Tarhala Barana havaları çalmaya başladığında içim kıpır kıpır oldu. Elimdeki çalı süpürgeye var gücümle asıldım. Akşamın kalabalığından kalan çiğdem döküntülerini süpürüveriyordum ki kaynanam ünleyiverdi,
De gide de! Beni bak Elmas, elini ivedi tut gızım geç kalıcez. Düğün alayı irime gelmeden biz de kız evinde olalım gari…
Çabuk kaynaşmıştık onunla. Anam gibi belledim hiç gocunmadan. Gözlerinden ılık bir ırmak akıyordu içime. Taze çağla tadında sözleri vardı, kütür kütürdü. Bahar gibi taze ve aydınlık. Az ama özdü sözü. Adil ve mertti. Oğlu Ali Emin yani kocam, sesini yükseltecek olurdu da kaç kez gözdağı verdiydi ona. Sütüm helal değildir, babanın bana ettiği gibi sen de bu tazeye eziyet edersen eğer, diye ünlediği bile olduydu çok kere. Hasça kadındı, ondan razıydım. Ama, o Ali Emin yok muydu, o! Benim silinmez karayazımdı ne edeyim. Yalım bir güzeli bir çirkine verirler dedikleri buydu işte! Gülen çirkin; ağlayan güzel olacaktı her vakit. Ah ki, ne ah! Feleğin böyle bir cilvesi vardı; ne batırımın ki bilesin!
Tamam anne bitti gari. Geldim, geldim…
Birkaç atik hamle ile hayatı arındırmıştım tüm döküntülerden. Bi koşu eve geçtim, banyoya seğirttim. Elimi yüzümü yuğdum. Aynada gördüğüm kadın acıyarak baktı bana. Korktum kendimden. Deli deli olma Elmas, dedim. İçime bilinmeyen hallerin sızısı geldi oturdu arsızca. Bir anda hevesim geçti. Aslında kaç zamandır bu düğünü bekliyordum. Gelin olalıdan bu yana ilk kez bir kalabalığa karışacaktım. Ne oluyor ne bitiyor daha anlayamadan, başlamakla bir biten kendi düğünümden beri evden çıkmışlığım olmadı. Dile kolay, tam sekiz ay. Aşağı mahalleden, rahmetli madencilerden Memet’in gelini Elmas olalı ise sekiz yıl geçmiş gibiydi. Ali Emin içinse sekiz asırlık eski urba gibiydim. Atsa atılmazdım, satsa satılmaz. Giyse hiç yakışmaz. Bir çift yeni yemeni gibiydim, iğretiydim ve ayağını vuruyordum. Giymeye gönlü varmıyordu. Yazıkmış bana dökülen onca paraya. Metelik etmezmişim. Anasına dua edecekmişim, o bu kadar diretmeseymiş Elmas da Elmas diye, dönüp bakası yokmuş bana ya…
Anama dua et anama, diyordu. Seni aldık da adam hükmünde oldun. Ama yoktu öyle yağma ben de pes etmeyecektim, dik duracaktım. Sevdirecektim kendimi. Dedim, dedim de ne fayda! İçimde boy boy fidelerimi eziyor, yemiş yüklü dallarımı kırıp buduyordu her seferinde. Tazelik yaşatmadan kocatmıştı tez elden gelinliğimi…
Kaynanam, Elmas şalvarımı ütüledi miydin gızım? diye ünleyiverdi.
O kınalı elcağızların dert görmesin a yavrum, kınaların solmasın gari gelin kızım, dediğinde dayanamayıp boynuna dolandım. Eli çabuktum, bir çırpıda ben de esvaplarımı kuşanıverdim. Anamı bekletmek olmazdı. Ateş gibisin maşallah ateş, dedikçe her şeyi başarırım sanıyordum. Ali Emin’in gönlü hariç.
Anne, dedim, kınaya ne götüreceğiz? Ali Emin’in hiç gerek yok dedi emme olmaz ki, yüz yüze bakıyoruz. El boşuna varmaya utanırım ben.
Koynundan eski gelinlik sandığının anahtarını çıkartıp elime tutuşturdu.
Sandıkta iki parça basma kumaş var ödünçlük verirsin, dedi. Buraların adetindendir kız çeyizine ödünç hediye götürürsün birkaç gün sonra geri gelir hediyen, çeyiz kalaba dursun diyedir. Ali Emin duymadan geri koyarız sandığa yine. Kınaya el boşuna gitmeyecek oluşuma çocuk gibi sevindim. Hem ki ne sevinmek.
