Biçme motorunu yeğeninin yardımı ile indirdi, gölgeliğe bıraktı. Kendini de ufak iniltilerle ağacın altına bıraktı. Boynuna bağladığı tülbenti çıkardı, gömleğinin yakalarını açtı. Her yeri ot içinde pislik içinde kalmış. Elinin tersi ile yüzünü sildi, yarısı güneş altında kalmış şişeden su içti. Gariptir bu köylü milleti soğuk su falan içmez. Gömleğinin cebinden sigarasını çıkardı bir iki derin nefes kendine gelmişti sanki. “Öğle sıcağında da iş yapılmıyor be” dedi, kafasındaki şapkayı çıkardı kel kafası terlemiş, ter seyrek saçlarından süzülüyordu. Kafasını hanımının tülbenti ile sildi gözlerini ovuşturdu, şapkasına bir iki tokat attı ki temizlensin. Kirden tozdan biraz arındı gibi oldu. Derin derin nefesler aldı, kafasını yukarı doğru kaldırdı sanki ruh olup bu tarladan yükselmek istiyordu. “Amma hararet yapmışız” dedi. Biraz kendimize gelince sohbet açıldı. Bu sene fındık olur mu olmaz mı, kim kaçtan alıyor, kim kime kaçtan satmış, kimin tarlasına hırsız girmiş, fındık kabuğunu doldurmayan sözler. Bu sırada konuşurken şapkası ile oynuyor, bir sağa sallıyor bir sola…
Tuhaftı şapkası gözüm onda kaldı. Aklımda orda kaldı ki sohbetin geri kalanını lalettayin dinledim. Pek de bir numarası yoktu, alelade bir şapkaydı. Böyle köylerde şapkalar aynıdır. Eskiden Ecevit kasketi takanlar olurmuş ben görmedim, bazıları da yaz kış hacı takkesi takar. Ki zaten bu köylü milleti için yaz kış fark etmez kalın giyinirler hele yaşlılar. Ağustos sıcağında kat kat yelek ceket giyenler, içlik giyenler… Ama belli yaştan sonra fark etmez şapkalar kafamı örtsün de denir. Yaz geldi mi şapkalar değişir. Sanki herkes aynı şapkayı giyer olur. Marka olur bu şapkalar. Amma çok şapka dedim. Marka dediysem aklınıza giyim, tekstil markası gelmesin. Traktör, römork, biçme makinesi, tarım aleti, kooperatif falan yani.
Şehirlilerin şapkaları şapkacıdan alınmış olur, güzel, özel, bakımlı olur. Temiz olur. Kaliteli olur. Ama bu şapkalar adi olur, “üç kuruşluk mal”. Ben kendime baktım da şapkası kaldı der köylü haklıdır da.
Tam bu sırada konu fındıktan başka yerlere geldi adamın birinden bahsediyorlar. Şakir Yusufların Serkan. Amma anasının gözü adamış bu. Bizim dayının tırmığını almış götürmüş, bir de kırmış güzelim tırmığı. Sonra sorunca da “aman be canım altı üstü bir tırmık amma şey yaptın” demiş. Ne adi herifmiş dedik. Bizim dayı adi az kalır dedi burada söyleyemeyeceğim birtakım cümleler kurdu. Ama zaten bu Serkan’ın babası da bunun gibi uyuzun tekiymiş. Dedikoduya devam ettik, ama sorarsanız bu gıybet değildi. Olanı söylüyorduk o kadar. Güneş tepeye en tepeye çıktı. Köydeki bütün motor, traktör, alet edevat ne varsa sustu, insanlar kaçacak gölgelik derdine düştü. Biz de erik hoşafı koyduk içtik. Serin serin. E hani bu köylü sıcak içerdi derseniz, ki dersiniz. Bu hoşaflar kurulukta falan saklanır o yüzden serin olurlar. Çok güzel olur erik hoşafı. İstanbul eriğinden yapıyorlar, kocaman mosmor olur eriklerden.
