Alberto Manguel için bir okuma müptelası denilebilir. Birçok okuma biçimine sahip olması onun bu müptelalığını eşsiz bir serüvene dönüştürür. Okumak üzerine bir hayli düşünen yazarın okur olmaya dair sıra dışı tespitleri var. Okuma Günlüğü, Geceleyin Kütüphane, Kelimeler Şehri, Manguel’in okuma tutkusunun izlerini taşır. Bir röportajında Manguel iyi bir okur olmayı, iyi bir yazar olmaya tercih ettiğini söyler. Buenos Aires’li yazar, yaşamı boyunca bir gezgin gibi dünya coğrafyasında sürüklenir. Çocukluğu babasının görevi nedeniyle İsrail’de geçen yazar, doğduğu şehre ancak yedi yaşında döner. İlk gençlik yıllarından itibaren de yaşamını Avrupa’nın birçok şehrinde sürdürmek zorunda kalır. Çocukluğundan itibaren bir kütüphaneye sahip olan yazar, gittiği her şehirde yeni bir kütüphane kurar. Ve şehirden ayrılırken kütüphanesindeki kitaplarının çoğalmış olmasına hayret eder. Sanki en büyük hayali bu değilmiş gibi. Manguel kitaplar arasında bir ömür geçirmeyi dilemiş, Tanrı da onun bu dileğini kabul etmiş olmalı. Çünkü hayatının hiçbir döneminde kitaplardan uzak düşmemiş. Bildiğim kadarıyla şimdilerde de Fransa’nın bir köyünde otuz bin kitabıyla bir arada yaşıyor. Bütün bunlardan bahsetmemin nedeni Manguel’in Okumalar Okuması kitabına bir girizgah yapmak içindi. Yapı Kredi Yayınları, Okumalar Okuması’nı, Sevim Okyay, çevirisiyle sunuyor okuruna. Birçok okuru, kitabın adının bile kışkırttığını düşünüyorum. Gerçi Manguel’in diğer eserlerine aşina okurların kışkırtılmaya ihtiyaçlarının olmadığı da söylenebilir.
Okumalar Okuması, Manguel’in birbirinden eşsiz denemelerine ev sahipliği yapıyor. Her bir başlığı farklı çağrışımlar uyandıran sekiz bölüm var kitapta. Ve bu bölümlerin hepsinin başında Alice Harikalar Diyarında ve Aynanın İçinden masallarından alıntılanmış epigraflar yer alıyor. Bu epigraflar bir nevi alt metni oluşturuyor. Manguel bu masalların üzerindeki örtüyü kaldırarak bu masallardaki gerçekleri ifşa ediyor. Masallar üzerinden yetişkinlere sesleniyor. Zaten Alice Harikalar Diyarında ya da Aynanın İçinden’in sadece çocuklar için yazıldığını kim söyleyebilir? “Kimim ben bu dünyada? Ah, işte büyük yapboz bu!” Alice Harikalar Diyarında’dan alıntılanan bu cümlenin yarattığı sisi Manguel kitap boyunca dağıtmaya uğraşıyor. Dağıtmak istediği bu sis bazı bölümlerde okuru içine alıyor, örtüyor, okur bu yapboz oyununda kendiyle karşılaşmak istiyor. Okumalar Okuması bittiğinde okur, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark ediyor. Çünkü sis dağılınca gerçekler değişmiş oluyor.
Manguel, yazarları da okuyor. Borges’i, Dante’yi, Cervantes’i, Cortazar’ı, Vargas’ı, Homeros’u Chateaubriand’ı Kafka’yı, Proust’u ve daha kimleri kimleri okuyor. Öğrencilik yıllarında dört yıl boyunca Borges’e kitap okuyan yazar, bu günlere dair izlenimlerini Borges’in Evinde adlı kitabında anlatır. Ancak Okumalar Okuması’nda da Borges’e dair çarpıcı anekdotlar paylaşıyor. “Vakur, kendini geri planda tutan, zekâsıyla da dürüst bir adam olan Borges, hatırlanmamak istiyordu. Yazdıklarının birkaçının geriye kalacağını umuyordu, ama kendi ününe karşı kayıtsızdı. Kişisel unutuluş özlemi içindeydi “ edebi olmak ama olmamış olmak” diyor bir şiirinde. Gene de Tarih’in kaprisli belgeliğinden ya da Tarihi olguları kendi en aşağılık, en adi dürtülerimize uyacak şekilde yeniden yazmadaki kaprisliliğimizden korkuyordu. İşte bunun için ki siyaseti hor görürdü ve kurgunun hakikatine, hakiki hikâyeler anlatma yeteneğimize inanırdı.” Manguel’in birçok yazarla kurduğu ruh akrabalığı çok kıymetli ve sahici. Sanki aile büyüklerinden bahsediyor. Edebiyat ailesinin büyüklerinin izlerini sürüyor. Okur da bu izleri haritasına ekliyor.
