Ayça Güçlüten ile beşinci kitabı Gönül Tufan odağında yapmış olduğum söyleşide baş kahramanı kadın olan fakat bu sefer Gönül karakterinin çirkinlik kavramıyla ele alındığı, diğer tüm kadın karakterlerin de zorlu yaşam mücadelesine şahitlik ettiğimiz roman çerçevesinde gerçekleşen söyleşimiz hayatı tüm unsurlarıyla konuştuğumuz kapsamlı bir sohbete dönüştü. “Kadın erkek demeden insanı anlama çabası benimki.” dedikten sonra, “Yalnızca kadına değil, herkese yapılan kötü muameleyi, adaletsizliği ötekileştirmeyi anlatma çabası bir yandan da.” diyerek Gönül Tufan’ın odak meselelerine dikkatimizi çeken Ayça Güçlüten söyleşimiz için buyurun lütfen.
Aynur Kulak: Beşinci kitabınız Gönül Tufan ile yeniden okurlarla buluştunuz. Beş kitap, edebiyatla iç içe olmak, yazmak… Sohbetimize genel hatlarıyla başlamak isteyerek edebiyat ile olan bağınızın buralara geleceğini düşünmüş müydünüz bu yolda yürümeye başladığınızda?
Ayça Güçlüten: İlk kitabımın (Uykusuz) ana hikâyesini 2005’te kurmaya başlamıştım, o da senaryo formatındaydı. Açıkçası romana dönüşmesi çok sonraları gerçekleşti. Her bir kitap yazılırken bir sonrakinin hikâyesi de notlanıyor, yerine yerleşiyordu. Evet, çok yoğun bir 12-15 yıl geçmiş şimdi dönüp baktığımda. Sorunuza gelirsek, düşünmedim açıkçası. Bunları düşünerek yürünmüyor bu yolda bence ya da bende böyle ilerlemiyor süreç. Odaklanır buluyorsunuz kendinizi hikâyeye ve sonrası geliyor. Merak ve heyecan oldukça oluyor tabii bunlar.
A.K: Gönül Tufan kadınların başat karakter olarak anlatıldığı bir roman. Sizin diğer kitaplarınızda da ana karakterler, kahramanlar hep kadınlar oldu fakat ikinci soru itibariyle şunu sormak istiyorum: Gönül Tufan’ın diğer dört kitabınızdan farkının ne olmasını istediniz?
A.G: En çok dil işçisi olmak istedim Gönül Tufan’da. Zaten biliyorsunuz her şey anlatıldı, anlatılıyor ama nasıl anlatıldığı temel mesele. Denemek istedim. Başardım mı bilmem ama bunun için çabaladım. Kitaplarımın kahramanları genellikle kadınlar oluyor ilk bakışta, doğru. Ancak kadın da bir insan ve insan, insanla kuşatılıyor. Kadın erkek demeden insanı anlama çabası benimki. Yalnızca kadına değil, herkese yapılan kötü muameleyi, adaletsizliği ötekileştirmeyi anlatma çabası bir yandan da.
A.K: Romana da ismini veren Gönül Tufan’ı ve romanın içerisindeki diğer kadınları, Solmaz’ı, Janset’i konuşmaya başlayarak romana doğru bir giriş yapmak istiyorum. İlk olarak Gönül’le nasıl tanıştınız, nasıl buluştunuz, masaya onu yazmak için oturduğunuzda nasıl bir Gönül’dü yazmaya başladığınız, sonra neye dönüştü? Çünkü çocukluğundan itibaren tanımaya başlıyoruz onu ve ilk gençlik, yetişkinlik dönemlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.
A.G: Gönül kendini anlatmaya başladığında pandemi yeni ilan edilmişti. Aslında başka bir hikâyeye daha çok kapılıp gidiyor, doğrusu Gönül’e çok yüzümü dönmüyordum. Ancak zor bir dönem oldu hayatımda, içime kapandım ve Gönül kendini yazdırmaya başladı. Sonrası birlikte sürükleniş. Gönül önden hızlı hızlı yürümeye başladı, ben de ona yetişmeye çalıştım. Başlarda bu kadar kendini açmıyordu Gönül, daha suskundu, öfkesi daha gömüktü, daha hareketsizdi. Fakat ben ona odaklandıkça açıldı. Aynı şekilde Solmaz ve Janset de kendi şahsiyetlerini daha net ortaya koymaya başladılar. Zaten bir süre sonra kendileri konuşuyor, hareket ediyor oldular neredeyse.
