UÇURUMUN KENARINDA BİR ROMAN: TOL
“Ülke güvercine kesmişti.
Şair’e göz kırptım, o gülerek dilini çıkardı.
Pencereden dışarı baktım.
Tren uçsuz bucaksız bir bozkırda ilerliyordu.
Bir fermuarı çeker gibi…”
20. yüzyılın en büyük filozoflarından biri, Romen deneme yazarı ve ahlakçısı olan Emil Michel Cioran, Gözyaşları ve Azizler (Lacrimi şi Sfinti) adlı kitabında aslında cevabını çok iyi bildiği şu soruyu soruyor:
Romanda karşılaştığım iki tanıdık isim uzun iki mola vermeme neden oldu. Bir tesadüfler silsilesi… Biri doksan dokuz yılında yaşanan korkunç Gölcük depreminde hayatını kaybeden Ege üniversitesi Gazetecilik Fakültesi öğrencisi Cevdet Tosun, diğer isim ise annesini kanser nedeniyle kaybettikten sonra şiir yazmaya başlayan ve kızı Füsun dört yaşındayken yine kanser nedeniyle hayatını kaybeden Didem Madak… Bazı ölümler bizimle birlikte yaşarlar. Benimle yaşayan ölümlerdendir Cevdet ve Didem. İşte bir uçurumun kıyısında asılı kalmamıza sebep…
“Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.”
Tol, bir darbe romanı. Dünya tarihine baktığımızda darbelerin yıkıcı ve tramvatik izlerinin kuşaklar boyunca silinemediğini görürüz. Şili’de 1 Eylül 1973 tarihinde sosyalist Başkan Salvador Allende’nin devrilip, General Pinochet’in iktidara geldiği askerî darbe sırasında halkın stadyumlara toplanıp işkence görmesi, saklanmak için kiliselere sığınması, papazların devrimcilere yardım etmeleri ve binlerce ailenin yakınlarını kaybetmesi hafızalardan silinmeyen olaylardır. Coğrafyalar farklı olsa da yaşananlar ne yazık ki ülkemizde de aynıdır. 12 Eylül darbesinde pek çok aile travmalar yaşamış ve bu travmanın izlerini çocuklarına aktarmışlardır. Tol bu izlerin kanıtıdır ve uçurumun kıyısından dibe yuvarlanmaktır. Tol, kapak resminden ad seçimine, kurgusundan diline bir başkaldırı. Kapitalist sistem ve beraberinde getirdiği haksızlıklara bu haksızlıklar karşısında kalan bireyin yalnızlığına, umutsuzluğuna, en çok da bu uçurumların çokluğuna…
Romanı okurken diğer postmodern romanlarda olduğu gibi olay örgüsünün karmaşası içinde kendimi akışa bırakmaya karar verdim. Yazarın bu söyleşisini gördükten sonra isabetli bir karar verdiğimi düşündüm.
“Dört yılda yazdım kitabı, iki sene de editasyonla geçti. Çünkü çok riskli bir kurguydu. Farkındayım karmaşık bir yapısı var. Biraz ferah okumak gerekiyor; bütünlüğe çok takılmadan, hikâyelerin tadına vararak. Çünkü kitap, hikâyelerin aralarında çok gevşek bağlar kurarak bir tren yolculuğu düzleminde ilerliyor. Sonradan kendi bütünlüğünü kuruyor. Baştan onu vurgulamaya çalıştım. Okuyucudan bunu beklemek hakça bir şey mi, bunu bilmiyorum.”
“Gerçekçiliği reddeden bu yenilikçi roman türlerinin aralarında kesin sınırlardan söz etmek yanlış olur. Ortak yönlerine gelince, postmodernistler bu karmaşık, anlamsız çağdaş yaşam karşısında çözümü, modernistlerin yaptığı gibi, artistik tutarlılıkta, estetik bir bütün oluşturmakta bulmuyor. Onun için çeşitli türde metin parçalarını (gazete makalesi , ansiklopedi maddesi, şiir, reklâm yazısı vb.) bir araya getirdiklerini görürüz. Zaten postmodernist yazarlar yüzeyde oynamayı yeğlerler. Bundan ötürü çeşitli dünyalardan bir araya getirdikleri çeşitli imgelerin romanlarına bir karnaval görüntüsü verdiği söylenmiştir.”
“- horlananları, dışlananları, kenardakileri sevmezsek şansımız kalmaz, tadımız hiç olmaz.”
Murat Uyurkulak’ın ilk romanıdır Tol… İlk romandan beklenmeyecek kadar iyi yazılmıştır. Yazarın şiirsel dilinin, tam biz o dilin içinde kaybolup betimlerin ve sözcük oyunlarının imgelerin keyfini sürerken aniden başkaldırı diline evrilmesinin bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Bir nevi “yabancılaştırma” denilebilir belki…Çünkü Tol, yazarın acılarla baş etme yöntemidir, sadece yazarın değil tüm öğretmen çocuklarının, saf ve temiz gönülleriyle bir sevdaya tutulanların, kenar mahallelerde yaşayanların ve yetimhanelerde kalanların bitirimlerin kol gezdiği meyhane ve otellerdeki hayatların intikâmını almak için yazılmıştır. Okuru sarsmak, şaşırtmak, acıtmak, büyülü gerçeğin ortasında yapayalnız bırakmak için yazılmıştır. Derdi budur, ötesi yoktur.