Manguel Latin Amerika tarihindeki yaraları da okuyor. Adeta diktatörlerin coğrafyasıdır Latin Amerika. Latin Amerika halkının yaşadığı acılar üzerine bugüne kadar birçok kitap yazıldı, birçok film çekildi. Ancak hiçbir kitap ya da film bu halkın yaşadığı ve de tanık olduğu acıyı anlatamaz. Manguel, Arjantin’deki, Şili’deki Bolivya’daki Küba’daki, Meksika’daki devlet terörünü ince ince anlatıyor. Diktatörlerin ruhunu okuyor. İlk gençlik yıllarında Arjantin’den ayrılmasaydım, birçok arkadaşım gibi ben de ölü olacaktım. Ülkemde insanlık suçu işleyen rütbeli askerler, devlet tarafından korundu ve affedildi. Affedecekse, kayıpları olanlar, kaçırılarak işkence edilen ve de öldürülen yakınlarının yasını tutanlar, affedebilirdi ancak. Devletler insanlık suçu işleyenleri affedemez, diyor. Manguel o günleri birebir yaşamadı. Ama ülkesine döndüğünde birçok arkadaşının devlet tarafından yok edildiğini öğrendi. Hatta ona edebiyatı sevdiren edebiyat öğretmeni Rivadavia’nın bir casus olduğunu duyduğunda bununla nasıl baş etmesi gerektiğiyle ilgili çıkarımlarda bulunuyor. Bu çıkarımlardan biri şöyledir: “Hayatımda en önemli olan, bir anlamda beni, ben yapan, aydınlatıcı ve esin verici öğretmenin ta kendisi olan kişinin aslında bir canavar olduğuna ve bana öğrettiği her şeyin yoz olduğuna karar verebilirim.” Öğrendiği her şeyin yoz olduğunu kabul etmek Manguel’i anlamsızlaştırmayacak mıdır? Yürüdüğü yolu aydınlatan birinin karanlık yüzüyle karşılaşmanın dehşetini Manguel çok yoğun bir şekilde duymuş olacak ki şöyle bir çıkarımda daha bulunuyor: “Rivadavia’nın hem iyi bir öğretmen, hem de işkencecilerin işbirlikçisi olduğunu kabul eder ve bu tanımın, su ile ateş gibi durmasına izin veririm.” Burada bir parantez açıp Manguel’in Che Guevara’yı okuma biçimine de değinmek gerekiyor. İnsanlık durumunun temel adaletsizliğine karşı duyduğu öfkeyi gizleyemeyen ve bu adaletsizliğe son vermek için eyleme geçen Che’nin başına gelenler ve ölmeden önce onu katleden komutanla yaptığı konuşmanın ışığında yaptığı okumanın sonunda Manguel şöyle diyor. “Che, inatçı bir azimle, romantik savaşçı- kahraman rolünü üstlendi ve benim kuşağımın, vicdanımızı yaratmak için gerek duyduğu figür oldu.” Bir tarafta lisede ona edebiyatı sevdiren, fakat öğrencilerini devlete gammazlayan Rivadavia’nın ikiyüzlülüğü bir tarafta Che’nin vicdanının sesi. Manguel bu sesi duymuş ve unutmamış. Yazdığı her satırda bunun izleri görülüyor.
Editörlör de Manguel’in okuma alanına giriyor. Bu kitap yazdığım haliyle buluşmayacak sizinle. Bir editörün elinde budanacak diyor ve editörlük mesleğinin Kuzey Amerika’da nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını anlatıyor. Editörlüğü arabanın arka koltuğunda oturup şoföre müdahale etmeye benzetiyor. Birçok yazarın bu müdahaleye karşı duramadığını söylüyor. İyi bir editörün mutlaka iyi okur, çocukluğundan itibaren okuyor olması gerektiğini, iyi bir okur olmayan kişinin editörlük işine kalkışmaması gerektiğini söylüyor. Editörlük mesleğine dair yaptığı şu yorum çok anlamlı: “ Kuzey Amerika neden editörlerin serası? Bence, cevap Amerikan toplumunun ticari kumaşında yatıyor. Kitapların satılabilecek emtia olması gerektiği için ürünlerin karlı bir şekilde ticari olmasını sağlamak üzere uzmanlar işe alınmalı. Bu birleştirici görev, en kötü ihtimalle kitle pazarı için aşk romanları üretir; en iyi ihtimalle de Thomas Wolfe’a haddini bildirir. Kitapların pek ender para getirdiği Latin Amerika’da yazar kendi haline bırakılır ve romanın, editör makası korkusu olmaksızın istediği kadar uzaması hoş karşılanır.” Manguel, bir yazarın kitabına müdahale edilmesine izin vermemesi gerektiğini söylese de birçok yazarın yayınlanabilmek için bu duruma katlandığını dile getiriyor. Cesur ya da edebi bir yazar olarak nitelendirdiği Graham Greene, editörü ondan romanının adını değiştirmesini istediğinde telgrafla ona şöyle cevap verir. “Yayıncıyı değiştirmek, kitabın adını değiştirmekten daha kolay.”
Okumalar Okuması’nda, Manguel dünyayı, kitapları, yazarları, şehirleri insanı, acıyı, deliliği, adaletsizliği, gücü, ihaneti, günahı, zamanı, çağı, ve daha birçok şeyi okuyor. Ve tabii ideal okuru da es geçmiyor. Okurun kendini aradığı bu bölümde, ideal okurla ilgili aforizma tadında tespitler yer alıyor. Bu tespitlerden biri şöyle: “ İdeal okur çevirmendir, metni teşrih edebilir, derisini soyabilir, iliğine kadar dilimler her arter ve damarı izler ve sonra da tamamen yeni duyarlı bir varlığı ayakları üstüne kaldırır. İdeal okur tahnitçi değildir.” Sanırım her yazar ideal okurunu arar. Ve ideal okurun cemaatin içinde bir azınlık olduğunu bilir. O azınlığa seslenmenin ayrıcalığının da farkındadır. Her okur da ideal yazarını arar. Azınlığa seslenecek yazarını….
Okumalar Okuması, içinde ne çok şey saklıyor. Ve okura kendini arama imkânı sunuyor. Kelimelerden ibaret bir dünyanın içinde, bir cümle olabilen ideal okura ne mutlu!