Çarçabuk açtığım sandıktan naftalin kokusu odayı kuşattı. Dantel yatak takımlarının, havluların, oyalı yemenilerin bohçaları altından kumaşların bohçasını çıkarttım. Mor minelerle bezeli pazen kumaşı kendi adıma, beyaz papatyalı fistanlık basmayı da annemin adına verecektim. İki parça kumaşı da alıp bir güzel paket ediverdim. Evimizin önünden geçen davul zurnanın sesi acele et, deyip iteleyiverdi beni. Şahnişin odaya seğirttim. Kendi ellerimle ördüğüm çeyizlik dantel perdenin ardından düğün alayına bakarken aynadaki o yabancı yine canlandı içimde. Sıkıntı ara ara bir başka sarıp sarmalıyor bugün beni. Hani ki bu, eğlenerek geçen kalabalığın gürültüsü değil de ebediyen bitmeyecek bir kavganın sağır edecek sessizlikteki ayak sesleriydi. Benim de gelin alayım olup önü sıra getirildiğim o kalabalık. Yarım kalmış o ses, kendini tamamlamak için geri geliyordu. Gelin olup geldiğin bu evden kefenle çıkarılacağının erken muştusu… Huzursuzluk o gün bugün hep içimde. Sevgide eksik bırakılmak onurumu kırıyordu. Böyle afili sözler yankı buluyordu içimde. Sanki başka bir kadın fısıldıyordu bunları kulağıma. Kulak çınlaması, yürek burkulması, gönül daraltısı. Ne dersen de. Ben bilmem zaar köylük yer bura. Okumam yazmam yok değil ama öyle ruhumu da kucağıma alıp söyleştiğim pek yoktur. Hem benim adam da diyor bana, eksik eteksin, sen ne bilin ki, diye. Bilirim ya bilirim. Bilirim ki, kalbim aklımdan büyüktür. Hem gönlüm çok güzel, gözlerime yansımış ışığım da var. O sebeple olsa gerek güzel gözlü gelin diyorlar bana. Çeşmibülbül mü ne? Hah, işte Ali Emin’in bile isteye duvara çaldığı çeşmibülbüldüm ben. Her bir yanımdan kırılmış, dökülmüş, kesilmiş. Kesen de bendim kesilen de… Hele gönlüm, kaç bin parça darbeliydi ki ben bile sayamadım. Çok değil birkaç saat sonra, katran karası bir rüzgâra eşlik eden o şeytan nefesi, yüzümde dolanacaktı kocamın. Eve geldiğinde kapıyı açarken gülen bu yüz ona tabi değilmiş gibi. Elimden hiç ekmek yememiş, su içmemiş gibi…
Kaynanam hareketlenip de, hadi gari deyip durunca ödünçlüğü içine koyduğum poşeti bileğime takıp peşi sıra yola koyuldum. İçimde bir bulantı ve o bulantıda boğulmamak için çırpınan bir daraltıyla bir oldum. Gölgesi gibi ardınca yürüdüm. Gözlerim pabucumun ucuna asılı kaldı. Önce kaynayan keşkek kazanlarına ardından ateşe odun atan emmilere kaçamak bir bakış attım. Halka halka dizilmiş oturan kadınların, ortada kaşık havası oynayan kızların arasından usulca geçip boş bulduğumuz bir köşeye siniverdik anamla. İçimden fırlayarak elleriyle yüzümü, gözümü kapayan hüzün bulutu seyrimi bulandırıyordu. Yeni gelinler, taze nişanlılar, yeni yetme kızlar oynadıkça şenleniyordu meydan. Arada beni de oyuna kaldırıyorlar, az da olsa ortama uymayı başarabiliyordum ben de. Taze gelinlere de kına yakalım, dedi Koçların Emine. Kız beni bak, aç bakalım avucunu Elmas deyinceye dek yeni gelin olduğum hatırımda yoktu. Kınam, kaçıp duran keyfimi yakalamış, avucuma kilitlemişti. Kokusu anam gibiydi. Anam bu sıralar hep yadıma düşüyordu. Ölüm Allah’ın emriydi de keşke şu ayrılık olmayaydı. Deli deli oldum yine… Kovdum aklıma meyledenleri. Eğlencenin herkesi avucunun içine aldığı vakit kaynanamın bakışları hedefine varıp tek kelime atlamadan kulağıma fısıldamıştı neden erkenden kalkmamız gerektiğini, aksi halde başımıza açacağımız işleri. Elimdeki kaşıkları bıraktım. Ayaklandım, benim kadar zavallı o kadını gölgesiymişim gibi takip ettim. Kabahati yüzüne vurulmuş çocuklar gibi usul usul eve yöneldik. Ali Emin’in huyunu bildiklerinden olsa gerek kimse, durun hele nereye yollandınız diyemedi. Evde olduğunu şahnişinin yanan cansız sarı lambalarından anladık. Biz de cansız, ruhsuz, kırık dökük bakışlarla dolduk içeriye. Eve ilk kez gelmiş, ağırlanması zor yaban misafir gibiydik. Her yana fazla geliyorduk. Kınamı yıkama bahanesiyle