Aneta Emilova ile Robotça Pek Robotça Üzerine Söyleşi
Hazırlayan: Muhammed Münzevi
Şiir adlarınıza baktığımda ilk olarak fark ettiğim şey; değişen insanın içinde bulunduğu teknolojik kavramlar oldu. Kitabın adı olan Robotça Pek Robotça’dan içerikteki e-köle, emoji, elektronik şiir, sanal göç esnasında şiir yazmak ve pek çok ad ile günümüze tanıklık ediyorsunuz. Şairin yaşadığı çağa tanıklık etmesine nereden bakıyorsunuz? Bu bakış, daha çok merkezde mi yoksa dışarıdan bir bakış mı?
Ezra Pound’un direkt şiirle alakalı olmasa da çok yerinde bir tespiti var. En dar anlamıyla der ki “Toplumu tehdit eden şeylerin etkileri öncelikle sanatta belirir.” Bu tespit benim şiir yazarken baktığım pencerenin manzarasının neye benzediğiyle ilgili ipucu veriyor. Shakespeare için yapılan benzetmelerde sık sık “çağın ruhu”nu yakaladığını, Kafka için yazılan incelemelerde “çağının korkularını” çok iyi yansıttığını okuruz örneğin… Yaşadığımız çağı doğru analiz edebilirsek yarattığımız eserler, zamanın aşındırıcı etkilerine direnip kalıcılık sağlayabilirler. Çünkü toplumu bugün tehdit eden bir şey, sonraki jenerasyonlarda ortadan kalkmış olsa bile tarih içinde kendini gerçekleştirmiş, kemikleşmiş olur. Gelecekte anlamlandırılabilir olur. Şair ister kendi iç dünyasına ister dış dünyaya olsun tanıklığını bastıramadığı için şairdir. Ona rahatsızlık verip mısralara dökülmek isteyen şeyi kendi içinde, duygu dünyasında tespit edebilmek çok daha kolay. Bana göreyse mühim olan bu çalkantılı iç dünyaları geniş ölçekte okuyabilmek. Kültürel benzerlik bulamadığımız sayısız insanla benzer kaderleri daha sık yaşayacağız ve önünde sonunda duygularımızın ortak kümesi genişleyecek. Bu çağ kendini dayatan bir çağ olacak ve bize gitgide daha az alan bırakacak nefes alabilmek için. Benim bakışım, daha iyi görebilmek için sürekli yer değiştirmek zorunda.
Epigrafi kısmına baktığımda birden fazla isim gördüm. Hegel, Einstein, Bauman ve Paz gibi Batı tandanslı isimleri şiirinize bir gerekçeye mi yoksa onların dünyası ile şiir dünyanız arasında kurduğunuz bağa mı bağlıyorsunuz?
Onlar birer cümle. Fakat okurun şiirleri anlamlandırabilmesine katkıda bulunabileceğini düşündüğüm için ekledim. Yalnızca kapsayıcılıkları çekmişti dikkatimi, bana göre iyi bir düşüncenin hangi yönden seslendiğinin önemi yok aslında. Bu kitabımda kurmak istediğim bir bağ varsa bu bağ, bugün yaşayan ve yarın doğacak olan insanlarla buluştuğunda kuvvetlenecektir.
Kitaptaki ilk şiir olan botanik’te ‘robot’ ile kurulması gereken ilişki örneğini görüyoruz. Son yıllarda dizi, film, edebiyat ve sanatın bütün dallarında robotlar, gezegenler ve dünyanın gelecekteki durumu üzerine epey söz edildi, epey eser bırakıldı. Bu şiiri örnek alırsak; robotların güçlü olduğu bir dünyada insanı nerede konumlandırdığınızı sormak istiyorum.
Çoğunluğun robotları bir tehdit olarak algıladığını düşünüyorum. Bize günlük medya dozu olarak basın yoluyla sunulan haberler de eğlence niyetine seyrettiğimiz programlar da hep bu alt metni işliyor. Robot kelimesi çalışmakla, çalıştırmakla ilgili. Robotları üretenler, işlerini kolaylaştırma ve hızlandırma peşindeler. Bu amaçlara hizmet eden robotların en gelişkin örnekleri şüphesiz ordularda ve çeşitli üretim tesislerinde bulunacaktır. İnsanın görsel temsili kendinin mekanik vücutlu hâli olan robotla kuracağı ilişki ve bugün elinin altında bulunan teknolojik aletlerle kurduğu ilişki farklı. Birlikte yaşadığı yardımcı robotların değil de bugün algıladığı robot imajının güçlü olduğu bir dünyada aslında atalarından miras kalan çok güçlü bir dürtüyle, hayatta kalma dürtüsüyle mümkün olduğunca kendini fark ettirmeden yaşamaya çalışacaktır.
İnsanlar artık emojiler, çıkartmalar üzerinden iletişim kuruyor bu çağda. Sizin de emoji adında bir şiiriniz mevcut kitapta. Şiirin içeriği bu iletişimle alakalı pek bir şey söylemiyor ilk okuyuşta. Emojilerin iletişimimizi değiştirip evrensel bir dil yarattığını düşünüyor musunuz? Bu şiiri neden yazdınız ve şair bu şiirde kendini okurun yerine koyuyor mu?
