Başka Oyun Yok şanslı bir kitap.
Düşünsenize, şiiri sevdiğinizden beri en sevdiğiniz şairle, şiiri size sevdiren şairle yollarınız kesişecek ve otuz beş sene hayalini kurduğunuz, yazmayı çok istediğiniz kitabınızın arka kapağını o yazacak. Yani neye sevineceğinizi şaşıracaksınız. Yirmi kadının öyküsünü içinizde yaşayıp, diliniz durmadan ağrıyan dişinize giderken, bir yol bulduğunuzu görmenin umuduyla dolacaksınız. Hürriyet Kitap Ekine yazdığı bir yazıda “Yumurtam Sıcak” öyküsünün ilk cümlesini; Annem kardeşimi doğurdu, sonra öldü. Yengem, “Anneniz şehit sayılır” dedi “Bu cümle bile bir öykü sayılır” diye yorumlayacak…
Canım Haydar Ergülen.
Başka Oyun Yok’un uğurlu yolculuğunun ilk günlerinden itibaren böyle “içerden” şahane pek çok şey oldu.
Benim ilk arkadaşım yaramaz, kıpır kıpır bir çocuktu. Ağaçların üzerinden indirmeye çalışırlarken ya da ortadan kaybolduğunda, duvarların üzerinde cambazlık denemesi yaptığı sıralarda annesiyle babasının yürekleri ağızlarına gelirdi, korkarlar, şaşırırlar ama çocuklarına seslerini yükseltmezler, kızamazlardı. Öpe koklaya büyüttüler.
Ailesinin onu evlat edindiğini öğrendiği gün birlikte sokakta oynuyorduk. Biri çıktı geldi, gülen oynayan çocuğun yanına yaklaşıp evlat edinilmiş bir çocuk olduğunu söyledi. Bu orada öyle söylenebilecek bir şeymiş gibi söyledi. Tanımadığımız biriydi, biyolojik aileye yakınlığı olduğunu öğrendik sonra. Annesi babası perişan, arkadaşım darmadağın olmuştu. Dünya da mahallemiz de bizim için o zamanlar bu kadar kötü bir yer değildi ve o gün biz kötülükle ilk kez tanıştık.
Özellikle küçük yerlerde doğup büyüyenler beni daha iyi anlayacaklardır, kocaman bir evin içinde, çok kalabalık bir aileyle yaşamak gibidir bizimki gibi bir mahallede yaşamak. Arkadaşım oradan hiç ayrılmadı. Sadece büyüdüğü ev bir apartmana dönüştü. Biz, yan yana olmadığımız zamanlarda çok büyüdük.
Biyolojik ailesiyle yakınlaşmayı hiçbir zaman istemedi. Bir reddedişti onunki. Annesi, yalnız kalmasından korktuğu için onları tanımasını istedi, bunu da sağladı ama bir bağ kuramadığını görüyorduk. İki ablası bir abisi olduğunu, ablalardan küçük olanın aile tarafından reddedildiğini öğrenmişti. İçten içe merak ettiğinin farkındaydım. Birbirimizi üzecek sözler etmez, sorular sormazdık. Buluşmalarını ne çok istemişimdir.
Onlar birbirlerini sosyal medya aracılığıyla buldular! Her ikisinin de çocukları yetişkin olmuşlardı, teyzelerini tanımak istiyorlardı, kuzenler birbirini buldu, onlar önce o mecrada kavuştular, sonra kardeşleri kavuşturdular.
İlk karşılaşma anlarını zaman zaman konuşuyoruz da ağlamadan anlatılması da dinleyebilmek de mümkün değil.
Elli yıl uzun süre.
*************
Aradım, düşündüklerimi söyledim, iznini istedim. Her biri bence başlı başına öykü olan cümlelerini duyduğumda hissettiklerimi unutmuyorum;
-Benden sana izin. Yaz da okuyan birilerinin aklına gir. Öyle bilmeden, etmeden kimse kimseyi kınamasın. Kimse büyük konuşmasın. “Bak bu hayatta neler oluyor, insanın başına ne olmaz işler geliyor” desinler. Yaz, yaz ama şimdi mutluyum onu da yaz. Her gün dua ettim ben, kardeşime elli yıl sonra kavuştum, ölmeden buluştum ya onu güzelce anlat. Ümidini kaybetmişler okur belki, onlara iyi gelir, yaz! Ben yazmış gibi olayım ama olur mu?
Yazdım.
Çok üzülerek, hiç bakmadığım yerden baktığımdan, ürpererek, anlamaya çalıştıkça kendimle karşı karşıya gelerek, bir süre sonra kendimi de içine katarak yazdım. Annesinin öldüğü gün oturduğu merdivenin ilk basamağında ağlayan çocuğa sarılıp, gitmesine engel olamadığı kardeşine kavuşmasına duyduğum sevincime sığınarak yazdım.
Yumurtam Sıcak, bir öykünün içinden çıkıp gelivermiş, sahici, hüzünlü, göklerden çocuklarını izleyen annelere selam ve minnet dolu bir öyküdür.