1840 yılında dünyaya gelen Thomas Hardy şüphesiz İngiliz edebiyat tarihinin skandal ve saygın isimlerinden biridir. Hardy, 1871 ve 1897 yılları arasında on dört roman, üç cilt kısa öykü ve sayısızca şiir yazmıştır. En büyük romanları, Tess of the D’Urbervilles (1891) ve Jude the Obscure (1895), bu dönemlerde yayımlanır. 1898’den 1928 yılındaki ölümüne dek sekiz cilt şiir yayımlar ve hayatı boyunca yaklaşık dokuz yüze yakın şiir yazdığı söylenir. Kendisinin eserlerinde manzara ve doğayla güçlü bir bağlantısı vardır. Onun için güneş ışığı mutluluğu, yağmurlu havalar ıstırabı temsil eder. Değişen doğa olayları karakterleri üzerindeki güçlü duyguların belirtisidir. Modern anlamda hem natüralist hem de pastoral sahnelerin etkisi görülür ve eserlerinde ağırlıklı olarak trajediye yer vermesiyle tanınır.
Hardy’nin yaşadığı dönemi baz alarak eserinde üç ana temayı ele aldığını söylemek mümkündür: yoksulların yaşadıkları çağın burjuva dünyasında kendi düzenlerini kurabilme mücadelesi, ataerkil bir toplum tarafından yönetilen kadınların yaşamlarında var olan evlilik kurumu ve elbette kilisenin ve dinin bir İngiliz yaşamı üzerindeki etkisine değiniliyor. Hardy’nin ahlaki görüşü skandal olsa dahi ve bu kitabın talep ettiği görünen toplumsal ve sosyal statünün olası sonuçları tehlikeli olsa da burada duygusal açıdan yıkıcı sorunları olan karmaşık karakterlerin en büyük yaratıcılarından biri olduğunu kanıtlıyor. Basitçe dile getirmek gerekirse, okuyucuyu güçlü bir şekilde harekete geçiriyor. Bu sebepledir ki yaşadığı dönemin basmakalıp fikirlerine karşı bir savaş veriyor.
Adsız Sansız Bir Jude, yayımlandığı andan itibaren evlilik kurumuna yönelik bariz saldırısıyla yalnız halkı tedirgin etmez Hardy’nin yaşamını ve bilhassa evliliğini de güç duruma sokar. Thomas Hardy’nin sevgili eşi Emma Hardy, Adsız Sansız Bir Jude’un otobiyografik roman olarak anlaşılmasından sık sık endişe duyar. Belki de bunda biraz da olsa haklılık payı vardır. Dönemin bazı okurlarına göre eser gerçekten de yazarından izler taşımaktadır. Skandal kitap olarak bilinen bu radikal kitap gün gelir kitapçılar tarafından kahverengi kâğıt çantalarda satılır. Yasaklı ve neredeyse lanetlenen eser uzun bir süre gizli olarak okunmaya devam eder. Öyle ki, Wakefield piskoposu Walsham How kitabın kopyasını yakmasıyla adını tarihe kazır. Hardy, 1912 tarihli yazısında, bu olaya karşın aslında kitabın kariyerinin bir parçası olduğunu belirtmek istercesine atıfta bulunur: “Basından gelen bu düşmanca tutumun ardından kitabımın bir sonraki talihsizliği ise bir piskopos tarafından yakılmak oldu.”
‘‘Medeniyetin bizi içine sığdırdığı toplumsal kalıpların esas benliklerimizle olan benzerliği, gezegenlerle onların haritaları arasındaki benzerlikten pek farklı değil.’’
