Asil Ünsal ile Destek Yayınları etiketiyle okurla buluşan panoramik tarih yaklaşımıyla kaleme aldığı ilk romanı “Aşk, İsyan ve II. Abdülhamid Han, Kahramanlar ve Sefiller” hakkında konuştuk.
Serkan Parlak: Asil Bey, ilk romanınız “Aşk, İsyan ve II. Abdülhamid Han, Kahramanlar ve Sefiller” geçtiğimiz günlerde Destek Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve ilk kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.
Asil Ünsal: Yazma fikri, romanın üç yüz altmış ikinci sayfasında anlatılan bir hikâyeden kaynaklanıyor. Genç yedek subay Halit’in Galata Köprüsü üzerinde işgal kuvvetleri askerleri ile yaşadığı bir olay. Bu arada Halit gerçek hayatta dedem olur. Altmışlı yıllarda her yılbaşı ailecek Bakırköy’de dedemin evinde toplanırdık. Ben, küçük kardeşim ve teyzemin kızı. Altı ve on bir yaş arası üç yaramaz çocuk. Her seferinde dedeme yalvarırdık “ Ne olur anlat,” diye. Dedem önce anlatmaya, sonlarına doğru da ağlamaya başlardı. Bunun böyle olacağını bilirdik, çünkü her seferinde aynı tepkiyi verirdi. Dedemin sonu olmayan üzücü bir olayı anlatıp ağlaması hepimize çok garip gelirdi. Biraz daha yaş alıp yaşamın ve tecrübelerin insan üzerindeki etkilerini düşündükçe “Öz ağlamadan göz ağlamaz,” atasözü anlam kazanmaya başladı. Yaşlı bir insanı o yaşında böyle ağlatan ne olabilirdi ki, neler yaşamıştı? Şartlarının ne olabileceği üzerine gelişen merakla önce dönemin sosyal ve siyasi yapısını tarih makalelerinden incelemeye çalıştım. O günkü yaramazlıklarımızı bir nevi affettirmek duygusuyla dedemin hayatını yazıya dökmek istedim. Ailenin tarihi için ise hayatta kalan çok az sayıdaki aile büyüklerimle sohbetler ettim. Çoğunlukla dedemin babası Cemal Bey ve annesi Hatice Hanım ile ilgili bilgilerin bir kısmına ulaşabildim. Dönemin ruhunu yansıtabilmek için ana karakterler olarak onları seçtim.
Asil Ünsal: İlk kitabınız yayınlandığında hayata iz, dikili ağaç bırakmış gibi oluyorsunuz, bu çok hoş bir duygu. Adını hatırlamıyorum ama bir kitap okuyordum. Çok da akıcı ifadeler vardı. Keyifle elli, altmış sayfa ancak okumuştum ki bir anda “Burada yazılı olan cümle ve ifadeleri ben de benzer şekilde yazabilirim,” şeklinde bir duyguya kapıldım. Kendimi böyle bir roman ortaya çıkarabilmeye çok yakın hissettim. Denemeye karar verdim. Bitirdiğim de yazıcıdan çıktısını aldım, yakın çevremde kime rastladıysam okuttum. Okuyanlar çeşitli övgü sözleri söyledi. Ancak hepsi bana yakın kişilerdi. Hiç birisinin olumsuz eleştirisi yoktu, övgü sözleri beni tatmin etmedi. Bir kenara bıraktım. Kendime böyle bir şey yazabileceğimi ispatlamıştım ya, yeterliydi. Felsefeye karşı bir sevgim vardı. İ.Ü. Açık Öğretim Fakültesi Felsefe bölümüne ikinci üniversite eğitimi için kaydoldum. Sosyal medya üzerinden belirli öğrencilerle grup oluşturduk, etkileşim içinde dört yıllık çabadan sonra mezun oldum. Çok güzel bir dost grubumuz vardı, değerli üyelerinden biri de Destek Yayınlarının yöneticisi Yelda Cumalıoğlu’ydu. Yazdıklarımdan bilgisi olduğunda “Bir editörün varlığı çok önemlidir, editörlerimize okutalım,” diyerek süreci başlattı.
Serkan Parlak: Nahit Sırrı Örik’in Abdülhamit Düşerken adlı romanında Abdülhamit bir marangoz olarak kurgulanmış, roman kahramanı çok tutarlı. Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul adlı romanını çok sayıda roman kişisi yaratımını anlamak için çok önemli bir roman. Bu durum dönem romanları yazarken sorun çıkarabiliyor. Genelde panoramik anlatılar yazılıyor, başarılı olmak çok zor. Genelde gerçek kişiler anlatılıyor. Bizim yarattığımız kişiler ise kurmaca kişilerdir. Yarattığımız kişinin güçlü olması için o kişiyi ayrıntılarıyla tanımalıyız, araştırıp öğrenmeliyiz. Düşünme biçimi, kişiliği, davranışları nasıl? Gerçekliği güçlendiren ayrıntıları bilmek önemli, bunlar yazdığımız metni güçlendirir.” Asil Bey, romanınızı yazarken yukarıda bahsettiğim tespitlerden hareketle ne gibi araştırmalar yaptınız? Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işledi; mekânlar, atmosfer, diyaloglar ve özellikle roman kişileri söz konusu olduğunda.
Asil Ünsal: Atatürk döneminin kazanımlarını gözle görüp yaşamış biri olarak, anne ve babamla diyaloglarımın yardımıyla İstanbul’un sosyal yapısı ile ilgili eski bilgilere ulaşabilecek kadar şanslıydım. Aile tarihimin ulaşabilmemin mümkün olmadığı bölümlerine halen hayatta ve eskiyle tek bağlantımız olan seksen altı yaşındaki aile büyüğümüz sayesinde erişebildim. II. Abdülhamid’in dönemini ise daha çok yakın dönem tarih ve Osmanlı sosyal hayatını inceleyen akademisyenlerin makalelerinden okuyarak öğrenmeye çalıştım.
