Kapı kırılıyor, pat küt, tak tuk. Anahtarı vardı, açsaydı, yıldızı mı dökülürdü? Bir elimde havlu, bir elimde kepçe, kapıyı açtım. “Ne bu hal, arkadan kovalayan mı var?” dediğime pişman oldum. “Çok konuşma angut, terliğimi ver, acıktım, yemek hazır mı?”
Neyse ki yemek hazır, yoksa beni yer bu adam. Salata sofrada, çorbanın dumanı üstünde, pilav dinlenmede. Ben de yorulmuşum, işten yeni gelmişim, kimin umurunda?
“Hazır, hazır, elini yıka da geç otur,” dedim.
“Elimde ne var, it mi yüzdüm?”
Mutfağa girecektim, döndüm, ters ters baktım. “İte kurban ol.” dedim, içimden. Musluğu açması kapatması bir oldu. Şalap şulap yıkadığı elinin suyunu sağa sola çırpa çırpa sofraya çöktü. “Aynayı getir, televizyonu aç.”
Mavi çerçeveli aynayı, masanın sol tarafına, duvara yasladı. Gül Ablamın verdiği iki kitap ve üç dal karanfili koyduğum vazonun yanına. “Sen Reyhan, ben Gül, bu da Karanfil, üçümüz mis kokan çiçekleriz, kadınlar günümüz kutlu olsun” dedi ya, canım ablam… Bütün yorgunluğum gitti, kocaman evi dip köşe temizleyen sanki ben değilim. Yusuf Abi’nin gönderdiği bir kucak kırmızı karanfilden üçü benim payıma düştü. Gül Abla affedecek mi Yusuf Abi’yi? Okumuş, etmiş, makam sahibi adam, hiç yakıştıramadım, Dudağı hâlâ yaralı, Gül Ablamın.
Bizimki hiç sormadı. “Bu karanfil de kimden?” demedi. Domuz, o da biliyor da bugünü… Amaaaan bilsin bilmesin, ne fark eder. Ben tataba olduktan sonra…
Kitapları ittiriverdi. “Parayı bunlara mı harcadın,” dedi. “Gül Abla’nın hediyesi,” dediğime pek sinirlendi. “Söyle, o çok bilmiş ablana, bunlarla aklını karıştırmasın, gündeliğine zam yapsın!” Diyene bak, dikili dikili geziyor, bir de benim işime karışıyor. “Sana ne?” dedim, içimden. Ona inat kitapları okuyacağım, Gül Ablama söz verdim. Ortaokuldan sonra Baki karşıma çıkmasaydı, babam arkamda olsaydı liseyi okurdum, fakülteyi de. Aşık olunca bütün yalanlarına inandım. Boş gezenin boş kalfası, tembel. Gün geçtikçe gönlüm soğudu. Üç gün işte, üç ay evde. Onun aşkı, sırtını bileğimin gücüne yaslamakmış.
Bıyığını sıvazladı, kaşını kaldırdı, keçi kılı saçını alnından geriye doğru bastırdı, bir iki kıl yatmadı, şeyi gibi dikildi. Parmağını yaladı, okşaya okşaya asi kılını yatırdı. Sağa döndü, sola döndü, kendini seyretmeye doyamadı. Tepesinde beyaz tel gördü, yere düşen suratını televizyona çevirdi. Dili niyetine doğrayıp sepete koyduğum ekmeğin en büyük dilimini aldı, salataya bandırdı, ağzına tıkıştırdı, avurdunu şişirdi. Ekrandaki masalcı teyze önce gözünü, sonra ağzını açtı. “Aaaa ne o yavrum Baki? Boğulacaksın!” Keşke…
Baki yutamadı lokmayı, ağzında büyüdü, zar zor çiğnedi, yuttu. Suratı kızardı. Burnundan soluyordu. “Hadi oradan kaltak! Lokmamı saymasan olmaz mı, sen mi kazandın? Acıktım lan!” dedi. Sanki kendi kazandı.
Kanalı değiştirdi, beğenmedi, başka kanala geçti, kendine göre bir kanal buldu. Oynuyordu, tombul tombul memeli, bileği halhallı kızlar, şakıdı şıkkıdı.
Önüne koyduğum çorbanın dumanı üstündeydi, kaşığı daldırdı, üfürmeden ağzına götürdü, yutamadı, püskürdü.“Yandım ulan yandım, bu ne, kaynar kaynar sofraya gelir mi çorba?”
“Bekleseydin, üfürseydin,” dedim. Kudurdu, tabağı devirdi, vazoyu düşürdü, çatalı kaşığı fırlattı. “Allah belanı versin, nedir bu çektiğim!” dedim. Dudağımı yaran kanlı çatalı aldım, başımdaki yazmayı dudağıma bastırdım, doğru karakola.
Televizyon açık, Hanımın Çiftliği başlamış. Teneke mahallenin Güllüsü takıp takıştırmış, şehir kulübünde, Muzaffer Bey’in kolunda. Babası tüccar, kocası bey, sosyetik kadınların burnu havada, bakışları Güllü’yü ezim ezim ezerken, sahne pavyona taşındı.
Teneke mahallenin harikli erkekleri pavyonda. Asuman türkü söylüyor.“Yenice yolları bükülür gider/ Zülüf ak gerdana dökülür gider/ Yiğidin sevdiği güzel olursa/ Ömrü arkasından sökülür gider” Of aman ooof of, Asuman’a vurgun Cemşit’in yüreği harlanmış. Mahallenin yamalıklı şalvarı tutuşmuş. Karakolda çıt yok, Asuman’ın türküsü pavyonu da karakolu da yıkıyor. Beni gören yook, duyan yok, mahallede asayiş berkemal, memurlar bacakları ayırmış, koltuğa yayılmış.
Dudağımı gösterdim.“Şikayetim var” dedim.” Evine git hanım, aile arasında olur böyle şeyler,” dediler. Onlar “Git bacım, git hanım,” dedikçe, ısrar ettim. Asuman “Adana köprü başı…” derken, kapı dışarı edildim. Sokağa karanlık inmiş, serince, hırkam da yok, daracık tayt, kısacık tişört var üstümde. Büzüldüm, değirmen taşı kalçamı çeke çeke yürüyorum, kenardan kenardan. Yüreğimi sormayın… Peşime biri mi takıldı ne? Adımları hızlandı, yetişti, yanıma geldi, koluma dokundu. “ Sunam, suna boylum, bak hele,” dedi.
Bu da kim, döndüm, sırıtkan yüzü, cemcik ağzı, aynı bizimki, bıyıksız, çelimsizi. Püf etsem uçacak. “Ne vaaar?” dedim.
“Takılak mı, yavru?”
“Ağzını yırtarım lan, bela mısın!” dedim, kolumu kaldırdım. Çatal elimde, ucu kanlı. Vızzzt yallah, toz oldu.