Önce Kıbrıs’ta yayımlanan ve kısa sürede Kıbrıs’ın en çok okunan kitapları arasına giren Ahmet Şimşek’ten Hammurabi Şubat 2021’de Vacilando Kitap etiketiyle Türkiye’deki okurlara sunuldu.
Yazar Ahmet Şimşek öykülerinde kimi zaman bir arada kalmanın yolunun susmaktan geçtiğine inananlara tutuyor ışığı, kimi zaman fanusuna asla dönemeyecek bir balık çaresizliğindeki yalnızlara. Yoğun duyguların ön plana çıktığı öykülerle okuru yanına alıp bir sorgulamaya, bir yüzleşmeye itiyor.
Mustafa Okumuş: Bu ilk öykü kitabınız hakkında konuşmaya başlamadan önce sizi biraz daha yakından tanıyalım. Nasıl bir çocuktunuz? Kitaplarla olan ilişkiniz nasıl ve ne zaman başladı?
Ahmet Şimşek: İçine kapanık bir çocuktum, arkadaşım yoktu ama erkek kardeşim vardı. Reşit olana değin anne, baba, öğretmen… Aklınıza gelebilecek bütün otorite figürlerinin sözünden neredeyse hiç çıkmadım. Azar yememek için her şeyi yapar, erkek kardeşimi bile bizimkilere ispiyonlardım. Söylediklerinin aksini yapmadığım sürece kimse bana karışmazdı çünkü.
Bizim sınıfta okumayı ilk söken çocuk olmuştum ve okuldan eve döndüğümde anneme okumayı söktüğümü ve bana kitap almasını söyledim. Aynı akşamüstü tam kapatırken bir sahafa yetiştik, kitapçı bana bakıp birkaç kitap gösterdi. Kızıl saçları hoşuma gitti diye Küçük Deniz Kızı’nı almıştım. Sonra, Yalvaç Ural’ın çıkardığı Miço’yu isterdim bizimkilerden her hafta, almazlarsa da surat asardım. Sanırım kitaplarla olan ilişkim de o ara başladı.
Mustafa Okumuş:Yazabilmenin yolunun öncelikle iyi bir okur olmaktan geçtiği kabul edilirse, sizin okurluk süreciniz esnasında yazmaya karar verdiğiniz bir kırılma noktası oldu mu? Yazmaya nasıl ve ne zaman başladınız? Sizi kimler etkiledi?
Ahmet Şimşek: Ben daha çok kendi kafasında yaşayan biriyim. Lise döneminde kılıçların ve düşmüş meleklerin olduğu fantastik bir macera romanı yazmayı denemiştim. Kafamdaki dünya kafama sığmamaya başlamıştı sanırım ya da o dünyayı başkaları da görsün istiyordum bilmiyorum. Tabii daha çok eğlendiğim için yapıyordum bunu, ama beceremediğimi düşünüp yarım bıraktım. Sonra yerel bir gazetede bir talep üzerine yazdığım, öykü tarzına yakın bir yazım yayımlandı ilk kez. 16 yaşındaydım ama yazı heyecanlı ya da fantastik değildi, canımı sıkacak şekilde gerçekçiydi. Bir daha asla yazmak istemedim. Beş sene sonra, 2016’da, gene canımı sıkan bir konuda, yine öykü tarzına yakın bir yazı gönderdim aynı gazeteye. Kendimi tutamayıp yazmıştım ve yazı yayımlandı, ama bu sefer yazma işi de hoşuma gitti ve devam etmek istedim. İlk kez o zaman yazar olmak istedim. En çok Salinger’dan, Steinbeck’ten ve Proust’tan etkilendim. Cennetin Doğusu hâlâ en sevdiğim romandır.
Mustafa Okumuş: Birçok edebiyat dergisinde öykülerinizin yayımlandığını biliyorum. Dergi sürecinden biraz bahseder misiniz?