Yazar’ın henüz ilk sayfalarda kuşları anması, ağaçların kesilirken duyguya kapıldığını ve bunu karakterin duygularıyla bağdaştırması dahi onun kaleminin pastoralliğini ve şairliğini yansıtmakta. Thomas Hardy, kitabın ilk yarısında kırsal hayatın şartlarında yaşayan Jude karakteri ve onun bedbaht talihini okur ile tanıştırıyor. Sırasıyla çocukluk ve gençlik yıllarıyla karşımıza çıkan Jude, öğrenme azmini kaybetmemiş, okula hiç gitmeden okuduğu kalın kitapları ve dahi hayalleri olan birisidir. Genç Jude, kırsal yaşam ve hayalini kurduğu büyük şehir yaşamı arasında git gel yapıp üniversite hayalleri kurarken ilk olarak bir profesör tarafından bu hayallerine set çekilir. Jude’un eğitim hayatı için verdiği sınıfsal mücadele takdire şayandır fakat bu öğretim üyesinin Jude’a hiçbir zaman üniversite okuyamayacağını ve onun gibi yoksul, köylü birinin boşuna çabalamaması gerektiği ironik bir dille yüzüne tokat gibi çarpılır. Sınıfsal ayrımın gerçek manada ilk ayağı kendini burada gösterir.
Kitabın ikinci yarısına gelindiğinde toplumsal normların bireyin kendisini yok sayma derecesine kadar götürdüğü görülüyor. Yazar, topluma dayatılan değerlerin ve ahlak kurallarının ne denli felaketlere yol açacağını savunarak düzene karşı çıkıyor. Bir noktada evlilik kurumu olmadan da birbirini seven iki insanın aynı evde ilişkisini sürdürebileceğini savunuyor. Kadının köle konumuna gelip özgürlüğünün elinden alınmasına dem vurduğu sayfalar karşımıza çıkıyor. Umutsuz ve sıkışmış bir hayat arasında var olmaya çalışan Jude karakteri kitabın en sağlam ve en güçlü karakteri olarak yaşamını sürdürüyor. Nihayetinde intihar ettirilmiyor fakat hayattan ümidini de kesiyor.
‘‘Evlilik yasaları insanların huyuna göre yapılmalı, onları da bir sınıflamaya sokmalı. Bir insan yaradılış bakımından herkesten değişikse başkaları için mutluluk doğuran yasalar ona işkence oluyor!..’’
Viktorya dönemini tekrar anımsayacak olursak Thomas Hardy, toplumun kadına ve evlilik kurumuna bakış açısını oldukça cesur cümleler sarf ederek okura sunmuş birisi. 1912 yılında evlilik ve boşanma ile ilgili yasaların, İngiliz halkının en azından yarısının mutsuzluğunun sebebi olduğu pek aşikâr. Anlaşmalı boşanmanın olmadığı ancak erkek isterse ve şayet mahkemede uzun zahmetlere katlanılarak bunun gerçekleşeceğini her iki kadın karakter olan Arabella ve Sue üzerinden eleştiriyor. Çünkü yaşadığı dönemin kadınları evlendiği takdirde yasal bir kişi olma hakkını kaybetmekteydi. Boşanma süreci ancak zenginlerin başa çıkabileceği kadar pahalı bir süreç olduğundan, toplumun büyük çoğunluğu için imkânsız bir süreçti. Hardy, kitabında tüm bu haklı noktalara değinirken neden bu denli fazla eleştiriye maruz kaldığını da pekâlâ anlamanız mümkün.
Velhasıl, Adsız Sansız Bir Jude, varoluşuna bir anlam kazandırmaya çalışan mutsuz bir karakterin yaşamını her yönüyle içerisinde tehlikeli cümleler barındırarak etraflıca ele alan bir eser diyebiliriz. Yakılması, gizli satılması, topluma ve yüksek kesimlere endişe vermesi, insanları yoldan çıkaracak düşüncesi etrafında şekillenen her şeyin aslında eserin var olmaya çalıştığı katı dönemde ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi olabilir. Karakter psikolojileri, ruhsal çözümlemeler yapmak ve varlık sancısı üzerinde biraz durmak adına okumanızda yarar var.