Abdullah Demirkubuz: İnsan, acı ve ıstıraplarına aşık bir canlıdır.
“Çektiğim bir martı, vapur ya da bir nesnenin fotoğrafını bir mısraya nasıl taşırım?” demeye başlıyor insan zamanla.
Fotoğraf ve sinema emekçisi şair Abdullah Demirkubuz ile şiir, yaşam, yaratma süreci, sinema ve edebiyat üzerine söyleştik.
Aylin Yılmazer: Abdullah Bey, bir şiir kitabı hazırlığı içindesiniz. Bir sinemacı olarak şiire ilginiz ne zaman başladı? Şiir yolculuğunuzun seyrini biraz anlatır mısınız?
Abdullah Demirkubuz: Şiire ilgim, lise hatta ortaokul yıllarında Orhan Veli Kanık’ın şiirlerini okuyarak başladı diyebilirim. Bu yaşıma kadar okumayı ihmâl ettiğim gibi şiiri de ihmâl ettim ama aklımın bir köşesinde hep “şiir” vardı. Çok şair ismi bilirim fakat şiirlerini çok az okumuşumdur; şimdiki aklım olsa tek yöneleceğim edebiyat dalı şiir olurdu…
Aylin Yılmazer: Behçet Necatigil Bile/Yazdı adlı kitabında şiirin gerçek ile ilişkisini irdelerken şu herkesin bildiği “Peri kızı ve Çoban” masalını anlatır: Köyün birinde bir çoban, her gün koyunlarını otlatmaya götürür ve derenin kenarında hayal kurarmış. Bir peri kızının sudan çıktığını hayal edermiş. Bu hayalini köye dönünce uzun uzun anlatırmış merakla dinleyen köylülere… Fakat bir gün çoban, bu peri kızını gerçekten görmüş. Köye döndüğünde köylüler sormuşlar: “Bugün ne yaptın? Peri kızını gördün mü?” Çoban cevap vermiş: “Hiç…”
Siz şiirin gerçek ile ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Şair sözü elbet yalan mıdır?
Abdullah Demirkubuz: Şair sözü sonuna kadar yalandır, şiirin ise gerçek ya da yalanla ilgisi yoktur kanımca. İnsan, olduğu, bulunduğu her durumda yazar. Mesele yazmaktır kural ve kaide dinlemeden…
Aylin Yılmazer: Türkiye şiirinin son on yılını değerlendirmeniz gerekirse neler söylersiniz?
Abdullah Demirkubuz: Son on yılı düşünürsek, şiir yazanların şair olmak adına şiir yazmaya başladıklarını düşünüyorum. Son on yıl içinde şiirimiz on yıl öncesinden çok ileri gitmiş değil, sadece akımın adı değişmiş diyebiliriz. Değişmeden kastım daha popüler söyleme dönmüş imge, sürreal ya da protest olarak yeni bir beden bulmuş. Yoksa baktığımızda aynı sözcüklere yeni sözcükler katılarak kısır döngüde top çevriliyor.
Aylin Yılmazer: Sizin şiirlerinizde Ahmet Arif, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Orhan Veli Kanık’ın sesini duyduğumu söyleyebilirim. Beslendiğiniz, şiir dilinizi ve şiir anlayışınızı etkileyen Türk ve Dünya Şiirinden hangi şairler var?
Abdullah Demirkubuz: Herhangi bir şairi birincileştirip ya da ikincil düşünerek yanıt vermemin haddim olduğunu düşünemem, zaten bu kadar bir alt yapıyı kendimde görmüyorum. Aslında çok ama çok insanda görmüyorum. Zaten beslenen kaynaklar aynı, sadece dersini iyi çalışan veya çalışmayan vardır.
“Felsefe somut gerçeklikten yola çıkmalı ve sonra tekrar somut gerçekliğe dönmelidir. Felsefenin hareket noktası öyle bir nokta olmalıdır ki, kişi bu noktadan başka bir noktadan başlayamasın. Başka hiçbir şeyden değil de yalnız ondan başlamamızı zorunlu kılan, kendini kayıtsız şartsız üstümüze dayatan bu nokta, acıdır. Acı, ondan yola çıkmamızı gerektiren somut noktadır. Ve, acının karşısında aradığımız mutluluktan başkası değildir. tüm düşünce, acı ve mutluluğun somut kutupları arasında kuşatılmıştır.”
Bu sözleri kendi şiirinizin çıkış noktası ya da genel olarak yaratma eylemi açısından değerlendirirseniz neler söylersiniz?
Abdullah Demirkubuz: Acı, benim gözümde sanatın şifa bulduran ilacıdır. Hatta insan hayatı da öyle… Bir şeye başlarken büyük acılarla başlanır ve ilerledikçe mutlu olunur. Dünya sanat değerleri, bir göz odadan içsel yolculuklarla ve “ben” diliyle eserler verip ondan sonra varoluşu yakaladıklarında, evrensel bir ruha sahip olurlar. Burada başlangıç noktası yine acıdır ve insan acı ve ıstıraplarına aşık bir canlıdır. Tabi önce bunun farkına varmak gerekir.
Aylin Yılmazer: Yıllardır sinema sektöründe çalışıyorsunuz, ayrıca fotoğraf sanatı ile de ilgileniyorsunuz. Bir sanatçının farklı sanat dalları ile ilişki halinde olması üretim sürecini ve bakış açısını da etkileyen bir durum. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Tevfik Fikret’in ressam olması onların şiirlerini şekillendirmiştir mutlaka. Sözcük seçiminden, imgelere bu etkiyi görebiliriz şiirlerinde. Örneğin Bedri Rahmi’nin şiirlerinde renkleri okumaz görürüz. Sizin şiirlerinizde de sinema ve fotoğraf sanatının izlerini görmek mümkün. Yanlış mı düşünüyorum?
Abdullah Demirkubuz: Sinema ve fotoğraf ile ilgili olmanın zaman içinde şiiri derinden beslediğini fark ettim. “Çektiğim bir martı, vapur ya da bir nesnenin fotoğrafını bir mısraya nasıl taşırım?” demeye başlıyor insan zamanla.
Sinemada planları montajlarken ya da fotoğraf sergisinde kareleri art arda koyarken ahenk içinde, şiirde bunu çok fazla arar yazan kişi. Onlar görsel tat verirken meselenin sahibine, şiir de yazana aynı tadı verir ve ortak yanları “ruhun temposu”dur.
Aylin Yılmazer: Hem şair hem sinemacı olarak Tarkovski ve “Şiirsel Sinema” hakkında ne düşündüğünüzü sormak istiyorum?
Abdullah Demirkubuz: Tarkovski’nin babası bir Rus şairidir. Oradan aldığı naif ve ince ruhu sinemaya taşıyarak şiirsel sinema devrimi yapmıştır.
Aylin Yılmazer: Son olarak çok tartışılan bir konuyu sormak istiyorum size: Şairin hayatı şiire dahil midir? Ne düşünüyorsunuz?
Abdullah Demirkubuz: Sanata ya da şiire ya da zanaatkarlığa hiçbir şey dahil olamaz, hepsi bir ifade metodudur. Bunu Bresson’un Pickpocket filminde net olarak görürüz.
Aylin Yılmazer: Abdullah Bey, keyifli söyleşi için teşekkür ediyorum. Şiir kitabınızın yolu açık, okuru bol olsun.
Zengin içerikli bir söyleşi olmuş, okurken keyif aldım.