Değiştirmekten ziyade azaltıyor iletişimi. Kelimelerimizi yutuyoruz, sözlerle değil bu yüzlerle göz göze geliyoruz. Sanal dünyaya gözümüzü alıştırırken sözel dünyadan tüm duyularla uzaklaşıyoruz. Bilim insanları otuz binin üzerinde duyguya sahip olduğumuzu öne sürerken bizim farkına varıp adlandırabildiklerimiz epey az. Emojiler, bu temel duygular için evrensel bir şema oluşturmaya ve her kültüre hizmet etmeye çalışıyor: Yüzlere, ellere baktığınızda ten renklerine göre sınıflandırmaları görüyorsunuz. Çift ve aile emojilerine baktığınızda geleneksel örneklerin dışına çıkılabiliyor. Döner, noodle, donat ve pretzel aynı menüde. Uzaylı, robot, zombi ve denizkızı, iç dünyamızı temsil etmeye hazır. Fakat iletişimimizi değiştiren salt bu karakterler değil. Biz dilimizi kötü kullanıyoruz diye yönelmiyoruz onlara. Bize, zaman baskısı ve değersizlik duygusu eşlik ediyor olmalı. Sözle uzun uzun anlatılabilecek olanı bir emojiye indirgemeye.
Muhtemelen bana yollanan emojileri, yollayanların ruh dünyasını temsil ve tercüme etmede yetersiz bulduğumdan bu yetersizliği yansıtacak duygular ve durumlara yer verdim şiirde. Muhtemelen diyorum çünkü bir şiiri yazmadan hemen önceki anda ve o ana kadar uzanan geçmiş zamanda ona dair biriken şeyler bir tetikleyici bulana dek muğlaktır. Bu şiir için tetikleyici kesinlikle bir emojiydi ama öncesinde karşılıklı yollanan sayısız emoji vardır. Ben yazarken de okurken de kendimi şiirin yerine koyuyorum.
Şiirinizde biçimsel olarak da arayışta olduğunuzu gördüm. Şiirde biçim, en az içerik kadar önemlidir. Kelimelerin yeri, şekli, boyutu ve rengi, yer yer değişse de ‘anlam’ kavramı önemini asla yitirmez. Sizin şiirinizdeki bu bahsettiğim kapılar, bizi nasıl bir yere götürüyor? Aneta Emilova bizi nereye çağırıyor?
Şiirlerinizde felsefi bir derinlik de tespit ettim. Hiç şüphesiz şiiri felsefeden ayırmak mümkün değil. Sizin felsefeyle olan ilişkiniz, -anladığım kadarıyla- kendinizden başlıyor. ben kimim adlı şiirinizde de bu ‘sorgu’yu gördüm. Şair olarak felsefeden ne aldınız, şiiriniz felsefeye ne kadar yaklaştırıyor bizi?
Bence de felsefeyi şiirden ayırmak mümkün değil. Felsefenin temelinde doğru soruları sorabilmek vardır. İnsan ister istemez düşüncelerle boğuşan bir canlı. Ama sorgulamasının odağına daha çok yazgısını alan. Ben bu yazgı meselesinden çıktım yola. Ortak, bambaşka coğrafyaların ve insanların da dâhil olduğu geniş bir yazgı. Elbet bu felsefe içeren şiir, ders niteliğinde işlenecek kadar yoğun olamaz hiçbir şiir kitabında. Şairin tek kitabıyla da felsefesi anlaşılamaz. Robotça Pek Robotça‘yı okuyup kapağını kapatan bir okurum yalnızca benim şiirim değil, kendine şiir sanatı hakkında tek bir soru bile sorsa felsefe için bir kazançtır. Benim uğraşım için de bir kazançtır. Çünkü ben kendimce doğru veya sorulmasını elzem bulduğum soruların yanıtlarından da bazı şiir kesitleri vermişim.
Kitapla aynı adlı robotça pek robotça şiiriniz sanki kitabı özetleyen bir şiir. ‘doğum şeklim dışındaysa her şey / robotça / pek robotça’ mısralarında kendinizi doğumdan sonra robot olarak mı gördünüz? Yoksa robotlaşan insanoğlu doğmasa belki de ‘robotça’ bir yaşam beklemiyordu mu bizi? Heidegger, buna ‘dünyaya fırlatılmak’ diyor. Dünyaya fırlatıldıktan sonra insan, sizce artık bir robot mudur?