Ahmet Şimşek: 2016’da yazar olmaya karar vermiştim. Öncesinde iki de yazım yayımlanmıştı ama o yazılara gelen tepkilerden midir neden bilmem, yeniden yazmaya cesaretim yoktu. Dahası tamamen gerçekleri değil, kurgusal şeyleri yazmak istiyordum. Ve iyi şekilde yazmak istiyordum. Ankara’da ki bir yaratıcı yazarlık kursuna gittim. Kurs parasını çıkarmak için önceki tatilde garsonluk yaptım. Kurs hocamın önerisiyle edebiyat dergilerini takip etmeye başladım. Tabii ki kimse olumlu dönmüyordu. Dahası Kıbrıs’taki bir durum yüzünden sürekli gidip geliyordum ve dersleri hep kaçırıyordum. En son bir dergi dönüp öykü dilimin gelişmediğini ve öykü ustalarını okumamı söyledi. Ben de öyle yaptım. 2017’de ilk kez bir öyküm Öykü Gazetesi’nde çıktı (Bugün İntihar Etmeyeceğim) ve iki sene boyunca öykülerim, arda hem Kıbrıs’ta hem Türkiye’de art çeşitli dergilerde yayımlandı.
Mustafa Okumuş: Hangi aşamada bu öykülerin artık bir kitap olmasını istediniz?
Ahmet Şimşek: Bir yerde bazı öyküler diğerlerinden farklı gelmeye başladı. Bazı öyküleri bilerek dergilere göndermiyor, olursa diye kitaba saklıyordum. Bir dosya hazırladım. Daha çok Kıbrıs’ı anlattığım öykülerde mizah kısmı aşırıya kaçıyordu ve bunlar dosyada sırıtıyordu ve ben dosyada bir bütünlük görmek istiyor ama bunu bir türlü göremiyordum. Mizah öykülerini çıkardım ve Kasetçi Ahmatov öyküsünü Hammurabi dosyasını tamamlamak için sonradan yazdım. Ciddi ciddi dosya için yazdım o öyküyü ama nihayetinde bitmiş gibi hissettim.
Mustafa Okumuş: Hammurabi’nin Kıbrıs’ta oldukça enteresan bir serüveni var. Bize biraz bu serüveni anlatır mısınız?
Ahmet Şimşek: Kıbrıs’ta bildiğim tek bir yayınevi vardı. Işık Kitabevi. Dosyayı ilk onlara götürdüm ama onlardan dosya için bir geri dönüş alamamıştım o zaman. Sonra Türkiye’deki orta ölçekli yayınevlerine gönderdim olumlu bir geri dönüş olmadı, daha sonra büyük yayıncılara gönderdim hiç olmadı. Ben de öykü dosyamdan umudumu kestim. Bir roman yazmaya başladım.
Bu sırada bir arkadaşım internette gördüğü bu kitapçık fikrini ortaya attı ve ben de neden olmasın dedim. Askerdeyken biriktirdiğim biraz para vardı. Ben de Hammurabi’den yedi tane öykü seçip 60 sayfalık bir kitapçık hazırladım. 200 küsur kitapçık bastırdım. Bu kitapçıkları sosyal medyada satışa çıkarmayı düşünüyorduk. Zamanlaması şans eseri kardeşimin de içinde yer aldığı bir sokak festivaline denk gelince, kitapçıları ilk orada duyuralım dedik. Daha çok el işlerinin satışa çıkarıldığı bir sokak festivaliydi bu ve Hammurabi, umduğumuzdan çok daha büyük ilgi gördü. Neredeyse tüm kitapçıkları aynı gün içinde sattık ve insanlar da “Ahmet Şimşek diye bir çocuk öykü yazıyor” diye duymaya başlamış oldular. Sonra yerel bir televizyon kanalında bir kitap programına konuk ettiler. İnsanlar “Ahmet Şimşek diye bir çocuk öykü yazıyor” diye görmüş oldular. Bu sırada kalan kitapçıklar da bitti, benim elimde bile kalmadı, hatta fazladan bile basıp isteyenlere gönderdik.
