Çinli yazar Yan Lianke’nin “Günler Aylar Yıllar” kitabı Jaguar etiketiyle dilimize Erdem Kurtuldu tarafından çevrildi. Çin edebiyatının önemli isimlerinden Lianke. Çin’in karanlıkta kalan yüzünü irdeleyen ve açığa çıkaran bir yazar. Bu yönüyle ülkesinde rahatsızlık uyandırdığı söylenebilir. Kol kırılır yen içinde kalır, Lianke’nin pek tasvip etmediği bir durum. Ülkesinde yapılan haksızlıkları, yanlışları eserlerinde bir bir ortaya koyacak kadar yaşadığı topraklara sadık olduğu söylenebilir. Tarihin yeniden yazılamayacağının farkında ama geleceğin yazılacağına inancı var. Değil mi ki edebiyat hatırlatmak için vardır. Bir toplumun kendiyle yüzleşmesi ancak edebiyat sayesinde olur. Yazar, gerçeklerin üstünü örtmekle değil gerçekleri aşikâr kılmakla mükelleftir. Bir toplumun yaralarını görmesi ve geçmişiyle barışması ancak bu şekilde mümkün olabilir. Lianke de bu şiarla hareket eden yazarlardan. Eleştirel dili yüzünden ülkesinde uzun süre sansürlenmiş. Kitapları yasaklanmış, pasaportuna el konmuş. Dik duruşuyla dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi de başarmış. Lianke, doğru bildiği yolda yürümeyi seçmiş. Eserleri de yürüdüğü yolun aynası olmuş.
Lianke için her şeyden önce şunu söylemek mümkün. Toprağı tanıyan bir yazar. Çiftçi bir aileden gelmesi, çocukluğunda toprakla haşır neşir olması ona toprağın bilgisini ve sevgisini kazandırmış. Ülkesinde toprağın yazarı diye anılması boşuna değil. Günler Aylar ve Yıllar kitabında da toprağa hayat bağışlamaya çalışan bir ihtiyarı anlatıyor. Güneşin kavurduğu toprağa can suyu veren bu ihtiyarın yaşam mücadelesi tüyler ürpertici bir gerçeklikle anlatılıyor. Bu gerçekliği doğadan uzaklaştığımız bu çağda sindirmemiz oldukça zor. Ancak Lianke, bizi ikna ediyor. Açlık çeken sıçanların yeraltında nasıl kıvrandıklarını da bir deri bir kemik kalmış kurtların çaresizliğini de gösteriyor. İhtiyar adam ve kör köpeğin yaşadıklarından bahsetmiyorum bile.
İhtiyarın ve kör köpeğin dostluğu, kıtlığın yarattığı zor atmosferde ihtiyara da kör köpeğe de güç verir. İhtiyarın dayanağı olur kör köpek. Körlüğün aydınlattığı bir kalbi vardır köpeğin. Gözlerinden akan yaşlar, köpekliğine yorulamayacak kadar insanidir. Belki ihtiyardan bile daha insanidir. Açlığa susuzluğa ve acıya direnir. Sahibini bir kez olsun hayal kırıklığına uğratmaz. Bir hayvanla insan arasında kurulabilecek en güçlü bağ kör köpekle ihtiyar arasında kurulmuştur. Ancak insan çiğ süt emmiştir. Çünkü açlığa dayanamayan ihtiyar, köpeğini yemeyi aklından geçirirken, kör köpek sahibinin hakkı olan yemeğe göz dikmez. Ne yüce gönüllüdür. İhtiyar su taşımak, yiyecek bulmak için köyden uzaklaştığında mısır fidesine bekçilik eder. Umudu yeşertmek için ihtiyarın mücadelesini paylaşır. “ Ağlama, dedi ihtiyar, öldükten sonra eğer bir sonraki hayatımda bir hayvan olarak yeniden doğarsam, sen olarak doğmak isterim, eğer sen de bir insan olarak yeniden doğacak olursan, benim oğlum olarak doğabilirsin, böylece birlikte yaşamaya devam edebiliriz.”
Peki, ihtiyarın mısır fidesini yeşertmek için verdiği mücadeleye değdi mi? Dönüp gelenler ne buldu? İhtiyarın ve kör köpeğin ölüsünden başka bir mısır koçanında yedi diş mısır buldular. “Köyün yedi hanesinden yedi erkek kalmıştı sadece geriye, hepsi de genç ve güçlü kuvvetliydi, yedi dağ sırtına yedi baraka yaptılar, birbirlerine bitişik olmayan yedi tarlaya, güneşin dur durak bilmeyen o keskin ışınları altında, her biri birbirinden körpe olan yedi tane mısır fidesi diktiler.” İhtiyar, öfkeyle güneşi kamçıladığı günlerde, güneşe beni yenemeyeceksin, diye seslenir. Kuraklığa, yalnızlığa, acıya, açlığa boyun eğmez. Ona güç veren yaşamın sürekliğine duyduğu inançtır. Her hareketi, her sözü gelecek içindir. Bencillikten öylesine uzak bir inançtır ki bu, okura pes dedirtir. Ama ihtiyar adam da kör köpek de pes etmezler. Yedi körpe mısır fidesi, ihtiyarın umudunu yitirmeyişinin hediyesidir insanlığa. Yaşamın sürüp gitmesini sağlayan da umut değil midir?