“Dünyanın alçak gönüllülüğüne ve yenilmezliğine dayanmak dayanmak ve dayanmak… Yarın, yarın, yarın ve yarın…”
Selahattin Yusuf’un “Eve Dönemezsin” adlı yarı otobiyografik romanı W. Faulkner’den bir alıntıyla başlıyor. Yazar kendi çocukluğundan biriktirdiği anılarını, güçlü gözlem yeteneği ve fotografik anlatımıyla okurun önüne seriyor ustaca… Romanda “Eve Dönememek” metaforu annenin kaybıyla ortaya çıkıyor ve romana adını veriyor.
Göz göze geldiğimizde bana kim yardım edecek bundan böyle?
Ah tertemiz ve sağlıklı gizem.
Bir çeşit soğukkanlı kavrama yeteneği de olan anne bakışının dağlarından aşağılara doğru sessizce yuvarlanıyorum. Akşamın açık göğü dolunayı batıya doğru sürecek. Anne yası da dolunayın yolculuğu gibi kımıltısız olacak. Ve bilincimi yaşasın diye dünyaya doğru acı acı dürtecek. Annemin hatırası artık içimde kalacak. Ve kumaşa takılmış gizli bir çivi gibi yaşadıklarımı geriye doğru yırtacak.”
Ev; edebiyatta, sığınak, güven ve huzuru simgeler. Behçet Necatigil şiirleri bunun en güzel örnekleridir. “Eve dönememek” de sığınılacak bir yerin olmaması, güven ve huzurun kaybolması anlamına geliyor. İşte bu boşluk roman kahramanı çocuk tarafından “yazma” eylemiyle dolduruluyor. Annesini kaybettikten sonra şiir yazmaya başlayan Didem Madak’ta olduğu gibi…
“Ne oldu… Selvi…?”
Küçücük bir canlılık işareti yakalıyorum. Soruma cevap vermiyor.
“Demek…yazar olacaksın!”
Bir şey söyleyemiyorum. Yutkunuyorum. Gözlerinin ucundan incecik iki iplik uzuyor, çenesinin o tarifsiz güzel kavisini dönüyor ve boynuna kadar iniyor.
“Benim hayatımı yazsan roman olur…” Gülümsüyor yıkıntıların arasından. İçimden karar veriyorum artık. Birden içine yuvarlandığımız bu korkunç boşluktan ikimiz için de bir yol bulmaya, bir amaç bulup çıkarmaya çalışacağım.
Yazacağım.”
Roman boyunca dağları, yaylaları ve bölgesel diliyle Karadeniz coğrafyası bir özenç yaratarak bize eşlik ediyor.
“Güneş batı göğünde kıstırılmış, tuzağa düşürülmüş. Karnı deşilmiş ve sere serpe yayılmış kanı tepelerin üstünde. Vadinin aşağılarına doğru inen ürkütücü uçurumlar günün son ışıklarıyla esrimiş artık. Kayın ağaçları, gürgenler, önümde günün soluk anısıyla kımıldanıyorlar daha.”
“Kızılcık sopasının başka bir işlevi daha var. Öğretmenimiz en ufak bir mutluluğun nüksetmesine izin vermiyor sınıfta. Dayaktan sonra dışarıda, bayrak direğinin altında teneffüs boyunca tek ayak. Hasan ve ben. Dört yerine sadece iki ayağımız var. Gizliden birbirimize payanda olup hafifçe yaslanıyoruz. Elde kalan iki ayak ikimize de yetebilsin diye.”
Öğretmen biraz daha doğruluyor. Ülseri yüzünde. Bitkin. Bir elim önümdeki ıslaklığı örtüyor. Sol elimin donmuş parmaklarını zorlukla bir araya toplayıp, birleştirdiğim tırnak uçlarımı bir gül buketi gibi sunuyorum ona. Canına yandığımın kör talihi, gerçeği görebilmem için öğretmeni mercek olarak kullanıyor her defasında.”
“Okuyup adam olmakla bu tuhaf çatı arasında gülünç bir orantısızlık yok mu? O rengi atmış örme yün takke amcamın kafasında nasıl duruyorsa, şu yıkık, yana kaykılmış çatı da öyle durmuyor mu evimizin üstünde? İşte bir dogma da bu!”
Romandaki olaylar romanın kahramanı olan çocuğun (ismi romanda geçmiyor) bakış açısıyla anlatılıyor. Okur, kahramanın adım adım büyüdüğüne, olgunlaştığına aslında yazarın yazmaya nasıl başladığına tanıklık ediyor. Ustaca betimlemeler, tadı damağınızda kalan pek çok anlatım unsuru, yazarın samimi üslubu, kıvrak dili romanın bir solukta okunmasını sağlıyor. Popüler roman denilemeyecek derinlikte ve altyapısında birçok güçlü kalemin olduğu bir roman “Eve Dönemezsin”.
“Yıldızları dağlara, gaz lambalı evleri de göğe yerleştirmiş bir gecenin yolcusuyum ben.”
“Kendi çilemin küçük hacısıyım. Küçük, canhıraş bir günahım artık. Umudumu sırtımda ve biraz da kanımda taşıyorum sayılır. Öyle ya. Olacak bu iş. İpler omuzlarımı, hayır acıtmıyor, dişliyor.”
“İnsan yıkılırken etrafa bir mahzen kokusu yayılır, onu bilir misiniz?”
Son olarak belki okuyan herkesin hissetmiş olabileceğini düşündüğüm bir nokta da romanın bir sinema filmi izler gibi okunması. Yazarın anlatımının gücü ortaya böyle bir sonuç çıkarıyor elbette.
Birçok yönden büyük bir hazla okunan bu roman edebi zevkin yanı sıra kıvrak bir zekânın da tadını almamızı sağlıyor. Daha ne isteriz ki? Kalemine, yüreğine sağlık Selahattin Yusuf’un…