Yusuf Atılgan’ın 1973’te yayınlanan ikinci romanı Anayurt Oteli’nin kahramanı, daha doğru bir deyişle, anti-kahramanı Zebercet’e dair pek çok değerlendirme yazıldı. Türk romanının, hakkında en çok yazı yazılan karakterlerinden, anti-kahramanlarından biridir Zebercet. Bunu belirlemeyi rahatlıkla yapabileceğimize inanıyorum.
Zebercet için söylenegelen “şizoid”, “nevrotik”, “yabancılaşmış”, “yabanıl”, “saplantılı”, “tutunamayan” ve benzeri tanımları Yusuf Atılgan’ın roman dünyasına ilgi duyan okurlar çok iyi bilirler.
Zebercet’e dair bu tanımlara biz okurları ulaştıran en önemli belirleyen, hiç şüphe yok ki Zebercet’in cinsel yaşamıdır. Pek çok eleştirmen, edebiyat kuramcısı Zebercet’i incelerken, onun saplantılı ve mutsuz cinsel yaşamına mutlaka eğilmek zorunda hissetmişlerdir kendilerini.
Zaten romanın İletişim Yayınları’ndan 1989’da çıkan dördüncü baskısının arka kapağında şu tanıtım metni yer almaktadır: “Küçük bir kasabadaki otelin kâtibi olan roman başkişisi Zebercet’in cinsel yönü ağır basan yabancılaşmasının ve kimlik arayışının bir anlamda hastalık boyutuna varan sonuçlarının anlatıldığı Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın ikinci romanı.”
***
Anayurt Oteli’nin kahramanı ya da anti-kahramanı Zebercet de tedirgin bir insandır. Hatta tedirginliğin ötesinde psikoza varan psikolojik bir hal içindedir. Yedi aylık, prematüre doğmuş, narin yapılı, kendini yalnız hisseden; iletişimsizlik, cinsel doyumsuzluk, şiddet ve saçma sarmalında tükenen, intihara yürüyen bir insandır.
Roman, gecikmeli Ankara treninin getirdiği ve Anayurt adlı kasaba otelinde bir gece kalan çekici, cinsel çekiciliği daha da yoğun bir kadını anlatarak başlar.
Romana bu anlatımla başlanması boşuna değildir. Çünkü romanın esas kahramanı Zebercet için, yani cinsel mutsuzluğu yaşayan Zebercet için, platonik, sentimental aşkın temel koşulları sağlanmaktadır. Daha sonra romanda geri dönüşlerle Zebercet’in geçmişi anlatılır: Tüm çocukluğu ve delikanlılığı boyunca annesi, babası ve çevresi tarafından hafife alınmış, küçümsenmiş, kendisiyle sürekli alay edilmiştir. Hatta sık sık kız çocuğuna benzetilir çevresince. Hep aşağılanmış, ciddiye alınmamış, itilip kakılmış bir çocuktur. Travmalarla geçmiştir çocukluğu Zebercet’in.
İşte böyle bir çocuk olan Zebercet için, Anayurt Oteli adeta bir ana rahmidir. Korunaktır. Sığınaktır. Kendini iyi hissettiği tek yerdir. Dışarı çıktığında, sokaklara, caddelere karıştığındaysa hayatın gürültüsü ve telaşı içinde bocalamaktadır.
Tuhaf bir cinsel hayatı vardır Zebercet’in.
Anayurt Oteli’ne on yıl kadar önce köyden getirilmiş, ortalığı silip süpüren, yemek pişiren, hantal, tembel, hiçbir çekiciliği olmayan bir kadın vardır otelde: Ortalıkçı kadın. Zebercet uykusu çok ağır olan bu kadınla garip, tuhaf bir cinsellik yaşamaktadır. Kadın uyurken, Zebercet durumdan yararlanarak, adeta “ölü sevici” bir cinsellik yaşamaktadır. Kendinde olmayan, uyku halindeki kadınla yaşanan bu cinsellik, Zebercet’in mutsuzluğunun da bir göstergesidir aynı zamanda.
Bu arada bir gün otele öğretmen bir çift gelip bir hafta kalırlar. Gençtirler; kadın güzel, erkek yakışıklıdır. Sağlıklıdırlar. Mutludurlar. En önemlisi mutlu bir cinsel yaşamları vardır. Otel kâtibi Zebercet, bu mutlu yaşam karşısında şaşırmış, şaşırmaktan öte imrenmiştir. Kıskanmıştır da. Zaman zaman kulağını oda kapısına dayar ve sevişme seslerini dinler. Genç kadın sık sık inler ve “Oh bırakma beni bırakma beni, nasıl seninim” der. Zebercet’in bu sevişme seslerini dinlemesi, kendi mutsuzluğunu ve doyumsuzluğunu hissetmesine yol açar.
Bir yandan da gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının Hacırahmanlı’dan dönüşünü hayal eder. Böyle bir umut besler. Bu, platonik aşkın özlemidir. Ve zaman zaman Zebercet dışarıya çıkar: Sokağa. Otelin dışına. Ana rahminin dışına. Kendisine hep kötü davranılan sokaklara, caddelere. Toplumsal yaşamın içine girer. Zebercet’in sokaklardaki hayatının anlatılması, romanın en işlevsel bölümleridir. Zebercet’in cinsel bunalımlarını, sağlıksızlığını daha net ve somut görürüz sokaklarda. Çünkü sokaklarda, berberde, giyim mağazasında yapıp ettikleri, hep mutsuzluğa, yalnızlığa, iletişimsizliğe işaret eder. Bir yandan Hacırahmanlı’dan gelecek olan kadını beklemektedir, hayaller kurup umutlar büyütmektedir, diğer yandan umut ve bekleme coşkusu içinde yalpalamaktadır. Bu sırada yeni bir takım elbise alır, bir çift ayakkabı alır, tıraş olur; böylece kendisini “hayali buluşmaya” hazırlar. Ta ki kadının gelmeyeceğini anlayana kadar.