Daha sonra kâr amacı gütmeyen bir sanat topluluğu bana kitap için sponsor oldu. Çünkü anlaşılan Kıbrıs’ta parasız kitap basılmıyordu ve bende de para yoktu. Ama kısa süre sonra sponsor toplulukla anlaşamayıp oradan ayrıldım ve Hammurabi’den ikinci kez vazgeçmiş oldum. Araya da Korona girmişti ve Hammurabi için gerçekten de hiç umudum kalmamıştı artık. Aylar sonra manavda meyve seçerken, Işık Kitabevi Yayınları’nın sahibesiyle karşılaştık ve bana “Hammurabi’yi biz basalım ister misin?” diye sordu.
Mustafa Okumuş: İlk kitap bir yazar için zorlu bir basamak olsa gerek. Edebiyat ortamına baktığımızda da yeni bir yazarın yazdıklarını okurlara sunabilmesi çok da kolay görünmüyor. Kitabın yayımlanma sürecinde zorluklar yaşadınız mı?
Ahmet Şimşek: Sanırım Hammurabi’nin Kıbrıs macerasında buna da biraz cevap vermiş oldum. Işık Kitabevi’yle anlaşmadan önce gönüllü arkadaşların da desteğiyle Hammurabi’yi baskı için hemen hemen hazır etmiştik aslında. Sadece param yok diye bastıramıyordum ve ailem dahil herhangi birinden sponsorluk da kabul etmiyordum artık. Kıbrıs için en büyük zorluğu buydu. İnsanlar bana kitap ne zaman basılacak artık diye soruyordu ve bir cevap veremiyordum.
Hammurabi’yi bu süre boyunca duymuş olup da basılmasını bekleyen ve çıktığında buna sevinen çok fazla insan vardı cidden ve zaten bu da Kıbrıs’taki satışına doğrudan yansıdı. İlk çıktığı hafta boyunca üç ay en çok satan kitap oldu. Tabii yine bu kadar ilgi görmesini beklemiyordum. Vacilando Kitap’la anlaşmadan ve Türkiye baskısı için heyecanlanmaya başlamadan çok önce kitabın artık, tüm bu Korona dönemine rağmen kendini yeterince gerçekleştirdiğini düşünüyordum hatta. Covid yüzünden her yer kapalıydı, insanlar dışarı çıkmıyordu ve Kıbrıs’ta Türkiye’deki gibi kitap alışveriş siteleri yok. Bu hastalık dönemi Hammurabi için de bir sınav oldu. Gene de sadece dört ayda Kıbrıs’ın 2020’de en çok okuduğu öykü kitabı olmayı başardı. Çok büyük mutluluktu benim için. Hammurabi’nin Vacilando Kitap baskısıyla Türkiye’de çok daha fazla okura ulaşabilecek olması şu an beni en çok heyecanlandıran şey.
Mustafa Okumuş: Hammurabi bir ilk kitap. Ancak fazlasıyla oturmuş bir dil ve üslup görüyoruz bu öykülerde. Kimi öykü bir çocuğun dilinden, kimi yalnız bir genç adamın dilinden yazılmış. Hatta bazı öykülerde gerçeküstü bir üslupla okura kurguyu sunabilmişsiniz. Bu kitaptaki öykülerin yazım sürecinden bahseder misiniz?
Ahmet Şimşek: Yazmaya beni iten şiddetli bir duygu oluyor genelde. Merkeze o duyguyu yerleştirip o duyguyu verecek olay, kişi ve mekânın etrafında şekillendiriyorum. Bu yüzden öykü kahramanların çoğunun adı yok ve öykü tam nerede geçiyor belirgin değil. En azından Hammurabi öykülerinin yazımı genel olarak böyleydi.
Mustafa Okumuş: Bir Babil kralının ismini bu öykülere yaklaştıran neydi? Hammurabi ismine nasıl karar verdiniz?
