Sağıma bakıyorum, soluma bakıyorum, kimse yok! Tek başıma yemek yemeye gelmişim. Bahsi geçen aileyi göremiyorum. “Tekim,” diyeceğim diyemiyorum. Tuhaf bir sessizlik oluyor aramızda. Garsonun gülümsemesi hiç solmuyor. Bir vitrin mankeni gibi donmuş kalmış karşımda. “Burada da yiyebilirim,” diyorum. Sesim yeterince güvenli çıktı mı emin değilim. O ise bir çağrı merkezi çalışanı azmiyle tekrar ediyor: “Aile salonumuz üst katta.” Yüzünde tek bir kas dahi oynamadan, tonlamasında hiçbir şey değişmeden, aynı tutkuyla. Bu hiç şansım yok demek. Eğer burada yemek yemek istiyorsam tıpış tıpış üst kata çıkacağım. Bana uygun görülen bir masada, bana uygun görülen şartlarda yemeğimi yiyeceğim.
Galiba gerçekten de yalnızlığın çaresini bulmuşlar. Yukarıda bana bir aile temin edecekler. Benim de akşam yorgun argın eve gelip yemeğine yumulan, suratıma bile bakmadan maç izlemeye başlayan bir kocam olacak sonunda. Sürekli bağırıp kavga eden, bir şeyler için tutturan, çevreye bolca rahatsızlık veren iki de çocuğum olacak mesela. En hazırından bir de kayınvalide edineceğim. Sürekli çekişip kavga edebileceğim, arkasından dedikodusunu yapıp yemeğine fazladan tuz boca edeceğim şöyle etine dolgun, eli maşalı bir kayınvalide.
Alt katta yemek yiyenler, garsonla benim aramdaki gerilimi fark ettiler, bizi izliyorlar. Üç beş kişi mekânın içinde birbirinden uzak masalara serpiştirilmişler. Temiz yüzlü, doğru düzgün insanlar. Hepsinin erkek olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Şimdi üst kata çıkarsam onlara ihanet etmiş olacağım. Hatta hakaret etmiş bile sayılabilirim. Burada beni rahatsız edersiniz şimdi siz, ağız tadıyla yemeğimi yiyemem demiş gibi olacağım. Ne yapacağımı bilemeden dikilmeye devam ediyorum. Garson aynı mutlulukla gözlerimin içine bakıyor.
Burada kalırsam da yukarıdaki potansiyel aileyi kaçırabilirim. Belki de üst kattaki paralel evrende, benim evli, mutlu, çocuklu versiyonum neşe içinde yiyor yemeğini. Çocuğunun ağzını siliyor. Kocasına ayran dolduruyor, diğer çocuğun ağzına köfte tıkıştırıyor. Kapının önündeki geniş aile arabasında haftalık alışveriş bagaja istiflenmiş. Buradan çıkıp ebeveyn banyolu, dört odalı evlerine gidecek ve her biri ayrı odalarda televizyon karşısına geçecekler.
Buraya yürüyerek geldiğim için yüreğim burkuluyor biraz. Dönerken de alışveriş namına bir poşeti ancak doldurur, yine yürüyerek kutudan hallice evime yollanırım. Şimdi bir kebabın bana ettiğine bak.
Alt kat müşterileri umutla bakıyorlar bana. “Hadi ama, bu hepimizin davası, teslim olma!” dediklerini duyar gibiyim. Alt kat biz bekârların direnen son kalesi. Aile güzellemelerine kulak tıkayanların, kendi hayatını yaşayanların, bekârlık sultanlıktır diyenlerin… Ama öte taraftan şu yukarıdakinin elindeki tek taş da gözümü almıyor değil. O ne ışıltı, o ne görkem öyle! Çocuklar da o kadar fena değiller sanki. Tamam, biraz şımarıklar ama o kadar da olur canım artık. Çocuk bunlar sonuçta.
Tam iyice kafam karışmışken, bilmiş garson son kozunu da oynuyor: “Aile salonumuz klimalıdır.”
Bir bu eksikti. Bu cehennem sıcağında yukarısı vadedilmiş topraklar gibi şimdi. Çölde bir vaha. Alt kat sakinlerine bir göz atıyorum. Hepsi boncuk boncuk terlemiş. Yalnızsan terleyeceksin elbet. Kebabın acısı da binince üstüne, gözlerinden alev çıkacak. Ey yalnız insan, sen bunu çoktan hak ettin. Önce git bir aile kur, bak nasıl serinliyorsun.
Alt katın yalnızları gözlerini benden kaçırıyorlar. Kaybettiklerini kabul ettiler. Klima kartı oynandığı anda bitti bu oyun. Bu hezimetin verdiği iştahla kebaplarına saldırıyorlar.
Ama o sırada bir mucize oluyor! Üst katın merdivenlerinden birileri kavga ederek iniyor. Kadın önden hızlı hızlı inen adama hakaretler yağdırıyor. Adam da altta kalmıyor bin beterini saydırıyor kadına. Arkalarından bir çocuk ağlayarak geliyor, bir eli annesinin eteğinde. İkisinin de saç baş dağılmış, çocuğun sümükleri akmış. “Klima çalışmıyor!” diyor adam garsona tüm hıncını çıkarırcasına. Kadın hasetle benim derli toplu halime bakıyor.
Onlar hesabı öderken ben çaktırmadan kebapçıdan çıkıyorum. Kulaklığımı takıyorum: “Yalnızlığın çaresini bulmuşlar…” Peh! Gider bekâr bekâr fastfood yerim.
Gamze Güller