Dedim ya pek özel olmaz bu şapkalar, ender bulunan Hint kumaşı değil. Traktör koltuğunun arasında, alet edevat çantasında büzüşmüş, kir yağ içinde kalmış vaziyette, ahırda, samanlıkta, kurulukta, kerpiç fırının yanında… Zaten bu şapkaların amacı doğru zamanda doğru yerde olmaktır çünkü onu takan kişi eline ne geçerse kafasına takacaktır o anda yanında hangi şapka varsa onu takar.
Bizim dayının elindeki de bir hayli sıradan, epey de eskimiş. Muhtemelen evden çıkarken eline ilk bu geçti. Kırmızı yerleri turuncuya hatta daha açık bir renge bürünmüş. Önündeki sert kısım artık yumuşamış, ön tarafta bulunan markanın baskısı soyulmuş, şapkanın çoğu yeri sökülmüş ve epey de kirlenmiş. Kırmızı yerlerinde terden beyaz beyaz halkalar oluşmuş. Arkasında bulunan ve kafasına takanın kendisini bir rendenin içinde hissetmesini sağlayan plastik kemer siyah pisliklerle dolmuş. Allah bilir o kemer ilk alındığı günkü gibidir, hiç yeri değişmemiş. Diyecektim ki dayının torunları geldi aklıma. Ufak çocuklar eline geçirdikleri ile oynar. Küçük olanlar şapkayı ısırmaya çalışır daha büyükleri şapkayla daha farklı oynar ne bileyim atar tutar fırlatır bir şey yapar ama muhakkak o plastik kelepçeyle oynar açar kapatır. Ben de öyle yapardım. Sonra o torunlar şapkayı zorla dedesinin kafasına takar. Bizim dayı tatlı serzenişle “yavaşlan hergele kafamı acıttın”…
Bizim köylü biraz fakir olur traktör almak büyük iş. O yüzden kim kimin ne zaman traktör aldığını iyi bilir, önemlidir. Var olanlar da eskidir bugün hala 20-30 yıllık traktörler kullanılır, birisi yeni alacak da göreceğiz. Hep traktör diyorum ama bizim oralarda traktöre traktör denmez, motor denir. O yüzden ben de motor diyeceğim. İşte az önce anlattığım festivallerde yeni yeni motorlar satılır. Bizim köylü heves eder, aklından hesap yapar. “Tarlayı satsak, yok lan bir motor için tarla mı satılır, bizim motoru satsak, kredi alsam, bu bankalara da hiç güven olmaz. Borç alayım en iyisi. Bu devirde borç alacağına insandan canını al be”. Bizim köylü bu hesabı bitiremez ama seneye düze çıkarsa kesin alacaktır. Kendini kandırır. Traktörü alamaz, şapkasını alır. Binmedim bari kafama takayım der. Bu şapkaların böyle bir yönü vardır. Beklenti ve umut taşırlar. Ama ne çare umut taşıyan şapkaların sayısı her sene artar.
Hadi bakayım dedi dayı kalkalım. “bu tarlada en güzel iş yatmak” dedi. Öyle vallahi. Öğle vakti girmişti abdest aldık namaz kıldık. Hava hâlâ çok sıcaktı şapkaya biraz su döktük. Sonra işe koyulduk. Akşamüstü bitirdik işi. Hava da biraz serinledi. Eşyaları topladık motora yerleştirdik. Gitmeden bir iş daha yapmaya niyetlendik, etraftaki kuru ot, çalı çırpı, çöp, zehir kutuları, geçen senin yevmiyecilerinden kalma pet şişeleri topladık. Bir çakmak, bir çakmak da sigaraya. Dayı dedim çok içme bir şey olmasın. Boş ver sen dedi. Ne diyeyim. Ateş harlandı rüzgar estikçe. Etrafa sıçramasın diye başında bekledik. Elini attı şapkasına, “anası ağlamış” dedi attı ateşe. “evde zaten dolu var”…