boulder: Westview Press.
[1] Bu yazıda İngilizce kaynaklardan yapılan çeviriler bana aittir.