A.K: Romanın Gönül üzerinden çirkinlik unsuru vurgusunu önemli buldum. Çirkinlik nasıl bir yükü, kaderi, alın yazısını beraberinde getirir? Çirkin olmasaydı kaderi farklı olur muydu Gönül’ün?
A.G: Çirkinliği konu haline, yük haline getiren, kötü kaderin müsebbibi olarak gösteren biziz, insanlar. Kim güzel, kim çirkin? Üstelik kime göre? Sistemin bir güzellik manifestosu var asırlardır; her döneme göre güncellenen bir bildiri bu. Güzelliğin tanımını sistem katı bir şekilde yapıyor ve bilhassa kadını ana hatları keskin bir şekilde tespit edilmiş formda ya kabul ediyor ya da reddediyor. Gönül de bundan nasibini alanlardan biri. Sorunuzu şöyle soralım: Sistemin tanımına göre çirkin olmasaydı Gönül, kaderi farklı olur muydu? Sanmıyorum. Kabuklarımız hayatlarımızı tayin edemez. Belki ufak tefek, çoğunlukla yanıltıcı değişiklikler baş gösterebilir ama temel akış değişmez. İçinizde neyseniz osunuzdur.
A.K: “Ben bir tek beni kurtarmayanı severim.” Romanın ilk sayfalarında geçen bu cümle roman bitene kadar okuyucuyu takip ediyor. Bu cümle özelinde Solmaz’ı ve Gönül’ü ikisinin anne-kız olarak birbirleriyle ilişkisi, birbirlerine miras bıraktıkları şeyleri konuşmak isterim. “Kurtarma” kavramının roman özelinde kadınların yaşamındaki karşılığı neler? Kurtarma kelimesini çekip çıkardım fakat “sevmek” meselesini de kadınların varlığını önemli ölçüde etkilemesi adına konuşmak isterim.
A.G: Bazı cümleleri/kavramları bilinçlice tekrarlıyorum metinlerde ama bazılarını değil, cümle/kavram kendini bir daha, bir daha sunuyor. “Kurtarma”, “kurtulmak” kritik eylemler /eylemsizlikler bu romanda bana göre, tabii her okuyanda başka başka karşılıkları da olabilir. Gönül de başlarda bu “kurtulma” meselesine yüzeysel bir yerden bakıyor. Derken sonra olaylar ona yeni bir bakış açısı getiriyor. Kadınlar, kurtarmak, sevmek… Gönül Tufan’da bu üçlü helezonik bir şekilde okurun karşısına çıkacak, anlamlandırma her bir okuyana aittir. Benim fazla açıklama getirmeye çalışmam manasız olur. Bu arada bu anne kızın birbirlerine bir mirası var mı? Bakın bunu gerçekten bilmiyorum. Herkes birbirine bir şey bırakmıyor sanki.
A.K: Şiddet uygulayan, güzelliği bozan bir baba var Gönül Tufan’da. Hikâye ilerledikçe farklı erkek profilleri ile karşılaşıyoruz. Âşık olan, seven, sahiplenen fakat alttan alta kaynayan bir erkeklik problemi hep mevcut, jenerasyonu ne olursa olsun. Baba sorunundan, erkeklik ile ilgili problemlere öznesi Gönül olan fakat kaynağı erkek yapısının oluşturduğu ilişki bozukluklarını konuşabilir miyiz?
