Herkesin bir Kara Keşiş sahibi olmasını istiyorum.
Mahmut Yıldırım: Anton Çehov, “Tebrik edin beni galiba delirdim,” der. Bu sözden yola çıkarak Kara Keşiş (Yine Delilik Hâlleri) adlı eserinizden ve delirmiş karakterlerinizden bahseder misiniz? Okurlarınızı neler bekliyor?
Adnan Ifran: Karakterlerin hepsi sıradan, basit insanlar. Her gün karşılaşabileceğiniz kimseler. Okur kendinden bir şeyler bulacaktır diye düşünüyorum. İç sesini yakalasın istiyorum.
İnsanlık denen güruhun korku nedeniyle doğadan ve kendi doğasından koptuğunu düşünüyorum. Çığ misali büyüyen bir mutsuzluk var ortada. Yakın zamanda İskandinav ülkelerinde intihar vakalarının çokluğundan bahseden bir yazı okumuştum. En örnek gösterilebilir coğrafya dahi anlamsızlık içinde boğulmuş bir hayatı yaşamaya çalışıyor. Yani delirmiş durumdayız zaten. Delirmeden bu hayata katlanabilen birileri var mıdır? Antidepresan, alkol, uyuşturucu ya da bir ütopya anlatıcısının afyonuna bırakmışız kendimizi. Hiçbiri yoksa para ve gücün sarhoşluğunu yaşıyoruz. Çehov bu günleri görseydi…
Herkesin kendisine eleştirel baktığında yalnızca kişisel değil toplumsal sorunların da daha anlaşılabilir hâle geleceğine inanıyorum.
Çözüm beynimde oluşmuyor. Bunu söylüyorum çünkü kitabın taslağını okuttuğum bazı arkadaşlarım insanların umuda ihtiyacı var. Bu kadar sorunlu insanlık için bir çözüm sunmalısın eleştirisi getirdiler. Herkese verdiğim klasik yanıtımı yeniden tekrarlayayım. Peygamber değilim, öyle bir iddiam da yok. Zaten o tür şeylerin çözüm olmayacağına inanıyorum. Okurun düşünmesi ve sorunlarla yüzleşmesini sağlayabilirsem benim açımdan yeterli.
Mahmut Yıldırım: Özgeçmişinizi pek rastlamadığımız tarzda, kurgusal bir öykü tadında aktarmışsınız. Dertlerinizi öykü yazarak mı sağaltıyorsunuz? Öykü, hayatınızda ne denli yer kaplıyor?
Adnan Ifran: “Sağaltmak” ne güzel bir kelime. Ama maalesef iyileştiğimi hiç düşünmedim. İyileşme ihtimalimi de. Yaptığım sadece çığlık atmak. Kendi adıma, diğer insanlar adına bir şey yapmak zorunda olduğumu düşündüğüm zamanlarda, yapabileceğim en iyi şey o çığlık. Hayatımı anlamlandırmak adına yapabildiğim, yapabileceğim yegâne şey. Umarım kuvvetli bir çığlığın yansımaları olur, bütün okurlar çığlık atarlar. İnsanlığın çığlığı yükselir. Korkularımızla yüzleşebiliriz. Sonrası? Sonrasını bilmiyorum. Elli yaşımdayım ve atalarımdan fazla yaşadım.
Mahmut Yıldırım: Birkaç saatlik rüyalar satın alan, yanlış yollarda yürüyen, yorulan, insanlığı öldürüp kurtuluşa ermek isteyen, deliren, kendine yabancılaşan, sorgulayan, gerçekle yüzleşen karakterlerin öyküleriyle felsefi düşünüşün küçük okulunu buluşturan bir anlatıcısınız. Kara Keşiş (Yine Delilik Hâlleri) beraberinde neleri getirip götürdü?
Adnan Ifran: Dahilik ve delilik arasındaki o incecik çizgiye dikkat çekmişti Anton Çehov. Ben herkesin bir Kara Keşiş sahibi olmasını istiyorum. Kara Keşiş kendi hikâyesini ulaşabildiği insanlar ile sürdürecek. Kendi öngörülerimle hayatı sınırlayamam. Bu, söylediklerimi inkâr etmek olur. O nedenle bu soruya yanıt vermeyeceğim.
Mahmut Yıldırım: Üslubunuzu belirlerken nasıl bir okur profili belirlediniz ya da bunu dikkate aldınız
mı?
Mahmut Yıldırım: Son olarak düşünce okulunuzda neler var? Yazmak istediğiniz konular, teknikler, okuma listeniz, yeni öyküler vs.?
Adnan Ifran: Yaşadıklarım sayesinde bugünkü kendimim. Doğrularımın ve yanlışlarımın sayesinde. Yarını planlayamam, yeniden sorgulayacağım. Yarın dünya farklılaşmış olacak, tabii ben de. Ama geçmiş hatalarım ve doğrularım ile yüzleşip o farklılaşmış ortamda yeni bir şeyler yapacağım. Belki bu arada hiç tanımadığım seçeneklerimin farkına varacağım ya da seçeneklerim kısıtlanacak.
Birgün ünlü bir yazarımıza, “Diliniz sağlam ve uzun betimlemeleriniz var. Anlatılarınızda bunlar çok ön planda ama söyleşinizde yeni neslin üç yüz kelime ile konuştuğunu belirtmişsiniz. İleride bu süreç tersine dönmeyecekse sizin anlaşılabilir olmanız için hikâyelerinizi sadeleştirmek isteyenlere ne söylersiniz?” diye sormuştum. Aldığım yanıtsa, “Hikâyelerime ve dilime dokunulmasını istemiyorum,” olmuştu.
Ben böyle düşünmüyorum. Dilin çok fazla şeyi yüklendiğini biliyorum. Aynı cümle yan yana iki insana aynı şeyi ifade etmiyor artık. Farklı uzaklıktaki insanlarda bu kopuş daha da büyük oluyor. Ayrı coğrafyalardan bahsetmiyorum bile.
Stefan Zweig okumayı çok severim. Onun hikâyelerinin üstünü kazıdığınızda farklı bir hikâyenin size anlatıldığını fark edersiniz. Ama üstteki hikâye de yaşamaya devam etmektedir. Hayattan anladığım da budur. Katman katman yaşanan bir dünya. Size her anlatılan hikâyenin altında aslında farklı bir hikâye vardır. Özellikle politikacılar bu alttaki hikâyeleri fazlasıyla derine saklar.
Bazen hikâye bittiğinde, “Sözü çok mu uzattım, gevezeliğe mi vurdum işi?” diye sorarım kendime. Şu an sorduğum gibi. Aslında beni bir roman kurgulamaktan alıkoyan en önemli şeydir bu. Belki yarın yeni bir seçenek görürüm önümde. Ne dersiniz?