Kurgusallık ve görüntüye sadık kalma çelişkisine dönersek, var olan ortama çevrilmiş kamera ya da vizör; o ortamı olduğu gibi yansıtan çizim ya da boyama; ayrıca düzeni belirli olan mekânı olduğu gibi algılayan/anlatan üç boyutlu yaratım, aslında sözü edilen alandaki ‘dengesizliği’ de ‘olduğu gibi’ yani direkt kopyalama aktarımına çevirir. Burada özgürce müdahale edilmiş ‘bilinen’ ortam; estetikle kurgulanmış alana çevrilir ve biçimsel dengeyi sağlamak adına bu olay doğru ve anlamlı bir özellik içerir. Sinemada estetik mekân, kurgusal mekâna dönüşebilir. Çünkü kamera açılarının seçiminden, ortamı ‘boyamaya’ kadar uzanan çeşitli olanaklara sahiptir yönetmenler. Fon ve kostüm renkleriyle ‘düzenli’ bir denge sağlanabilir ayrıca. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, Resnais’nin “Last Year at Marienbad” filminde, çok geniş bir alana, canlı ve cansız nesneler satranç taşı gibi yerleştirilirken, aynı filmdeki ‘plastik sunum’ alabildiğine dikkat çekicidir. Görselliği üç boyutlu yansıtmak söz konusudur burada. Yıllardır dünyada gerçekleşmiş olan Land art denemeleri, gerçek mekânı estetik mekâna çevirmenin eşsiz bir örneğidir. Rönasans’ın ve klasik sanatın yüzey üzerinde derinlik yaratma çabaları, empresyonizm de de, sonraki pek çok akımda da sürer. Oysa Modigliani’de, Matisse’de, Raoul Dufy’de, bizdeki Fikret Muallâ’da da olan ‘yüzeysellik’ de başlı başına derinliksiz bir mekân değerlendirmesidir.
Carol” 1960’ları yansıtan, Cate Blanchett’in üst düzey oyunculuğuyla dikkat çeken zarif bir sinema örneği. Burada uçucu renkler, flu atmosfer izlenimci resimlere göndermeler yapar bir bakıma. Fondaki görüntü derinliklidir. Yer kavramı, klasik bir bakışla belirlenen bir düzene uyar. Kurgusallıktan çok doğal realiteye göre düzenlenir biçimler. Elbette günün sinema örneklerindeki görüntü ve anlam, gerçekte kavramsallığa daha yakın olmak zorunda bana göre; daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi. Kavramsallık ve mekân ilişkisinin çok ilgi çekici bir boyutu olduğunu düşünüyorum ayrıca.
Aslında boşluğa ve geniş alana kamera çevirmek de bir mekân değerlendirme eylemidir. Büyük alanlarda gerçekleşen, çoğu felsefi/ kavramsal özellikler taşıyan Land art uygulamalarından, ‘bir galeri bütünlüğünü mekânsal düzenlemelere değerlendirmeye kadar uzanan çalışmaların’ da bir bütünlük kaygısı bulunmaktadır. Bunun tam tersi olarak, Lautrec’de, yine Fikret Muallâ’da var olan renksel planlamalarla yüzeysel değerlendirmeler yapmak, bir renk ve biçim virtüözü olan Mustafa Ayaz’da biraz farklı bir biçime bürünür. Ayaz derinliği pek sevmez. Ancak bu olayı sanatçının kullanma biçimi, renk planlarının düzeninden yararlanma şeklindedir. Bu renk planlarının sağladığı tablo bütünlüğü, sözü edilen çalışmalardaki ‘yer’ kavramının akılcı bir biçimde kullanılmasına yöneliktir ve buna dayanır. Yani Mustafa Ayaz figürlerinin, -çalışmalar yüzeysel bir nitelik içerse de- dayandığı bir mekân, estetik olarak da kurgusal olarak da hep vardır. Bu nedenle modülasyonun pek kullanılmadığı bu yapıtlarda Chagall tablolarında olduğu gibi figürler havada pek uçuşmaz. Mekânın kullanımındaki estetik düzen ve kompozisyon kaygısı, genelde temel sanat eğitiminin kurallarına dayanmaktadır. Bu konu sinema/tiyatro vizörü/’dış bakışı’ için de böyledir.
Mekân değerlendirme ve düzeninin, bir tiyatro sahnesinde bile var olması gerektiğine inananlardanım. Bu nedenle mekân ve biçim dengesinin bütün görsellik içeren sanat yapıtlarında var olması gerektiğine inanıyorum.