Pencere önündeki ıhlamur dalında ötüşen serçe sesine uyandı Nergis. Geceden açık kalan pencereden giren güz havası serinceydi. Gecenin en karanlık, en sessiz saatinde ter içinde uyanıp açtığı camı kapatmadan uykuya teslim olmuştu. Saate baktı, çok uyumuşum geç oldu, dedi, fırladı yataktan. Güne hazırlanmalıydı. İçindeki sevinç ayaklandı, beklediği gün gelmişti.
Nergis perdeyi açarken uyanan Nesim yatakta döndü, gözlerini açmadan söylendi. Az yavaş ol, yavaş, uyutmadın, dedi. Yeter uyuduğun, kalk hadi, bugün çok işimiz var, diyen Nergis’i duymazdan gelen Nesim yorgana sarıldı. Yeşilini soyunan ağaçlara, altın sarısı, bakır kızılı ölgün yapraklara göz gezdiren Nergis, bu yazı da yolcu ettik işte, ne çabuk? dedi. İki karakarga karşılıklı gaklıyordu, biri ıhlamurun tepesinde, biri erik dalında. Kesin sesinizi, nereye gitti serçeler, siz mi kaçırdınız onları, bet sesli kargalar… Salona geçip üç beş dakika kültürfizik hareketi yaptı, banyoya girdi, elini yüzünü yıkadı. Dün kestirip fön çektirdiği saçına eliyle çekidüzen verdi. İlk kez gittiği bu kuaför tam istediği gibi kesmişti, seçtiği model yüzüne yakışmış, istediği rengi de tutturmuştu. Eski kuaförüne artık gitmeyecek, kararı kesin, pek havalara girmişti, o dövmeli çam yarması. Ne öyle, kolunda çatal dilli yılan, omzunda akrep, ıhhh.
Kırmızı benekli elbisesini giyindi, kızının hediyesiydi. Mutfağa geçti. Geliyor, bi tanem geliyooor, kahvaltı şöleni başlıyooor… Kırıtarak, şarkı söyleyerek mutfak duvarındaki küçük televizyonu açtı. Yine o adam, bas bas bağırıyordu, yüzünü ekşitti, kanal değiştirdi. Yine o. Öfff her gün, her saat, her yerde, herkese ayar çekiyor, çek git, yıkıl, yıkıl, karşımda durma git artık, bezdirdin, hepimizi. Önce karga sesi, şimdi de sen, sabah sabah keyfimi kaçırma, uğursuz… Sağlık soslu magazin programı yapan kanalı açtı. Kırmızı, pancar, ayva, yeşil elma ve cevizli, nar ekşili salata tarifi veriyordu diyetisyen, tombik sunucuya, sayın konuklara, seyirciye, danışanlarına, takipçilerine. Bağışıklığı güçlendirir, metabolizmayı hızlandırır, tok tutar, kilo vermeye yardımcı olur, diyordu. Ay unutmadan yazayım, bana da lazım, bu yaz çok kilo aldım, o güne kadar en az altı yedi kilo vermem lazım… Televizyon ekranındaki saate baktı, fırını çalıştırdı, çay suyunu ocağa koydu, buzdolabından akşam hazırladığı börek, çörek tepsilerini, diğer öteberiyi çıkardı.
Kahvaltı tabağının olmazsa olmazı peynirdi. Önce peynir saklama kaplarını çıkardı. O da ne! Nesim’in peyniri kalmamış, suratı asılacak, bugün de yemesin. Diğer peynirleri çıkardı. Biricik kızının sevdiği beyaz peynir, eski kaşar, İzmir Tulumu vardı, hepsini ayrı ayrı tabaklara dilimledi, cevizleri peynir tabaklarının kenarına dizdi, ortadaki dilimlerin üstüne de birer cevizi yerleştirdi. Bu da tacınız olsun kızlar… kahvaltılıklarla sohbetini sürdürdü. Domates ve salatalıkların kabuğunu soydu, incecik dilimledi, tabaklara yerleştirip üstüne zeytinyağını sekiz rakamı çizer gibi gezdirdi, kekik serpiştirdi. Benekli oldunuz kızlar… Nesim girdi mutfağa, Kekik atma şu domatese, sevmediğimi biliyorsun, dedi. Geri dönüp banyo kapısına yürüdü. Nergis arkasından elini salladı. Zorla ağzına sokan mı var? Sevmezsen yeme, malak gibi yat, sonra da afra tafra…
Masanın karşısına geçip eksikleri kontrol etti, siyah zeytin, yeşilbiber ve maydanoz tabaklarına masada yer açarken diğer tabaklara dokundu, sıkışın kızlar sıkışın, kardeşlerinize de yer açın. Şakalaşıyordu tabaklarla, çocuklarıyla konuşur gibi. Böreği, ısınan fırına sürdü, sonra da çöreği sürecekti. Kurabiye akşamdan hazırdı. Fırında azıcık ısıtmak lazım.