Bana bu şiir ve kitap başlığını düşündürten çok uluslu bir serzenişti. Şunu söylemek isterim ki şiirlerim birinci tekil şahısla yazılmış olsa bile kendi duygu ve düşüncelerime nadiren yer veririm. Robotça Pek Robotça birinci çoğul şahısla başlar, sonra sesler bire düşer. Bu, herhangi biridir, ben olmak zorunda değilim. Gelecek jenerasyonlarda daha da belirginleşecek robotlaşma. Çünkü robotlaşma köleleşmeyle alakalı. Birileri istediği düzeni sağlayabilsin diye diğerleri çok çalışmak zorunda. Yalnızca fiziken değil, aklen de ruhen de gece gündüz mesai yapıyoruz. Evet, dünyaya fırlatıldıktan sonra hayatta kalmanın gerektirdikleri ölçüsünde çalışmak zorunda olunduğundan gitgide robotlaşılmaktadır.
Şiirinizde birden fazla ses duydum. Kimi yerde ‘robotça pek robotça’ bir ses, kimi yerde de gündelik dili şiirine yediren bir ses, belki de bambaşka sesler de vardır ama bu iki ses sanki daha çok yer kaplıyor gibi geldi bana. Sizin sesinizi, siz nasıl duyuyorsunuz? Sizin duyduğunuz sesle bizim duyduğumuz ses aynı mı veya aynı frekansta mı?
Böyle algılamanıza memnun oldum, çünkü amaçladığım öncelikle görebildiklerimi mekanik bir dille aktarabilmekti. Sonra şiirlerle arama zamansal bir mesafe koyarak beklemek. Benim ilk duyduğum sesle son duyduğum ve okura ulaşan ses çoğu zaman farklıdır. Bunun yanında şiirin bütününün ve okuyana yaşattığı deneyimin de kendine has bir dili vardır. Şiiri okuduktan sonra bizde oluşan ve ondan geriye kalan damıtılmış şeyi farklı kişilere çekimleyebilmek çok güç. Fakat bir şairden bekledikleri duygusallığı bu kitabımda bulamazlarsa işte o zaman diyebilirim ki bana bu kitabı yaratma fikrini veren yorgun ve hissizleşmeye başlayan insanları iyi dinlemişim…
Cümlelerden oluşan şiir adlarınız da mevcut. Az evvelki sorumda bahsettiğim seslerden biri de bu cümlelerde duyuluyor: ad kadersizliktir, varım diye bağırıyorum sana”, “büyük özgürlük biz senin kadar güzel ve o derece mükemmel değiliz, sessizlik tek başına canavarlar doğurur ve neden yanımda bir şemsiye taşıma zorunluluğu hissediyorum gibi şiir başlıklarıyla sesiniz bir bütün olarak duyuluyor. Bu sesin yüksekliği, Aneta Emilova’yı nerede konumlandırıyor ve yarın bizi nereye götürecek?
Ben kaidesi kendisi olmayan bir şairim. Ne kadar çok insana, duyguya, duruma, kendini şiir olarak sunmaya ve şiir olmayandan kurtarmaya hazır şeye ulaşabilirsem o kadar memnun olurum. Okurlarım beni anlamaya çalışmasın, ben onları anlamaya çalışayım. Şiir öyle içe dönük ki şairin kendi dışındakilere kör olması kaçınılmaz. Aynada kendinizi net görebilmek için bile aranıza belli bir mesafe koymak zorundasınız. Ben sürekli yer değiştirerek dışa dönük bir anlayışla yazıyorum. Şiir budur, bu şiir değildir demeden, nelerin şiir olabileceğini arayarak. Benim bir konumum olmasını istemem. İnsanlara şiiri sevdirmek, onları şiir okumak için heyecanlandırmak ve yalnızlıklarından kaynaklanan acılarını hafifletmek isterim. Şiiri sevdiğimizi zannederken aslında anlamlandıramadığımız duyguları tespit edebilme ihtimalini, yalnız olmadığımızı hissetmeyi seviyoruz. Bunun yanında şiirin bedenini ve ruhunu da sevdirmek istiyorum okurlarıma. Sadece aklımıza düşürdüğü gölgeyi değil.
Kitaptaki ilk mısra ‘bir robot’ ve son mısra olan ‘her şey insanda bitecek’ arasında bir toplam olarak şiirinizi insandan robota değil robottan insana bir geri dönüş olarak yorumlamak istiyorum. Yanılıyor muyum? Şiiriniz insan için ayrı, robot için ayrı bir şey mi söylüyor yoksa meselesi her zaman ve her yerde aynı mı? İnsan mı?
Son mısra insana kendi yazgısını seçme konusunda özgür olduğunu hatırlatıyor bana kalırsa. Her şey insanda bitecek çünkü her şey insanla başladı, insan başlattı. Kendi kaderini tayin ederken üstünlüğün bir gün robotların tarafına mı geçeceğine yoksa kendisinde mi kalacağına karar verecek. Sadece bir hatırlatma. Kalan şiirlerde de ağırlıklı olarak insanın gözünden bakıyor o mekanik dünyaya. Teknolojinin eşit olarak dağıtılamadığı bir dünyada kitabın ağırlığı robotların tarafında algılanabilir ancak insana dair o kadar çok şey var ki… İnsan içinde kendini bulamıyorsa başını kaldırıp biraz uzaklara bakmalı diye düşünüyorum.