Ahmet Şimşek: Öykülerin tümünde geçmişle bir hesaplaşma, bir alıp verememe ya da geçmişe duyulan bir maraz var. Bu hesaplaşmayı ben bir yargı olarak düşündüm. Öykülerin genelinde var olan bu yargı sürecine, öykülerden birinde şahit olan bir balık var. Geçmişte ilk kanunu koyan, bir nevi yargıyı getiren adam Babil kralı Hammurabi olduğundan o balığa bu adı verip, öykülerin genel teması da bunu yansıttığından kitaba Hammurabi dedim.
Mustafa Okumuş: Kapak illüstrasyonu birkaç öykünün bir yapbozun parçaları gibi birleşmesi sonucu olmuş sanki. Kapak tasarım sürecine dahil oldunuz mu?
Ahmet Şimşek: Sürecinin tamamında yer aldım. Kapak, öyküleri yazarken çizdiğim bir resimden yola çıkarak hazırlandı aslında. Balık bir çocuğun kafasının üstünde duruyor çünkü herkesin önünde sonunda kendi içinde, kendi kafasında hesaplaştığı bir durum ya da olay vardır muhakkak. Balığın suyun içinde olmamasının sebebiyse, bu yargılanma sürecinin öykülerde geç yaşanması. Yani iş işten geçmiş, su çekilmiş, balık ölmüş gitmiş ama hâlâ unutulmamış. Çocuğun arkasındaki yuvarlak çember ise aslında hatırlanma olayının tekrar tekrar yaşanabileceğine işaret. Ya da hesap tamamen görülene, kapanana değin dönüp dolaşıp tekrar aynı muhakemenin yapılacağına. Kapak tasarımcımız, yakın dostum Arzu Bimici, kapak illüstrasyonu ve tasarımı için epey nazımı çekti. Ama hayalimdeki kapağı yaptı, ona ne kadar teşekkür etsem az.
Mustafa Okumuş: Yazmak dışında, Fransızca ve İngilizce çeviri de yapıyorsunuz. Yazarlık ve çevirmenliği aynı anda sürdürmenin, başka dillerde de rahatça okuyabilmenin size katkısı oluyor mu?
Ahmet Şimşek: Farklı dil yapılarını görmek farklı şekillerde düşünmeye yardımcı oluyor. Dolayısıyla da yazıma da katkısı oluyordur ama şu an için bu, çok da farkında olduğum bir durum değil. Çünkü neredeyse bir senedir kitap çeviriyorum, bayağı yeni sayılırım. Tabii gene çeviriyordum ama böyle ciddi değil.
Fransızcadan ve İngilizceden çeviriler yapmadan önce de yazıyordum, bu yüzden benim hesabıma yazar olmamın çeviri yapmama katkısı daha büyük, biçimsel olarak işimi kolaylaştırdığını düşünüyorum. Çünkü yazar gibi düşünebiliyorum ve ayrıca bu çevirdiğim yazara daha da büyük bir saygıyla yaklaşmamı sağlıyor. Çeviriyi daha Türkçe söyleyeceğim diye değiştirip güzelleştirmeye çalışmıyorum mesela.
Mustafa Okumuş: Son olarak okurlara söylemek istediklerinizi alabilir miyim?
Ahmet Şimşek: Öyküleri, gerçek ve değerli kılan insanlar olmasaydı, Hammurabi’nin de pek bir anlamı olmayacaktı. Bu yüzden vakit ayırıp da öyküleri okuyan herkese, bana daha fazlası için cesaret verdikleri için minnettarım.
Mustafa Okumuş: Çok teşekkür ediyoruz. Umuyoruz ki Hammurabi, Türkiye’deki okurunu da bulur. Size ve öykülerinize güzel bir yolculuk diliyoruz.
“İstersen, soyluluğunu ve gücünü kullanıp hendekleri kumla doldurtabilirsin pekâlâ. Derdini sana getireni onu dinlemeden başından savamazsın sen. Tümüyle taştan ibaret bile olsan göğsümdeki boşluğumu kıskanamazsın. Bunun için daha sağlam nedenler gerekir sana.
Şimdi iyi dinle beni çünkü sana bunu sadece bir kere fısıldayacağım…
Bana yardım etmez misin?”