Serkan Parlak: Romanların başlangıcı ve sonu zordur. Romanınızın başlangıç ve sonunu nasıl yazdınız?
Serkan Parlak: Romanınızın merkez kişileri Cemal ve Hatice’nin geçmişten şimdiye kişisel tarihleri üzerinden işlediğiniz temel meseleler için son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun genel panoraması diyebilir miyiz?
Asil Ünsal: Osmanlı’da değişim hamlelerinin, başarılı olan veya olamayan yeni anlayışların ortaya çıktığı bir dönem. Bu dönemin en çok can acıtan olaylarının başında devletin parçalanmayı önleyememesi, bugünkü moda tabirle dış güçlerin toparlanma çabalarımızı boşa çıkarmak için acımasız uygulamaları, bunu başarabilmek için de içimizdeki kültür yozlaşmasını ve gayrimüslim azınlıkları (Özellikle Ermenileri) piyon olarak kullanması. Dış güçlerin Osmanlı’nın son dönemlerine rastlayan Ermeni ayrılıkçılığını gerçekleştirmek için çete mücadelelerini desteklemeleri, iki taraf arasında hâlâ sürmekte olan husumeti o tarihlerde geliştirmeye başladıklarını gösteriyor. Zamanımızda da aynı yöntemlerle Türkiye’nin bir yöresi ayrıştırılmaya çalışılmıyor mu? Yüz elli yıl önceden ders alınmazsa aynı senaryo tekrar vizyona girer diye düşünüyorum. Romanın belirli bölümlerinde Ermenilerin içinde olduğu can yakıcı olaylar var. Bunları tarihte belirtildiği şekilde aktarmaya çalıştım. Aktarırken hiçbir husumet ve nefret duygusu taşımadan, romanımı okuyan bir Ermeni’nin bile rencide olmamasını esas kabul ederek kelimelerimi özenle seçtim. Hatta birtakım önyargılara karşı bazı yerlerde gayrimüslim azınlık kelimesini kullanmayı tercih ettim.Yaklaşımımın ırka ve inanca vurmak şeklinde değerlendirilmesini istemedim.
Serkan Parlak: Asil Bey, sizce romanda döneme göre bazı izlekler ön plana çıkıyor mu, son dönemde ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, geçmişle hesaplaşma, aile ve bireysel yabancılaşma mesela…
Asil Ünsal: Ön plana çıkan belirli durumlar var. Türk aile yapısında anne faktörü hiç değişmeden günümüze kadar geliyor, aileler evlatlarının evlenmesi konusunda yüz elli yıl önce olduğu gibi şimdide müdahil. Bu durum hiç değişmemiş, hep ön planda. Bir başkası ise şartların oluşumu, şartları oluşturanlar, şartları oluşturanların yaklaşımları ve ne amaçlayıp ne yaptıkları ve sonuçları toplumların yönlendirilmesinde çok önemli. Bu tarz durumlarda iyi niyetle olsa bile yapılan hatalar geleceği çok etkiliyor. II. Abdülhamid zamanında yapılanlar yüz elli yıl sonra eleştirilirken biraz insaf ölçüleri içinde olmalı ve anlamaya gayret göstermeliyiz. Aksi halde dedesinin ağlamasının sebebini bilmeden onu komik anlamsız diye nitelendiren çocuk pozisyonunda kalırız. Karşı olanlar siyasi iktidarı despot bir yönetim tarzı sebebiyle sert eleştiriler yaparken, taraftarı olanlar manevi değerleri koruyan yönünü ön plana çıkararak onu kutsamaktadır. Her iki durum da vardır, yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyetini kuracak genç neslin bilimsel metotlar ile yetiştirilmeye başlandığı bir devirdir o dönem aynı zamanda. Yüz elli yıl önce demokrasiye yatkınlığı olmayan bir toplum, despotik idare yapısının yaşamasına izin vermiştir. Yüz elli yıl sonunda eleştiri yaparken zamanımızda daha demokratik bir yapıda olduğumuz halde benzer şartlar altında olduğumuzu da unutmayalım.
Serkan Parlak: Son günlerde neler okudunuz? Önümüzdeki dönem için yeni üretimleriniz olacak mı?
Asil Ünsal: İhsan Oktay Anar’ın romanlarını severek okudum. Son dönemde sol gözümdeki görme kaybı nedeniyle internetten e-kitap indirip punto yükseltip bilgisayardan okumaya çalışıyorum. Şu anda proje olarak “kişisel gelişimde felsefenin nasıl bir etkisi olabilir” konusunu inceliyorum. Benim felsefedeki yaklaşımım bu işe meraklı olanların bir araya gelerek birbirleriyle kavramlar yoluyla diyalog kurmaları değil. Felsefenin kendisine bir şeyler kattığı kişilerin bu niteliklerini halk seviyesine yansıtarak tamamıyla mükemmelleşme için adım atmalarıdır diyorum. Felsefenin insanlar üzerinde iyileştirici etkileri var. Kişisel gelişim için gösterilen çabalarda öyle. Bu yaklaşımı direkt kişisel gelişim bilgilerini aktararak değil, bir roman karakterinin yaşam öyküsü içinde veren bir roman yazmak için yoğun okumalar yapıyorum.
Kitabı okudum,gerçekten bayıldım. Emeğine sağlık.
Okurken Cemal karakteri ile bütünleşiyorsun, ileride belki dizi olur.
Kitabı okumak için heyecanlandım. Çok samimi bir röportaj olmuş, ağzınıza sağlık