Bütün sosyal medya hayatımız bir siyasi temsil mesaisine dönüştü.
A. Tunç ile Kafka Kitap etiketiyle okurla buluşan ilk polisiye romanı Kanlı Muamma hakkında konuştuk.
Melih Günaydın: A. Tunç bir mahlas, söyleşiden önce bunu koruyacağımızı konuşmuştuk fakat en azından okurların bu tercihin nedenini merak ettiklerini düşünüyorum ve aynı zamanda biliyorum. Neden bir mahlas ve neden A. Tunç?
A. TUNÇ: Bir maşlah, bir müstear ad kullanmanın temel gayesinin yazarı geri plana çekerek metni öne çıkarmak olduğuna inandım hep. Benim de niyetim bu oldu. A. Tunç adı tamamen tesadüfen oluştu. Bana kalsa ben isimsiz çıkmasına bile razıydım. Yayınevinin genel yayın yönetmeni Aslı Tunç hanımefendiyle konu üzerine konuşurken, ismin önemli olmadığını, Aslı Hanım’ın adıyla bile çıkabileceğini söylediğim. Böylece onun adından uydurduğumuz A. Tunç adı doğmuş oldu.
Melih Günaydın: Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve ilk polisiye romanınızın ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz?
A. TUNÇ: İyi bir edebiyat okuruyum. İyi polisiye iyi edebiyattır derler. Polisiye okumayı da çok erken yaşlarımdan beri çok sever, bundan çok keyif alırım. Bir polisiye roman yazma fikri yıllardır aklımdaydı. Daha önce daha küçük çaplı girişimlerim olmuştu farklı mecralarda bir roman yazma cesaretini ise Epsilon Yayınları’nın ısrarlı teşvikiyle buldum.
Melih Günaydın: Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da romanınıza başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu? Bu soruyla ilişkili olarak şunu da sormak isterim, polisiye romanınızın taslaklarını nasıl oluşturdunuz?
Melih Günaydın: Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; mekânlar, atmosfer, kurgu, diyaloglar ve özellikle anlatıcı seçimi söz konusu olduğunda…
A. TUNÇ: Açıkçası bu kadar teknik ve mühendislik yaparak kurguluyorum diyemem. Kendimde bulduğum yazma arzusunu biraz içgüdüsel kabul ediyorum. Genellikle anlatmak istediğim şeyi anlatmaya odaklanıyor ve içimdeki, bana o hikâyeyi anlatan sesi dinliyorum.
Melih Günaydın: Romanınızın arka kapak yazısında “Polislerden nefret eden bir ailede büyüyen Halit, kendini bir anda polisiye bir gizemin tam da içinde, Başkomiser Sandık’ın gölgesini hayranlıkla takip ederken bulur.” deniyor. Roman karakterlerinizin temel özellikleri ve ele aldığınız temel meseleler, izlek ve tema hakkında neler söylemek istersiniz?
A. TUNÇ: Benim polisiye yazmaya çabalarken önüme koyduğum ve titizlikle gözettiğim şeylerin başında doğal, yerel ve inandırıcı olmak geliyor. Polisiye, tarz olarak bize Batı’dan gelen ve her zaman biraz niş kalan, tür edebiyatı diye kanara itilen bir şey olduğundan çoğunlukla kendi yerel dokusunu oluşturmak konusunda kolay kaçan bir yazın biçimi olarak görülür. Bunu okur deneyimimden de, izlediğim film ve dizilerden de biliyorum. Polislerimiz, dedektiflerimiz, savcılarımız son derece Amerikanvari, son derece kartondan, vakaya dahli bulunan insanlar sanki gerçek hayatta yokmuşlar gibi sahtedir. Ben bir okur olarak da bir polisiye yazarı olarak da karakterlerin gerçekliğini, vakanın inandırıcılığını, özellikle yerelliğini ve tanıdıklığını koruyarak ele alma konusunda hassasım diyebilirim. Bunu hep en öne koyuyorum.
Melih Günaydın: Çok ciddi bir birikim olmasına karşılık Türkiye’de neden siyasi polisiye bu kadar az yazılıyor sizce? Öte yandan son dönem yerli polisiye romanlarda toplumsal meselelerin görünürlüğünün arttığını düşünüyorum, ne dersiniz?
A. TUNÇ: Türkiye’de siyaset gündelik hayatın neredeyse tavizkâr boyutta bir parçası. Sokak röportajlarında bile 10-12 yaşında çocuklar siyaset, ekonomi, insan hak ve özgürlükleri üzerine demeçler veriyorlar. Bütün sosyal medya hayatımız bir siyasi temsil mesaisine dönüştü. Böyle bir ortamda, insanların hayatın tatsız gerçeklerinden, renksiz ve donuk neşesizliğinden kaçmak için sığındığı edebiyat limanında da yine siyasi entrikalar görmek istemiyor olmaları bir ihtimal olabilir. Ama dediğiniz gibi, son dönemlerde tek tük örnekler görüyoruz. Umut verici.
Melih Günaydın: Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak hem dünya genelinde hem de Türkiye özelinde polisiye roman ve öykü türünün bugününü ve gelecekte neler olabileceğini değerlendirebilir misiniz?
A. TUNÇ: Polisiyenin okuru sadıktır. Son nefesine kadar polisiyecidir. O yüzden hâkim piyasa sorunlarının, yayıncılığının buhranlarının, sosyal medya araçlarının matbuat hayatı üzerindeki etkisi genellikle polisiye okurunu pek ilgilendirmez. Üstelik Türkiye’de polisiye edebiyat üretmeye yönelik ilgi de günden güne artıyor. Bir polisiye edebiyat ödülü olan Kristal Kelepçe’ye başvuran eser sayısı dahi yıldan yıla neredeyse katlanarak artıyor. Türk okuru, polisiyeyi yeniden keşfediyor dersem çok mu iddialı olur bilmem. Bundan ötürü Türkiye’de polisiye edebiyatın geleceğini gayet ümit verici görüyorum kendi adıma, okur gözüyle de.
Melih Günaydın: Sizi etkileyen polisiye romanlar, yazarlar ve polisiye roman karakterler hangileridir?
A. TUNÇ: Polisiye edebiyatın klasikleri sayılan eserlerin ve yazarların hepsine bayılırım. Simenon’dan Agatha Christie’ye, Arthur Conan Doyle’dan Edgar Allan Poe’ye, hepsini severim. Çağdaş polisiyeyi de okuyup takip ediyorum tabii. Ama “true crime” diye bilinen, gerçek adli vakaları takip etmeyi de çok severim.
Melih Günaydın: Son olarak geçekte bizi A. Tunç’un kaleminden neler bekliyor?
A. TUNÇ: A. Tunç gerçek biri değil. Haliyle onun da kurgu bir karakter olması aslında onu ürettiği edebiyatın bir parçası yapıyor. Sandık Başkomiser maceralarını dört-beş belki daha fazla kitaplık bir seri olarak yazmak ve sonra A. Tunç’u da Sandık Boşkomiser gibi hiçliğe uğurlamak istiyorum. Yani A. Tunç, Sandık Başkomiser’den başka hiçbir şey yazmayacak ve bunu bitirince de yazmayı bırakacak. Serinin ikinci kitabı “Kanlı Cemaat” önümüzdeki sonbahar okuruyla buluşacak. Her yıla bir kitap yetiştirerek beş altı sene içinde A. Tunç’u emekli edecek, sonra başka şeyler yazacağım.