Börek, çörek, çay, domates kokusu mutfağa sığmamış, odalara, evin her yanına yayılmıştı. Duştan çıkan Nesim, kahvaltı kokusunu soluyarak mutfağa girdi, tepsiden bir dilim börek alıp balkona geçti. Gülen gözü, cıvıldayan sesiyle tabaklara bi daha baktı, ince belli bardakları tepsiye dizdi. Zil sesiyle kapıya koştu, heyecanla açtı. Sevinci yüzünde asılı kaldı, bi tanesi değildi gelen. Gencecik, incecik bir kadın, yanında kıvırcık saçlı, küçücük, zeytin gözlü kara bir oğlan, saçı çalı çırpı gibi, dağınık, kirli, yere bakıyor. Abla kocam hasta, çalışamıyor, kiramı veremiyorum… Bekle dedi, kapıyı kapatıp gitti, börek dilimlerini koyduğu torba ve bozuk parayla döndü. “Kaymakamlığa git, yardım iste kızım,” dedi, kadın çocuğu elinden tutup çekti, üst kata giden merdivene yöneldi. Nesim balkondan bağırdı, “Siteye kim sokuyor bunları, nasıl giriyorlar? Hırlısı hırsızı, dilencisi, satıcısı cirit atıyor. Yönetime bi daha söylemek lazım, beşinci blokta birinin evini soymuşlar, duydun mu?
Koridordaki ayna karşısında kalınlaşan beline, büyüyen göbeğine baktı, bu fazlalıkları bir aya içinde atmam lazım. Atarım canım, koşturma günleri yakın, biraz da ağzımı tutmasını bilsem. Kahkaha attı, ay bana n’oluyor ki ben mi giyeceğim gelinliği? Hadi işine bak hadi, şimdi gelirler, dedi, mutfaktan gelen kokuya koştu, ay çörek yandı! Yanmamıştı. Saate göz attı, Ela telefon edeli bir saati geçmişti. Şimdi indim, Erdem bekliyor, az sonra geliriz, muhteşem kahvaltı sofran hazır mı, kurt gibi açım? demişti. Şimdiye gelmiş olmalıydı, nerede kaldılar, kaç dakikalık yol ki? Kahvaltıdan sonra gelinlik provası var. Ankara’ya tayinini yaptıracak birini de bulamadık. Çocukların, gençliği yollarda geçiyor. Nihah kıyılsın, bakarız, daha kolay olur, demiş, saatlerce kapısında bekledikleri danışman. İnşallah, bunların sözüne pek güven olmaz ya.
Televizyonu kapatıp balkona geçecekti, kumanda aletini eline aldı, ekranda son dakika yazıyor. Her sabah dinlediği, şakrak kızım, dediği sunucunun yüzünde, sesinde yas havası var. Çok sayıda ambulans diyor. Nergis irkildi, Aman Allah’ım yine mi, nerede? Telefonu alıyor, son arama kaydına basıyor, aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor. Kapatıyor. Sonra bir daha, bir daha, bir daha basıyor, hep aynı mekanik cevap. Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor. Telefondan umudu kesiliyor. Olduğu yere çöküyor, televizyona bakıyor, başına saplanan ağrı, yüzünde yanan ateş. Sunucunun ağzı açılıyor, kapanıyor, sesler kulağına çarpıyor, kulağından duvara, kapıya, masadaki tabaklara, tepsideki bardaklara çarpıyor, her şey sallanıyor, ses yankılanıyor, karışıyor. Kulağında uğultu, göğüs kafesinde gümbürtü. Kapı zili, telefon zili, sunucunun sesi, içinde çırpınan kuşlar, ıhlamur dalında gaklayan kargalar, alt yazıda, Ankara garı…