banyoda oyalandım bir vakit. Zamandan çalıyordum. Henüz üzerimize salmadığı öfkesi dağılsındı. Tek arzumdu. Dilini bağlama duası öğretmişti Hamzagilin Zeliha abla, ya Vedud, ya Vedud… zikret gelin kızım valla dili bağlanır bi zaman sonra, gör bak dediydi. Kaç tane çektim sayamadım ama hep çektim, hep… Yine de huzursuzluğu ve öfkesi? Nedendi? Öğrenemedik. Kınaya gelmiş misafirlerin son dalgasının ardından son gürültü de tükenince biz de yattık. Vukuat çıkmadığına binlerce şükür kıldım içimden. Usulca girdim yatağa, nefes bile alırken temkinliydim. Yorganın altında büzüştüm. Soluma döndüm. Sıyrılmış perdenin ardına takıldı gözlerim. Yıldızları yitmiş gök gibi kapkara bir boşluk vardı içimde. Yattığım yerden ayı, isli bir duvarda, yüksekçe bir yere asılmış tırpanmış gibi izliyordum. Beyaz bir tırpandı ve içimdeki boşlukta mıhlanmıştı…
Asılı durduğu kararmış duvardan güç bela indirdim tırpanı. Bütün tarlayı hatta konu komşunun tarlasını da bir başıma biçiyordum. Ardıma bakınca biçilmiş tüm tarla yeniden diriliyor, dolup taşıyordu. Ben biçiyordum, tarla yeniden coşuyordu. Rüyamda, rüyam hayır olsun! Rüyam hayır olsun! Deyip, yine tırpana davranıyordum. Kan ter içinde can verir gibi cebelleştim. Uyku haram oldu. Kalktım. Sehere aldırmadan hayata çıkıp epeyce oturdum. Bizimkilerin kalkmalarına yakın sofrayı saldım. Ihlamur kaynattım. Önce kaynanam ardından kocam geldi sofraya. Soğuk bir yel geçti üzerimizden. Ali Emin zehirli bir tıslamayla yılan gibi baktı gözlerime. İlk kez bu denli korktum ondan. Başka bir hal vardı üzerinde. Ödünçlük götürdüğümü duymuş. Sordu. Yok, demedim. Yüzü önce alazlandı, bozarıp karardı. Hiddetinden anasının lafını duymadı bile. Yıllarca içinde nefreti varmış da o da banaymış gibi, midesi bulanırmışcasına konuşmadı da adeta kustukça kustu kinini. Cesaretimi toplayamıyor, kendimi savunamıyordum. O da hiddetlendikçe hiddetleniyor her bir sözüyle adeta kafamı duvardan duvara vuruyordu. Duyduklarımla arlanıyordum. Bu utancı kaldıramıyor, değirmende öğütülür gibi eziliyordum. O vakit bu ayıbı sahibine teslim etmeyi başardım. Kötülük kimseye yakışmadığı kadar ona yakışıyordu. Fıtratının aynısı aynadaki yansısı: çirkin…
Kalk, kalk dedi, tarlaya gel benimle!
Kaynanam önüne durdu. Hele! İznim yoktur, ne işiniz var tarlada?
Ne yalan söyleyeyim çok korktum o an. Ayak diredim. Kaynanam bir yandan ben bir yandan ne kadar uğraşsak nafile, baş edemedik. Erken dönün daha düğüne varacağız, olmadı böyle ikidir el gibi gidiyoruz, dedi. Sözü cılız bir vızıltı gibi yetişti ardımızdan ama sadece bana değdi. Ali Emin’e yetişemedi. Vardığımız yer bir anda tarla değil de diri diri gömülmelik mezar yerim oldu. Bağırıp çağıracak, birkaç sopa atacak diye beklerken sessizce,
Hangi elinle verdin, diye ünledi.
Kolumu uzatım öylesine. Bir anda beyaz bir karaltı indi kalktı. Nedir anlayamadım. Sadece derinden büyük bir sızı. O kadar. Gözlerim karardı. Tüm ışıklar ansızın söndü. Teki neye yarar, al bunu da, dedim dipsiz bir kuyudan. O ana kadarki tüm bastırılmışlıklarımı misliyle kusacak bir yaratığın uykudan uyanışıyla hararetle ünledim. Sekiz aya değil de sekiz asra… Sevgisizliğin eski ve yamalı, o solgun yüzünü tırnaklarımla yırtarak söyledim. Ali Emin’in zalimliğini bastıran bir yiğitlikle hem de! Aklı durdu. Delirdi.
Öyle mi, bana kafa mı tutuyorsun nohut aklınla? Uzat, dedi uzat!
Uzatmamla tırpanı indirmesi bir oldu. Hakîmin bedel olarak yirmi dört yıl kestiği kınalı ellerim bir yana düştü, ben başka bir yana…
Tekrar tekrar okudum.Kurgu, teknik, üslup, duygu iletimi hepsi mükemmel ve çok profesyonel.Eline, diline, kalemine sağlık arkadaşım.Başarıların daim olsun…
farklı bir tarz, öykü okumayı severim, kaleminize sağlık
Neden kalbim sıkışarak okuyorum acaba her hikayenizi…Duygu yüklü her satırını hissederek okudum.Ellerinize kaleminize
sağlık.