“Canistan”da, Selim’in içindeki şükran ve haset duygusu arasındaki çatışma anlatılır. Yani insanın içindeki iyi ve kötünün savaşımını temsil eden bu temel iki duygunun eşzamanlı olarak ben ve öteki arasındaki ilişkiye de doğrudan etki ettiği ve bu çatışmadan “şükran” duygusunu galip çıkaramayan ben’in, öteki’nin varlık alanını nasıl ihlal edebileceği üzerinde durulur. Romandaki ben-öteki arasındaki ilişkinin temel eksenini belirleyen birbirine karşıt bu duygular eşliğinde ötekileştirilmeye direnen bir ben’in ( Tokuç Ali’nin) trajedisi de anlatılır. Dolayısıyla romandaki ben-öteki ilişkisini, obje ilişkileri kuramının temelini atan Melanie Klein’ın görüşlerinden yola çıkarak incelemek uygundur.
1.Yıkıcı İtkilerin Hissi İfadesi: Haset
Melanie Klein’a göre ilişkilerin içleştirilmiş (internalized) imgelerine dönüştürülerek yaşanan insanlar arası ilişkiler,[1] kişinin yaşamını yönlendirici duyguların oluşumuna da etki eder. Yıkıcı nitelikteki itkilerden kaynağını alan bu duyguların başında da “haset” gelir.[2] Haset, kendinde olması istenilen şeyin gerçekte başka birinde olmasının kabullenilemeyişinden kaynaklanan olumsuz bir duygudur. Bu duygunun istenilen nesneyi sahibinden mahrum bırakmaya yönelecek kadar abartılması ise öteki’nin varlık alanına yapılan bir tecavüzdür.
“ Ulan ne gaddar olmuş bu Selim. Göbeğime kızgın yağ mı akıtacak? Altın falan olmadığını biliyor ama bilmediğim bir şeyden ötürü öç alıyor benden anlaşılan. Ne ola ki? Dayanabilecek miyim her şeye?” [3]
Ali, işkenceye maruz kalsa da kendiliğinden vazgeçmemeye kararlıdır. Selim’in davranışındaki asıl sebebin ne olduğunu bildiğinden, hayatı pahasına da olsa ötekileştiğini, kendiliğinden vazgeçtiğini Selim’in görmesini istemez;
“Aklınca horlayacak beni; yalvartacak, olmadık bir yer söyletecek; sonra da adam değilmişsin deyip rahatlayacak. Tanrım, dostum düşman olmuş. Katlanabilecek miyim acıya?” [4]
Selim, Ali’nin ötekileştiğini görerek ondan intikam alma isteğini yıllarca içinde hasetle büyüterek beslemiştir. Ancak Ali’nin sergilediği direniş, bu arzusundan mahrum bırakır onu. Çocuklukta kendisinin düştüğünü düşündüğü pozisyonlara Ali’yi de düşürmeye çalışır. Amacına ulaşamayınca da bile bile ölüme gider. Ali’nin uğradığı işkencenin sebebini bilmesi gibi, Selim de Ali’nin insanüstü direnişinin sebebini bilmektedir;
“İleride bir gün horlanışının öcünü almanın bir yolunu bulacaktı ondan onu da küçük düşürerek. Öldürdüm ama horlayamadım…” [5]
Ali’nin kendiliğini muhafaza etmeyi acı çekerek ölmeye tercih etmesi, Selim’i amacına ulaştırmaz. Haset duygusunun öngördüğü eylemler, erek dışı sonuçlanırsa kişi içindeki tüm haset duygusunu kendine yöneltebilir. Selim’in de öleceğini bile bile Yunan karakolunu basmasını da bu yönde düşünmemiz olasıdır.
- Yapıcı İtkilerin Hissi İfadesi: Şükran
Güven duygusu, şükran duygusuyla direkt bağlantılı olan bir duygudur. İyi nesneden görülen güven, kişinin kendisiyle barışık olmasını, yaşamdan zevk alıp sevgiyle yaşama tutunabilmesini sağlar. Kişi ona bu olanağı veren iyi nesneye de şükran duyar. Selim, Esma’yı kaybettikten sonra ise kendine olan güvenini de kaybeder. Sanki bu hisleri Esma ile birlikte toprağa gömülmüştür. Gerçi köylüler Selim’i içlerine almışlardır. Ancak onların bu kabullenişlerini Esma sayesinde olduğundan Selim ne Esma’dan kalan mala mülkü ne de statüsünü benimser;
“Gene eski yaşamı başlamıştı. Her akşam meyhaneye gidiyor, gündüzleri kahvede pinekliyor, ara sıra da bağda çalışıyordu. Karısı öleli artık bağı falan önemsediği yoktu. Bir gün Mehmet Ağa’nın evlenme öğütlerini dinlerken ‘Ne ev benim ne bağ; karımındı onlar; ölünce iğreti kaldım burada’ dedi. ‘Karının mirası onlar, başka kimsesi yoktu.’ ‘Olmaz, hakkım değil.’ Gene de bırakıp gitmiyordu.” [6]
Selim’in iyi nesneyle gecikmeli karşılaşması ve iyi nesneyi kısa bir süre zarfında yitirmesi, şükran duygusunun kökleşememesine neden olur. Diğer bir ifadeyle Selim’deki şükran duygusu, büyük sarsıntıların üstesinden gelebilecek güçte değildir. Esma’dan öldükten sonra içinden kalan “şükran” kırıntılarıyla İttihat ve Terakkici olduğu gerekçesiyle köyden sürülen Nedim Bey için fazlasıyla üzülür; bir çetenin başına geçerek, milletin bağımsızlığı için canını ortaya koyar. İçinde kalan şükran duysusunu bu yönde harcayıp tükettikten sonra da çocukluk arkadaşı Tokuç Ali’yle hesaplaşmanın yolunu arar. İyi ve kötü arasındaki ayırımın yapılmasını olanaksız kılan “haset”in tam karşıt duygusu “şükran”dır. “Şükran”, bireyin toplumla, hayatla, çevresiyle uyumunu organize eden ve geliştiren olumlu bir duygudur. Ancak “şükran”ın ilk çocukluk döneminde edinilememiş olması, onu en ufak bir engele uğramışlıkta “haset”e dönüştürür. Üstelik bu dönüşün daha yüksek yıkıcılıkta ve şiddette olması muhtemeldir. Selim’in Esma sayesinde yaşantısına dâhil olan “şükran” duygusunun olumlu yansıları Esma’nın ölümüyle tamamen yitirilir. Hem iyi nesnenin hem de iyi nesneyle kurulan özdeşlik sonucu kazanılan kendiliğin kaybedilmesi, Selim içindeki “haset”i akıl almaz bir biçimde yoğunlaştırmıştır.
Arzu Özdemir
[1] Geçtan, Engin, Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, Metis Yay., İst. 2003, s. 101.
[2] Klein, Melanie, Haset ve Şükran,( Çev.: Orhan Koçak, Yavuz Erten), Metis Yay., İst. 1999, s. 17.
[3] Atılgan, Yusuf, Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. baskı, İst. 2001, s.9.
[4] Atılgan, Yusuf, Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. baskı, İst. 2001, s.10.
[5] Atılgan, Yusuf, Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. baskı, İst. 2001, s.17.
[6] Atılgan, Yusuf, Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. baskı, İst. 2001, s.53.