Fadime Uslu benim hayranlık duyduğum edebiyatçılardandır. Her cümleyi, sözcüğü, harfi hatta harfin sesini gözlerini kısarak duymaya çalıştığında benim içimde de kuşlar kanatlanır. Duyduğu şeyi az sonra cömertçe paylaşacağını bilirim, hele de bir de benzer şeyleri hissetmişsem değmeyin keyfime.
Can yayınlarından yeni çıkmış olan ‘Ay Eskir Gün Işırken’, yazarın diğer öykü kitaplarından oldukça farklı bir eser. İçindekiler bölümüne göz atarken üç ana bölümde on dört farklı öykü okuyacağımı anladım. Ana başlıklar beni biraz şaşırttı. Sevindim çünkü alıştığımdan farklı bir şeyle karşılaşacağımı anladım. Bildiğim ama üzerinde hiç durmadığım ‘coomp’ ve ‘plump’ seslerinin bana duyuracak, Eymir’in nemli soğukluğunu hissettirecek öyküyü daha okumadan hem de. Bir öykünün adının ‘Yakıcı Dokunuşlardan’ başka hiçbir şey olamayacağını daha hissetmeden.
Farklı uzunlukta, konuları ayrı ama konusu aynı öykülerden oluşan bir kitap vardı elimde. Sarmalın kendisinin tek bir şey, her kıvrımın ise bambaşka olması gibi. Kapağına yerleştirilmiş olan salyangoz kabuğu sarmalının anlamı var. İlk bakışta çok üzerinde durmadığım sarmal, kitabı kapatıp önüme koyduğumda, diyeceğini çoktan söylemişti bana.
‘Birkaç günde bitiririm’ dediğim kitabı birkaç saatte bitirmiş, o zamandan beri de yanımdan ayıramamıştım. Vakit buldukça bir sayfasını açıp gözümün seçtiği bir satırdan okumaya başlıyorum. Genellikle de ilk öyküde takılıyorum. Bu öykünün son paragraflarına gelene kadar anlatıcının erkek olduğundan emindim. Kahvecinin seslenmesi ile kadın olduğunu anladım. Çok şaşırdım. Kendime. Neden erkek olduğunu düşünmüştüm? Hünkarı bir kadın neden anlatamasındı? Ya da bir düğünü. Ataerkil sistem bu kadar mı iliklerimdeydi benim?
Öykünün o anı ile kendi düşünce sistemimim yeniden gözden geçirmem gerektiğini düşündüm ve onu masaya yatırıp analiz etmek yerine bana verdiği duyguyu, bana attığı çentiği yazmaya karar verdim. İnsanın kendi
içine bakması çok zordur, kendini kandıramayacağını iyi bilir çünkü. Okuduğunuz bir öykü okları içinize çevirmiş ise insana dair tüm özellikleri barındırıyor, bunu da öyle bir ahenk ile yapıyor ise dışarı kaçmak mümkün olmayabilir.
‘Ay Eskir Gün Işırken’de sözcüklerin sesi ile satırlarda gezinirken zaman bir tüy gibi havada kalıyor. Zamanın asılı kaldığı ilk öyküde zamanlar ve mekanlar arasındaki geçişler şahane. Çok küçük detaylar ile çok büyük tabloları hayal ettiriyor. Cortazar’ın işaret ettiği yumruk ise son satırda patlayıveriyor: Öykü sona ererken anlatıcı kendini bir kubbeli bir yerin konuk odalarından birinde hissettiğini söylüyordu.
Okumaya devam ettikçe nefesimi başka dünyalarda alıp başka bir ‘Ben’e dönüşerek veriyorum. Bu edebiyatın gücü, yazarın gücü.
Öykülerin kendi ritmi var. Bu ritmle birlikte kafanızın içinde kullanılmadan bekleyen sözcükler dansa başlıyor ve okumak, yazmak, dinlemek ama ille de edebiyat derdiniz var ise tüm bunlar dert olmaktan çıkıyor. Edebiyatı dert edinmek, bu derdin dermanını edebiyatta aramak yaşamınızın önemli bir kısmını işgal etmiş se çoktan, Fadime Uslu’nun bu öykü kitabı tam da size göre.