Rebecca Solnit’in Yokluğumdan Aklımda Kalanlar ve Kaybolma Kılavuzu Minotor Yayınları – 2022) kitapları bazen -kaybolduğumuz bir zaman diliminde bir şeyler bulma ihtiyacı içerisindeysek özellikle- bir roman veya bir öykü kitabı okumak kadar kurgusal olmayan metinler okumanın da ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Susan Sontag, Joan Didion, Jay Giriffiths gibi kadınların kurgu dışı –deneme, otobiyografi, biyografi, anlatı, anı- türünde kitaplarını okumak hangimize iyi gelmemiştir ki? İşinde çok iyi aktivist, feminist kadınlardan bahsediyorum ki bu kadınlar aynı Rebacca Solnit gibi kurgu anlatıdan ziyade kurgu dışını tercih ederek yaşama, hayatı anlamaya, düşüncelerini hiçbir yan unsur olmaksızın anlatmaya özen göstermeleriyle dünya edebiyat literatürüne kurgu dışı kitaplarıyla girmeyi başardılar.
Hatıraların Yokluğunda Akılda Kalanlar
“Genç bir kadın olmak, kendi yok oluşunla sayısız şekilde yüzleşmek ya da ondan veya onun bilgisinden kaçmak yahut da aynı anda bunların hepsidir. (…) Başka birinin şiirlerinin konusu olmamaya ve öldürülmemeye çalışıyordum; kendi şiirimi bulmaya çalışıyordum ve elimde ne bir harita vardı ne bir rehber ne de fazla bir şey. Belki orada bir yerdeydi hepsi ama henüz yerlerini tespit edememiştim.”
Rebecca Solnit Yokluğumdan Aklımda Kalanlar’daki on metin boyunca 1980’li yıllarda San Francisco’da kadına karşı fiziksel ve psikolojik şiddetin hem sokakta, hem ev içlerinde, hem iş yerlerinde olmak üzere toplumun tüm tabakalarına sirayet eder derecede arttığı bir ortamda yazar olarak hayata tutunuşunu anlatıyor. İlk etapta kendini bulmak istiyor elbet. Hem insan hem de bir yazar olarak kendini özgürleştirecek olan meselelerin peşine düşüyor ve toplumu oluşturan kesimlerin, özellikle de kadınların nelere ihtiyacı olduğu yönünde bir arayışa giriyor. Bu arayış Solnit’in yazılarına da tek tek yansıyor. Kitabın bir anı kitabı olduğunu düşünmemek gerekiyor zira Solnit iç sesini çok da konuşturmuyor aslında. Sanat dünyası, çevre hareketi, eylemler, tüm kadınların başına gelenler, toplumdaki dalgalanmalar ve yeni oluşumlra derken dışarıya yöneltiyor bakışlarını ve kendi ile ilgili çerçeveyi de bu şekilde oluşturuyor.
“Yazar olmak, insan olmakla ilgili önemli bir şeyi resmileştirir: Hangi hikayelerin anlatılacağını ve onlara nasıl anlatılacağını ve onlarla ilgili olarak kim olduğunuzu, hangisini seçeceğinizi ve hangisini seçeceğinizi bulma görevini”
Yazılar arasında ilerledikçe daha fazla kadının hikâyeleri ile ilgilendiğini görüyoruz Solnit’in. Zamanla hayata tutunmak adına ne kadar çabalarsa çabalasın kaybeden, kaybolan kadınların hikâyeleri bunlar. Duygu olarak kendini asla iyi hissetmeyen, toplum içinde eriyip yok olan bu kadınlar Solnit’in yazılarının baş karakteri oluyorlar bir müddet sonra. Hatta cinsiyet, aile, mutluluk gibi kavramlara bakış açısını değiştiren çevresindeki eşcinsellerin, queer sanatçıların, yerli Amerikalıların hikâyelerini anlatmaya başlayan Solnit eşitsizlik kültürüne de dikkatleri çekmiş olur böylelikle.
Varlığın İspatı Olarak Bir Kaybolma Kılavuzu
“Gözünüzün önünde kaybolan, bilginizin çerçevesinden veya mülkiyetinizden çıkan eşyalar ve insanlar mevcuttur. Bir bileziği, arkadaşı veya anahtarı kaybedebilirsiniz. Bu kayıplara rağmen, nerede olduğunuzu biliyorsunuzdur. Her şey hâlâ tanıdıktır, sadece tek bir unsur azalmış yani kaybolmuştur. Fakat kendiniz kaybolduğunuz zaman durum farklı bir nitelik kazanır: Dünya onun hakkında bildiklerinizden daha büyüktür artık. Doğrusunu söylemek gerekirse, her iki durumda da kontrolünüzü yitirirsiniz aslında.”
Seda Çıngay Mellor çevirisi ile yayımlanan Yokluğumdan Aklımda Kalanlar ve Gökçe Gündüç çevirisi ile yayımlanan Kaybolma Kılavuzu kitapları 21. Yüzyılda hızlanmaya başlayan insan hayatı adına sanat, siyaset, toplum, kadın, otobiyografik ve kişisel deneyimler çerçevesinde çok önemli sözler söylüyor. Rebecca Solnit kitaplarını okumanız dileğiyle.