Uyandım. Omzuma bir el değdi, sıçradım. Onun eli olabilir mi diye baktım ama yok. Değildi. Bitkin, zayıf gövdesi hayata tutunabildiği kadar nefes alıyordu. Sanırım çok geç dalmıştı uykuya.
Hava aydınlanmamıştı daha. Sabah ezanının huzurlu tınısıyla doğruldum yataktan. İçimdeki yaşam sevinciyle odadaki karanlığın tezatı daha da ayılttı beni. Dışarı çıkmak istiyordum şimdi, hemen. Onu yalnız bırakıp bırakamayacağımı düşünmeden sıyırdım vücudumu yataktan. Gün ağarır ağarmaz evde olurdum. Uyanmadan yatardım yine yanına hiç gitmeyecekmiş gibi. Gitmek? “Gitmek sadece bir eylemdir, unutmak ise kocaman bir devrim.” Ben unutmak istiyordum. O yüzden ‘gitmek’ten başladım.
Üstüme bir şeyler geçirip sessizce çıktım odadan. Koridorun loş ışığını da geride bıraktım. Önce evin sonra apartmanın kapısını kapattım. Ve… Dışardayım.
Sabah serinliği çarptı yüzüme. Soğuktu aslında hava. Isırır cinsinden. Fakat ben sıcak maviliğimle soludum buzu. İçimde küçülttüm, ısıttım, masal sıcaklığında üfledim. Saçlarımı rüzgârın eline bıraktım. Parmaklarıyla dibinden ucuna kadar akıttı onları. İlahî ritme saldı. Bir oraya bir buraya kanatlandırdı. Saçlarımla martı kanatları birbirine karıştı. Aynı göğe taşındı.
Yavaş yavaş yükselen gün, bulutları gizlemedi. “Asıl marifet buluttaydı.” Dikkat kesildim bir banka oturarak. Nasıl da hızla değişiyorlardı. Değişimin büyüsünü saklıyordu beyaz yumuşaklığında. Elini içine soksan tam merkezindeydi sırrı. Bulutlarla birlikte küçük korkak bir tavşandan dört nala bir ata, kırık bir oyuncaktan kocaman bir balona geçişin büyülü dünyasına kaptırdım kendimi. Bulutları koydum çantama.
Önümden hızla geçen kedi dikkatimi dağıttı. Düşen yaprakla çocuksu oynayışı, sarı siyah ışıltılı tüyleri, çevikliği ve aniden karşılaşan gözlerimiz. Gözlerindeki parlaklık ve cesaret gençliğinin kanıtıydı. Gençlik böyle olmalıydı. Kavrulmuş toprağa basarken buz gibi sulara dalmak gibi. Nefesin kesilmeli önce. Sonra öyle bir sel gelmeli ki içinden yeri göğü inletmeli sesin. Çimenlerle bir olmalı ellerin. Okşamalı çiçeğin dalını, yaprağını. Kedi tam da böyle yaşıyordu gençliğini. Benim gençliğime meydan okurcasına baktı. Haklıydı. Koydum kediyi çantama.
Başımı kaldırmamla deniz karşıladı beni. Rüzgâr onu da almıştı koynuna. Ama ne deniz pes ediyordu ne de rüzgâr. İkisi de güçlüydü. Dalgalar mı rüzgârı çekti derinlerine yoksa rüzgâr mı denizi dağıttı. Köpük köpük kustu öfkesini, vurdu bana doğru sesini. Anladım o anda denizi. Uçsuz bucaksız, sonsuz güç sıkıştı kaldı benim gibi. Aldım çantama denizi.
Artık kimse tutamazdı beni, adımlarım daha da hızlandı. Dönüşe geçmiştim, bir an önce varmalıydım eve. Çok uzaklaşmadığımı fark ettim köşeyi dönünce. “Az kaldı, az kaldı canım, geliyorum.” derken dilim, karşıma çıktı ince gövdesiyle. Bir kavak ağacını nasıl görmezden gelirsiniz? Siz bakmazsanız o bakar size. Döndürür yolunuzdan, çağırır eteklerinin dibine. Hal böyle olunca açtım kollarımı kimseyi umursamadan. Gözlerimi kapadım, görünmez oldum. Tenha vakitlerin cesaretiyle sarıldım, çaldığı ıslığı duyarak bir deli gülüşüyle. Varsın anlamasın neden güldüğümü. Ağlamak yerine gülmek gerektiğini bazen. Parmaklarımın ucuyla gücünü almak istediğimi anlamasın. Ayakta durmayı, savrulmamayı, hiçbir yere kıpırdamadan kök salmayı, kulaklarına vuran acıları duymamayı ondan öğrendiğimi anlamasın. Varsın “Bir genç kadın geldi bugün, hiçbir şey söylemeden sarıldı bana, ıslattı gövdemi.” desin. Yavaşça ayırdım kollarımı. Dallarına dokunarak kavağın, selam verdim özgürlüğüne. Aldım çantama .
Apartmanın kapısından girdim. Merdivenleri çıktım ikişer ikişer. Anahtarı taktığım gibi kilidi açtım. Çıktığım ev değildi artık bu ev. Koşa koşa odaya geçtim. Gürültü yapmış olacağım ki açtı hafifçe gözlerini. Soluk, elâ gözlerdi bana bakan. ”Kalk!” dedim. ”Kalk, bak neler getirdim sana. Hepsi çantamda!! ”
Kalkamayacağını bildiği halde doğrulmaya çalıştı. Kayıtsız kalamadı bu ümide. “Teşekkür ederim.” dedi, sadece. Bu yalınlık ona yakışırdı her zaman. Ama şimdi bambaşka olsun istiyordum. Bağırsın mesela, kocaman açsın gözlerini, ağzı dudaklarını zorlasın, benim gibi kırsın gönlünün kilidini. Yaşamı kucaklasın olabildiğince, tüm renkleriyle…
Olmadı. Uzattı bir zamanlar rüzgârın yerine saçlarımı okşayan ellerini. “Radyoyu açsana birlikte dinleyelim.” dedi. Hemen çevirdim düğmesini anneden kalma yadigârın:
“Gülümse hadi gülümse
Bulutlar gitsin
Yoksa ben nasıl yenilenirim?
Hadi gülümse”
Harika…Elinize sağlık…
harika yazmışsın yine👍💓kalemine sağlık💓💓
İçten, samimi bir dil ile yazılmış.. Kutlarım, elinize sağlık..👍👍👏👏
Çok güzel 😌
Sevgili Aylin ,bayildim tebrik ederim canım ellerine sağlik🤗
Aylin Karakaya 👍Harika 👍👍👍
Çok güzel 👌Kaleminize sağlık
Çok güzel Aylincim, tebrik ederim ☺️