A.G: Romandaki babalık, genellikle yaralı/hasarlı babalık modelleri. Aralarında iyi niyetli olan biri de var ama elinden gelebildiği kadarıyla yapıyor babalığını; pek başarılı olamıyor vakit ve koşullar sebebiyle. Hiddetli, şiddetli, zayıf, kötü babalar var Gönül Tufan’da ağırlıklı olarak, doğru. Ancak erkek kötülüğünden nasibini alan erkekler de var hikâyede. Düzelme şansı var mı yok mu? Bilinmez, bilinemez. Toplu bir çaba, kökten bir değişim gerek bunun için. Sanırım yıkılıp yeniden inşa olmamız gerekiyor.
A.K: Romanın sosyal ve sınıfsal yapısı da önemli. Gönül’ün çalıştığı mağaza, kadınların hayata tutunurken gerçekleştirdiği mücadele ya da erkeklerin de aynı şekilde mücadelelerdeki sınıf meselesinin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından önemli, öyle değil mi? Sosyal sınıflar tabii ki önemli fakat bir noktada kadınların mücadelesi açısından eşitlenen bir yapı diyebilir miyiz?
A.G: Gönül bir iç çamaşırı mağazasında tezgâhtar, yaşadığı mahalle de yoksulluk- orta halli kesim arasında bir yerde gidip gelen bir yer. Sıkışmış bir güruh içinde yani. Okumuş, eğitimli bir bankacı kadınla da muhatap, apartman merdivenleri silen bir kadının kızıyla da, herkesin kaçtığı bir meczupla da. Kadınların mücadelesi elbette hep daha fazla çünkü öyle çok şeye tahammül etmek, öyle çok zorluk, kısıtlama karşısında dik ve güçlü durmak zorunda ki kadın. Sonuçta ona insan değil, kadın diye bakılıyor sadece; ona biçilmiş roller, görevler, hareket alanı belli. Bir de önce hayatta kalmayı başarması gerek tabii çünkü her an yok edilebilir. Daha üst sınıfa mensup kadınlar için tehlike, risk daha mı düşük? Hayır. Özgürlük kadına yakıştırılmıyor çünkü.
A.K: Yaşamda zaman, anlatılan hikâyelerde zaman… Sizin için neyin ifadesi? Şunun için soruyorum: Solmaz ile Gönül’ün ilişkisi zamanla bambaşka bir yöne evrildi. Zaman unsurunu bu yüzden konuşmak istedim sizinle.
A.G: Aslında bambaşka bir yere evrilmedi, olanlar ve olmayanlar açığa çıktı, Gönül ve Solmaz kendilerine soyundular. Bence hayat kendini kusar zamanı gelince; hayat zamanın, zaman hayatın bekçisi. Seçimler var arada. Gönül, Solmaz, diğer karakterler, herkes seçimini yapıyor ve sonuçlarını yaşıyor. Zaten bu hep böyle değil midir? Hayat akışkandır, durağan sanırsınız ama fena halde yanılırsınız.
A.K: Dünyada son birkaç yıldır olup bitenlerden sonra dünya yenileniyor deniliyor. Yenileniyor mu gerçekten? Asıl olarak bu durumun edebiyata yansımaları nasıl olacak sizce, nasıl kitaplar okumaya başlarız önümüzdeki dönemlerde?
A.G: Yenilenen ve yinelenen pek çok şey var. Ama dünyayı bizler yenileyelim, kendi arzularımıza ve taleplerimize daha elverişli, hizmet eder hale getirelim derken hırpalıyoruz. Doğaya, canlılara, birbirimize yaptıklarımız ortada. Hep daha hızlı, daha hırslı bir ritimde koşuyoruz. Sakin olup, bir durup sadeliklere dönüp bakmayı akıl etmiyoruz. Zaten sadelikten de sıkılır hale geldik; hep bir renk, bir gürültü, ses olsun istiyoruz. Edebiyata yansımaları çok katmanlı, geniş bir yelpazede olacak bence bu durumun. Daha yalın metinler okuyacağız, filmler izleyeceğiz, oyunlar seyredeceğiz büyük olasılıkla. Yalnızca kurgu değil, kurgu dışı metinlerde, araştırma kitaplarında gitgide zenginleşen bir repertuvar var. Okudukça karanlıkçılığın zorba gösterisinin bitişine tanık olabilmeyi ümit ediyorum.