İcracısı çok da şu müzik sanatının, söz dizen, beste üreten emekçisi yok denecek kadar az sanıyorum. Öyle ya, yok denecek kadar az! Hele ki, bu sayıdan, emelleri yalnızca “yaz için şarkı patlatmak” olanları da çıkardık mı geriye iki üç elin parmakları kadar bir sanatçı grubu ya kalıyor ya kalmıyor. Emre Fel, bu kalanlardan işte!
Bir anda mı tanıdım Emre Fel’i? Yo, hayır, yavaş yavaş çalındı kulağıma. Hatta “yavaş yavaş girdi kanıma” desem daha da yeri sanki. Bakıyorum, sanatın ve şöhretin şu dikenli basamaklarını da benzer bir şekilde tırmanmış gibi bir hâl seziyorum ondan. Yavaş yavaş, ağır ağır, hani o meşhur şiirindeki gibi Haşim’in: “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden”…
Allah’tan önü sıra çıkan ağabeyleri olmuş da o basamakları, onlara nispeten ve fakat yine onlardan devraldıklarıyla daha bir öz güvenle tırmanıyor Emre Fel. Saçlarını yine onlara nispeten daha bir özgürce savuruyor, mikrofonunu yine o ağabeylerine nazaran daha bir sıkı ve daha bir sert tutuyor sanki. Barış Manço’dan, Cem Karaca’dan, Erkin Koray’dan, Murat Kekilli’den, Barış Akarsu’dan ve hatta yeri geliyor kendinden bile…
Gerçi bir şölen havası estirdiği o coşkulu sahnelerinde de belli etmiyor değil bunu. Kendisini canlı olarak seyredebildiğim ilk ve şimdilik son konserinde fark etmiştim ki, dinleyenlerine selam verirken bile eğilmediği kadar, Barış Manço’nun o muhteşem “Gülpembe” şarkısını söylerken eğilmişti. Elinde bas gitarı, karşısında âdeta Barış Manço varmış gibi, iki büklüm olmuştu “Gülpembe”yi söylerken… O an içimden demiştim ki, “Bu vefa bu dostumuzu çok büyük yerlere getirecek!”
İstiyor mu peki böylesi yerlere gelmeyi? İstiyor bence. Şöhretin, sesine ve çalışkanlığına getiremediği zevale bakılırsa açıkça anlaşılıyor bu. Hâlâ o büyük “Gülpembe”yi arıyor sanki, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”yı, “Kol Düğmeleri”ni… Yeniyetme şairlerin “Yerçekimli Karanfil”i, “Ben Sana Mecburum”u, “Göğe Bakma Durağı”nı aradığı gibi tıpkı… Emre Fel de o büyük ezgiyi arıyor hâlâ, o büyük sözü. Zaman zaman bulduklarını da bir genç sanatçının şimdilik verdiği ürünler olarak görmekle, aslında bir yanıyla en büyük tevazuyu sergiliyor.
Yoksa hiç erişememiş değil Emre Fel, o büyük yere. Söz gelimi bir tek “Veda Türküsü”yle bile bir çıkmışlığı var oraya, yok değil. Sonracığıma yine onun “Yâr Bensiz”i, altına değme sanatçının imza atabileceği bir şarkı mıdır? Ya da bir “Rüya”sı, bir “Sana El Pençe Durmam”ı… Kim bilir belki de bu kadarı bile yetmiştir, onu daha şimdiden ölümsüz kılmaya. Tabii bunu, ne şu ne de bu, her şeyden önce zaman gösterecek.
Bazı yanılan gruplar olabilir; onun, bu şöhretini, günümüzün sosyal medya ağlarının sağladığı kolaylıklara yahut herkesçe farklı bulunan tarzına borçlu olduğunu düşünerek. Ama yok, hayır, boş yere yanılmasın kimseler! Sonuçta şu müzik dünyasının nabzını azıcık tutabilenler tahmin edeceklerdir ki o kasetli yıllarda, Unkapanı devrinde bile aynı sevgiyi pekâlâ elde edebilirdi Emre Fel. O kumaş, o doku var çünkü kendisinde, fazlasıyla mevcut. Hatta, diyebiliriz ki, Anadolu var oldukça Emre Fel gibilerini doğurmaya ve Emre Fel gibileri de Anadolu var oldukça aynı kabulü görmeye devam edeceklerdir. Endemik bir bitkiyle toprağı arasındaki o sonsuz, o mutualist ilişkide olduğu gibi tıpkı…
Evet, Anadolu toprağı için söz gelimi bir safran ne ise, Türk müziği için de Emre Fel öyle bir yerden açıyor çiçeklerini. Zamanla daha bir Batılı davranmaya çalışır mı, çalışmaz mı, bilinmez! Ama şu saatten sonra pek de bir şey değiştirmez bu. Değiştirmez, çünkü köklerini buralara saldı bir defa. Ki, aynısını Barış Manço yaptığında, yabancı dilde yazdığı şarkılarını yine yabancı dilde seslendirdiğinde bile değişmemişti bu durum, Barış Manço yine bizim Barış Manço’muz olarak kalmıştı. Dilerim, Emre Fel de aynı yerinden sarıp sarmalamaya devam eder bu toprağı; yine burada büyür, yine burada gelişir!
Bundan bir şüphe duyuyor muyum? Açıkçası duymuyorum! Kaldı ki, çıkış yaptığı ilk şarkısı “Merhabalar”da yer tutan şu bir tek dize bile (evet, dize!), bu savımı epeyce doğrular nitelikte: “Merhabalar, ben bu yerlerden biriyim.” Baştan beri demeye çalıştığım buydu işte: Her şeyden önce bu yerlerden biri Emre Fel, ama bir o kadar da “kendi hanesinden firari”… Bunu da gözden kaçırmamak gerek!
Şunu da itiraf etmeliyim ki, onu en başından beri Barış Manço’ya bu kadar yakın tutmakla hakkını ne kadar teslim edebildim, bilmiyorum! Bu kaygıyı, en çok da, vaktiyle bir şiirimde Afrika’ya selam çaktım diye beni her fırsatta Cemal Süreya’nın yoluna eklemlemeye çalışanlar olduğu için duyuyorum. Bir benzerini de acaba ben mi yaptım şimdi? Eğer yapmışsam herkesten önce Emre Fel affetsin beni, sonra da zaman! Ama madem ki laf döndü, dolaştı, geldi buraya, öyleyse bitmekte olan soluğumu Cemal Süreya’dan aldığım ilhamla son bir kez daha güçlendirip ustanın vaktiyle Barış Manço için kurduğu şu cümleyi birazcık değiştirerek ben de Emre Fel için kurabilirim: “Emre Fel başka. Milyonluk köyler arasında dolaşan bir saz şairi o.”
Evet, “başka”… Evet, “milyonluk köyler arasında da dolaşıyor”… Evet, “saz şairi”… Ya da işte sabredemeyip ta başlıktan belirttiğim üzere, “Anadolu müziğinin şimdilik son endemik sanatçısı”… Bu ikincisi daha bir yakışıyor sanki ona!