1981, Samsun doğumlu Hatice Tarkan Doğanay, bir önceki kitabı Siyah Ceketli Kadınlar’da (2020) (Aynı zamanda ödüllü bir kitap olduğunu belirtelim) kadınlık acılarıyla örülü duyarlığının yansıtılmasında, şiirinin geleceği açısından olumlu izlenimler bırakmıştı bende.
Aradan geçen üç yıl sonrasında yayımlanan Yüzüme Oyulan Havva’da* biraz daha geniş açıyla bakılıyor sorunsala. Bu bakışta, ilahi sorgulamadan sistemsel sorgulamaya kadar Tanrı’yı her şeyin (her ilişkinin) merkezinde görüyoruz. Üç bölümlük kompoze şiirler akışında giderek ciddi bir bireysel sorgulamaya tanık oluyoruz. Çünkü sorgulandıkça büyük bir yalnızlığa dönüşen kadının varoluşsal sıkıntısı gizli böyle bir arayışta.
Şair, Adem’in kaburga kemiğine bağlanan eğretiliğin ve eylemsizliğin farkında. Dinsel baskı, en küçük birimde aile ve mahalle baskısı uzantısıyla göz açtırmıyor kadına. Sınıflı toplumlarda devlet eliyle sürdürülen baskı da aynı kaynağa dayanıyor kuşkusuz. Yer yer şiddetini dayanılmaz boyutlarla duyuran amansız bir baskıdan söz ediyoruz. Bu noktada doğanın aynasına bakmak yetip artıyor. Üstelik orada “Tanrının altın oranı”yla dengelenen sonsuz bir uyumu dillendirerek varlığını temize çekmeye çalışıyor şair. Çünkü orada çırılçıplak açığa çıkan tutsaklık ve özgürlük ayrımında, yabancılaşmanın doğurduğu yanıtsız soruları çoğaltmak olası:
müfreddeta dahil olduğum yerden baktığım aklın ışığı
helal bir susuşla ısırılan çocukluğuma
uysal bir dokunuşla kusuru kondurulan karanlığın kokusu
sonra ben kutsal ve çamurlu
sonra ben bulanık bir avuntu” (s:20)
“ey sarhoş etmeye meyilli kabahat
kim kiminle sevişmiş de doğmuş bu kainat…” (s:21)
Varoluşsal sıkıntının yarattığı cenderede ayrıca bir cehennem aramaya gerek yok gibi! Kadının modern birey katına çıkmasını engelleyen her ayrıntı başlı başına bir azap! Hatta kutsal kitaplardan kara kaplı kitaplar manzumesine kadar akıl almaz lanetlerden ve baskılardan söz edebiliriz:
“tenle ruhum arasında tanrıyla çatışıyor derim
bazen tabuta bazen bir orana sığmaya çalışan yüzüm gözüm
görünmez ayrıntılar arasına saklanıp
zarif bir deniz kabuğu cenazesine ağlıyor usulca” (s:29)
“işte sessizliğim yerle gök arasına istiflenen
dünya dolusu bunca insan tanrınındır
yalnızlık denen oku birbirimize attığımız
sonra da sırtımızdan topladığımız yer burasıdır” (s:36)
Sorunu derinliğiyle ölçüp biçmenin ışığında yalnızlığın büyük tutsaklığa, giderek sistemsel köleliğe dönüştüğü yeri işaret etmek, dahası insani gerçekliğimizden yayılan gül kokusunu duyumsamakla eşanlamlı bir iyimserliğe koşullanmak, şiiri daha bir işlevsel kılıyor:
“ben bu cana sığmazdım
gecenin içi benim evim olmasa
arada bir tenezzül edip
bütün tozlardan arınmış bir gül gibi burnuma
gerçek olmayacak kadar kokmasa…” (s:46)
Kapsamı biraz daha genelleştirip soylu kılmak için, kitabın son şiiri Özüne Sığınan Gelecek’in dizelerini özümsememiz gerekiyor. Şairin başından beri sözünü ettiği ‘herkes için eşit iktidar arayışı’nın yolu öyle sanıyorum ki, “hepimiz borçluyuz birbirimize” (s:69) gibi bir son dizenin yolu dirimsel bağlaşıklıktan geçiyor.
Elma kokusunu önceleyerek, Yüzüme Oyulan Havva’’yı okumanız dileğiyle…
*Yüzüme Oyulan Havva – Hatice Tarkan Doğanay, Metinlerarası Kitap, 1.basım, Kasım 2023