Genç yazanlar arasında öykünün ne olduğunu bilen, öğrenmeyi sürdüren, kullanılan geleneksek biçimini bozmadan dili kendi öykücülük geleneğine de uygun kullanan ve bu geleneğe ‘yeni’nin tadını ve tavrını da katarak yazan Ferdi Çetin, bugün çok az görünen bir bilinç çizgisinde efsane bir kuşak olan 50 kuşağının öykü ve edebiyat anlayışını sürdürüyor. Herhangi bir sanat ya da zanaatı onun kendi biçim ve anlayışını geliştirerek sürdürmek elbette gölgelerden de ibaret olsa bir ustanın eli altında çırak olmayı kabullenmeyi de gerektirir. Çetin, ustalık makamına zaten 2011 yılında Mîna Urgan Kısa Öykü Ödülü’nü alarak ilk adımını atmıştı. 50 kuşağı elbette ki azımsanmayacak derecede öykücülüğün zirve olduğu kuşaktır. 50 kuşağına dâhil olmak için ya da bu geleneği sürmek-sürdürmek ya da buna uygun yazmak için elbette 50’lerde doğmuş olmak gerekmiyor. 50 kuşağına bir yazarın dâhil sayılabilmesi için belki de tiyatral bilgi ve metin geçmişinin olmasının yanında, tıpkı o kuşağa dâhil yazarlar gibi geçmişle kavga etmemek, geçmişin önümüze bıraktıklarını bozmamak gerekliliğini bir disiplin edinmiş olmak da gerekiyor. Her şeyden önemlisi dili kullanma biçimini bütün yeniliklere ve anlatıların muhtevalarına rağmen yazmanın merkezinde tutmak gerekliliğinin değişmez ilk kural olduğuna inanmak gerekiyor. Yazmak olayında bütün kurallara boyun eğmek de gerekmez üstelik. Ferdi Çetin, bu konuda ifade edebilme özgürlüğünü bir tık daha ileriye götürmüş ve büyük harf dayatmasını kırmıştır. Hiçbir şey derinliğini bir anda kaybetmesin öykü hiç durmasın sürsün diye belki de, imla işaretlerini de kendi biçim anlayışı çerçevesinde kullanmış. Yani sadece olması gerektiği gibi anlatmış, yargı bildirmekten kaçınmış.
Minimal öykülerde tuhaf bir biçimde psikolojik derinliği bu minimal alandan daha geniş ve derin tutabilmekle ilgili bir yanı da var Çetin’in. Dilin olanaklarıyla sınırlı kalabilecek olan kurgusal biçimlendirmeyi zihinde görseller yaratımına yarayan o gizil zemin üzerine oturtabilmesi de önemli bir özelliği benim için. Fantastik öğelerle sıradan ve durağan olanı metnin içinde azımsanamaz derecede etkili bir harekete çevirebilmesinin kaynağı da bu. Dil ve dil ile ifade edilen meseleler içinde dilin kendisinin bir mesele olarak prensip ya da disiplin anlayışı ile öne çıkması da onun yazma olayına ilişkin en belirgin özellikleri arasında. Yazınsal biçimi pek çok düz metinde okuru etkiyen şairaneliğin aksine şiirsel üslubu daha da öne çıkarıyor. Şairanelik kapılıp gitmekken, şiirsellik tamamen bir dil çalışmasına yöneliktir çünkü. Böylece dışarıya şekil verenin iç gerçeklik olduğunu da gösteren bir disiplinle metinlerini oluşturduğunu da kavrayabilirsiniz. Konuşma dilini metne aktarırken kurguya verdiği sesleri ve ritim duygusunu hissedilebilir kılmanın bir yolu olarak şiirsel üslup elbette bile isteye bir çalışmanın ürünü olarak çıkıyor zaten ortaya.
Çetin’in bu dili ve bilinci yakalamış olması yoğun olarak tiyatro üzerine aldığı eğitim, meyil ve çalışmalarıyla da çok ilgili. Bir bakıma bu birikim bu kitapla anlamları dışlaştırmama açısından da belli bir yetkinlik gösteren söylemlerin de niteliğini arttırıyor. Düalist karşıt ve yapısalcı metinlerde karşılaştığımız durum ve çıkarımların aksine didaktik dayatmalarla donatılmış itkicilikten de çok uzakta. Esas olansa, dil önceliğinin hemen ardından gelen içerdiği pedagojik unsurlar ve yaklaşım. Çoğunlukla iyi bilinmediğinden göz ardı edilen, çünkü okurun dikkatini doğrudan doğruya kurgusal aksiyona çevirmesi bu ayrıntıyı gözden kaçırmasına neden oluyor. Bu da Çetin’in doğal bir sirkülâsyonla aktarmaya çalıştığı dil ile eğitim çabasını da görünmez ve etkili kılıyor. Yani Evimizi Böyle Yaktım, tiyatroya gitmeye pek aşina olmayan insanımız için sahneye çok uygun öykülerden oluşuyor ve tiyatroyu sevmek için de güzel bir hamle sayılabilir.
Dünya bugün birden çok felaketle yüzleşirken bile tıpkı Çetin’in öykülerindeki gibi yaşamın doğal akışını ve rutinine uygun yürüyüşünü yeni öyküleriyle sürdürecek olan bu genç adamla ilgili söylenmesi gereken daha pek çok şey olacak yarın da. Küçürek öyküleriyle 50 kuşağını okura daima hatırlatacak olması da ayrıca önemli ve güzel. Çünkü edebiyat tatlı bir hatıradır, adına uygun anıldığında yeni kuşağın yeni ustalarıyla.