Tek taraflı, platonik aşkının gelmeyeceğini anladığı zaman da hayata küser Zebercet. Oteli tadilat bahanesiyle kapatır. Müşteri kabul etmez. Meyhaneye gider, horoz dövüşüne gider, sinemaya gider. Horoz dövüşü izlerken tanıştığı, henüz bıyıkları terlememiş delikanlıyı, sinemaya kovboy filmi seyretmeye davet eder. Birlikte girerler sinemaya, yanyana otururlar. Film sırasında yanında oturan, henüz bıyıkları terlememiş, gencecik delikanlının bacağına bacağını dayar. O delikanlıdan bir cinsellik umar. Ama sonuç alamaz. Otele döndüğündeyse, yine uykusu ağır, şişman, çirkince olan “ortalıkçı kadının” koynuna girer. Artık özlediği, hayal ettiği cinselliği yaşayabileceğine dair bir umudu kalmamıştır. Temizlikçi kadın bile uykusunda ya da uykuyla uyanıklık arasında “Hoşt köpek” diye bağırmaktadır. Öfkelenir Zebercet. Umutsuzdur, ümitleri sıfırlanmıştır, mutsuzdur. Ağır hareketlerle temizlikçi kadının boğazını sıkar ve kadını öldürür. Bu olayın tek tanığı otelin kedisidir. Zebercet hızını alamaz, bir tavayla kediyi de öldürür. Kadının cesedi otelde çürümeye dururken, Zebercet yeniden dışarı çıkar: Sokağa. Ve çok ilginçtir ki, kasabanın adliyesinde herhangi bir cinayet davasını izlemeye gider. Hâkim, o sırada yargılanmakta olan cinayet zanlısına sorular sormaktadır. Zebercet de oturduğu yerde, kendisi yargılanıyormuşçasına bu sorulara içinden cevaplar verir.
Mahkemeden çıkar, daha önce otele müşterisiyle gelen bir fahişeyle karşılaşır. Fahişeyi otele davet eder. Fahişe, “üç çeyrek sonra”, yani 45 dakika sonra geleceğini söyler. Ama Zebercet’i eker. Gelmez.
Böylece Zebercet’in, bir fahişe de dahil, hiç kimseyle sağlıklı bir iletişim kuramadığını, kuramayacağını görmüş oluruz. Zebercet de, herkes tarafından dışlandığını anlar.
Zebercet için bir çıkış yolu, bir umut yoktur artık.
Zebercet, gecikmeli Ankara treniyle gelen ve otelde bir gece kalan o gizemli ve çekici kadına, takıntılı (obsesif) bir duyguyla da takılır. Zebercet için bir takıntı haline gelmiştir artık o kadın. Kadının odasını titizlikle korur. Başka müşteri kabul etmez o odaya. Yatağın ayakucuna doğru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, gece lambası, küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara, tepsideki çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık. Hepsini takıntılı bir ruh haliyle korur.
Zebercet yıllar önce bu otelin bir odasında doğmuştur. Zebercet’in doğduğu oda, gecikmeli Ankara treniyle gelip otelde bir gece kalan ve Hacırahmanlı’ya giden kadının da kaldığı odadır. Zebercet, işte o odada, yatağın üzerinde bir intihar düzeneği hazırlar. Yatağın üzerine çıkar ve kendini asar.
***
Hilmi Yavuz bir değerlendirmesinde, Zebercet’i net olarak “nevrozlu” olarak niteler. Ve roman boyunca göreceğimiz gibi Zebercet’in mastürbasyondan eşcinselliğe, fetişizmden hayvana cinsel ilgiye kadar bir dizi eğilim sergilediğini hatırlatır. (Roman Kavramı ve Türk Romanı, Hilmi Yavuz, Bilgi Yayınevi, 1977)
Ülker Onart da, Zebercet’in bireysel ve ruhsal yapısının bozukluğundan söz açar. Ayrıca horoz dövüşünde tanışıp birlikte kovboy filmi izlemeye gittikleri delikanlıya duyduğu eşcinsel ilgiden söz açar.
Berna Moran da, Freudçu bir yaklaşımla, oteli, Anayurt Oteli’ni Zebercet için bir ana rahmi yerine koyar.
***
Atılgan bu romanında, Zebercet’in şahsında, çağımızın nevrotik ve yabancılaşmış insanına pek çok göndermede bulunur.
Berna Moran’ın şu belirlemesi önemlidir: “Zebercet yalnızlığı, iletişimsizliği, kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç noktalarda yaşar, ama sorunu genel insanlık sorunudur. Ayrıca romanın topluma dönük bir yanı olduğunu unutmamalıyız. Atılgan haksız düzenden, sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir tür başkaldırı romanıdır, çünkü dolaylı bir biçimde sergilediği toplum, anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve ahlâksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur.”
(*) Bu metin, 9-10 Ekim 2009’da Edebiyatçılar Derneği ile Gediz Dergisi işbirliğiyle Manisa ve İzmir’de düzenlenen “Ölümünün 20. Yılında Yusuf Atılgan / Manisa’nın Hacırahmanlı Kasabası’ndan Edebiyatın Evrensel Sesine” başlıklı panelde sunulmuştur.