KIRMIZI GÜNLÜK, KOPUK SAYFALAR VE MERAL
“Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da”
Louis Aragon
Büyük aşklar unutulmaz. Büyük acılar da…Zaman onları yenemez, silemez, yok edemez. Aşk kavuşulamayandır, aşk yaşanamayandır. Edebiyat tarihine baktığımızda şiirler, romanlar, halk hikayeleri ve mitolojidir bunu söyler. Fuzuli de:
Şeyma Dağıstan’ın Uğur Terzi ile Meral romanı üzerine yaptığı söyleşide okuduğum bu cümleler, yazarların içlerinde taşıdıkları bir parçayı okurla paylaştıkları an yaşadıkları kopuşu ve bir erkek yazarın kadın kahramanın ağzından yazma sürecini aktarıyor. “Ve genç Meral… onu yazarken hiç zorlanmadım, sanki bir mikrofon var ve onu elime aldığım an Meral oluyorum. Bir kadını seslendirmek meselesiyse biraz mikrofon ile ama daha çok da o karakterleri kendi varlığımdan öteye taşımakla mümkün oldu. Benden gitti, olsun, onlar için canım feda olsun.” Uğur Terzi, varlığından öteye taşıdığı Meral’i okurlarıyla paylaşarak aynı zamanda Yaratma Cesareti’nde Rollo May’in “Her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.” cümlesini somutluyor.
Uğur Terzi, 68 kuşağından bir öğretmen olan annesi Meral’in bıraktığı ortasından bazı sayfaları yırtılan kırmızı bir defterin izini sürüyor romanında.
“Ana kahramanlardan öğretmen Meral aslında benim annem. Onu hatırladığım, eteğinin altından çıkabildiğim kadarıyla yazdım. Ve romanda geçtiği gibi annem gerçekten de arkasında bir kırmızı günlük bırakarak gitmişti. Ve gerçekten de defterin ortasından bir kısım sayfalar yırtılmıştı, kayıptı.”
Romanı okurken ünlü Fransız şairin “Mutlu Aşk Yoktur” şiiri üzerine söylediklerini hatırladım sık sık: “Söz konusu mutsuzluk, işgal yıllarının mutsuzluğu. Fransa’nın içinde bulunduğu o acıklı durumda mutlu bir aşk olabilir miydi? Gerçekten, bu şiirde ortaya çıkan sorun, mutlu aşkın olup olmayacağı değil, mutlu çiftin olup olmayacağıdır. Kadın-erkek çiftini, erkeğin ve kadının en yüce şekli olarak düşündüğümü söylemiştim. Umarım gelecek günler kadın-erkek çiftine mutluluk taşır.”
Meral ve Rıfat Heper’in aralarındaki aşkı yaşadıkları dönemin toplumsal ve siyasi olaylarından bağımsız düşünmememiz gerekir. Romanda 68 kuşağının yaşadıkları -özelikle öğretmen kahramanı üzerinden- sabahlara kadar kitap okumalar, sürgünler, kovuşturmalar ve daha fazlası güzel bir dengeyle karşımıza çıkıyor. “Esasen devlet babamız müfredatta tercüme dersi düşünse, çocukları okuduklarını anlıyor diye asmak zorunda kalmazdı.” Uğur Terzi bu dengeyi öyle güzel kurmuş ve o dönemi öyle güzel yedirmiş ki romanında okuru hem yönlendirmiş hem de özgür bırakmış.
“Üşüdüm. Eksik yapraklı ay çiçeği gibi büktüm güneşi. Ne bilirdim o güneşin arkası karanlık. Hikâye hazin, yoksul bir çocuk. Dinlesen ne dinlemesen ne? Yazsan içi kahır, okusan aklın kalır. Sevmek birini böylesine bir yük. Bir fincan tuz ruhu. Sevmek, hele maviliği… demirden demir bir gemi güvertesi. Çıkar yürek meydana, işin yoksa boya dur.”
Romanda farklı kahramanların ağzından aktarılan bölümler, günlük ve mektuplardan yapılan alıntılardaki dil ile ilk anlatıcı genç Meral’in dili arasındaki fark dikkat çekici. Özellikle günlük ve mektuplardaki üslubun şiirselliği okuru edebi zevkin kollarına taşıyor kolayca. Akıcı, imgesel, yaratıcı bir üslûpla yazılan bu bölümlerde Uğur Terzi’nin doğru kaynaklardan beslendiğini ve kendine has üslûbunu yarattığını açıkça görüyoruz.
Biyografi, mektup, günlük gibi metin türlerinin romanlarda kullanıldığını Tanzimat edebiyatından bu yana görüyoruz. Genellikle tek bir türe odaklanıyor romanlar. Örneğin Oğuz Atay’ın Bir bilim Adamının Romanı biyografik bir romandır. Oya Baydar’ın Kedi Mektupları, Goethe’nin, bir zamanlar bütün Avrupa’yı intihara sürükleyen Genç Werther’in Acıları, Reşat Nuri Güntekin’in Bir Kadın Düşmanı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Sevda Peşinde mektuplardan oluşan romanlardır.
Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı, Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri, Andre Gide’in Kadınlar Okulu, Jean-Paul Sartre’ın Bulantı romanları da günlüklerden oluşan romanlara örnek gösterilebilir. Uğur Terzi, Meral romanında günlük ve mektup türünü birlikte kullanmış. Böylelikle gerçek bir öykünün peşine ve derdine düştüğünü okura göstermiş ve aslında metinlerin türüne ve anlatıcıya göre değişen üslûp farklarında da yazarlık gücünü ve dile hakimiyetini kanıtlamış. Yazarın “Yüzünden sarkıttığı yapraklara aldanıp pek müsbet bir sahteliğe bürünecekken, dökülüverdim.” gibi cümleleri okurken zaman zaman durdum, geri çekildim, düşündüm. Çünkü şiirselliği hissettiğimizde metinle bağımızı tekrar ve tekrar kuruyoruz. Bu da metnin aslında canlı, değişip dönüşebilir, değiştirip, dönüştürebilir olduğunu gösteriyor bize.
Uğur Terzi’nin romanı Meral, bir sancının sonucu… Bir içsel savaşın, bir vefanın sonucu…Vefa ile yola çıkan yazar sancılı yazma yolunda sürdürdüğü içsel savaşını kazanmış görünüyor en azından yeni romanını yazana kadar.