“Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur.” Cicero’ya atfedilen bu sözü edebiyat söyleşilerine uyarladığımızda, yazarların yazı yolculuğunda kitapları ve edebiyat dünyasına dair “sorulmamış soru yoktur” diyebiliriz. Bu söyleşi dizisinde yer alan sorular da elbette ilk kez sorulmuyor ama eserlerini beğeniyle takip ettiğimiz yazarlarımızla bu kez özellikle yazmadıkları üzerinden, hayaller üzerinden sohbet edelim istedik.
Hatice Günday Şahman: Yazar olmanın yanı sıra ya da ön koşulu olarak iyi bir okur olan yazarın hayran olduğu bir yazar, hatta kimi zaman ona “Keşke ben yazmış olsaydım,” dedirten bir eser mutlaka vardır. Sizde de böyle bir duygu yaratan öykü/roman var mı? Varsa hangi yönleriyle sizi bu kadar etkiledi?
Hatice Günday Şahman: Ursula K. Le Guin Lavinia adlı romanında, Vergilius’un Aeneas destanında küçük bir rolü olan Lavinia karakterini; Ayfer Tunç ise kendi romanı Yeşil Peri Gecesi’nin yan karakteri olan Osman’ı son romanında başkarakter olarak yazdılar. Bu örneklerde olduğu gibi bir eser kaleme almak isteseydiniz hangi eserden ya da eserinizden, hangi yan karakteri seçerdiniz?
Ayşe Başak Kaban: Bunun tam tersini yaptım, Kırık Kalp Sendromu’nun İris’i PiNana’da yan karakter olarak çıktı. Sorunun yanıtı ise şu olabilir sanırım PiNana’nın Pina’sı. Onun otuz yıl sonrasını merak ediyorum.
Ayşe Başak Kaban: Şu hayatta en sevdiğim işlerden birisi sofra kurmaktır; sofra kurup sabah saatlerine kadar uzanacak dost muhabbetleri; küçük gıybetler, tatlı tartışmalar ve atışmalar, mırıldanan şarkılar, neşeli danslar, soluklanmalar, iç çekişler eşliğinde gelip geçen, hemen dağılıveren minik hüzün bulutları, çınlayan kahkahalar… Bayılırım! Kafka ile arkadaş olmayı hep istemişimdir ama böyle bir sofrada tercihim Fellice olurdu, ona soracağım o kadar çok şey var ki… Elena Ferrante kesinlikle olmalı hem böylelikle kim olduğunu öğrenmiş olurdum, bunun ne önemi varsa artık, merak işte… Truman Capote, şimdiye kadar anlattığı her şeyin beş mislini anlatacağına eminim hele iki duble içsin bakalım. Umberto Eco’nun olduğu bir sofraya kim hayır, diyebilir ki! Elbette ve illa ki Gabo! Selçuk Baran olsun isterdim, bildiğim veya sezdiğim bazı şeylerin doğrulanması için ve Olga Tokarczuk. Çağdaşım olan kimi yazarlar da var bu sofrada; büyük dikdörtgen bir masa, üzerinde beyaz bir masa örtüsü, bahçeye kurulmuş, hilalin olduğu bir yaz akşamı olsun ki gecenin ilerleyen saatlerinde yıldızları ve ateşböceklerini izleyelim. Poe, Ursula K. Le Guin, Elias Canatti, Thomas Mann, Suat Derviş ve Yaşar Kemal ve Kundera’yı ise bir başlarına ağırlamak isterdim.
Hatice Günday Şahman: Yazarken çok beğendiğiniz, çok bağlandığınız cümleler olsa da bazen bu cümleler farklı nedenlerden dolayı metne dâhil olamaz. Siz bu cümleleri acımasızca ya da eliniz titreyerek siler misiniz? Yoksa farklı bir şekilde değerlendirir misiniz?
Ayşe Başak Kaban: Acımam, elim titremez, silerim. O kadar kıymetli gelen bir cümleyse zaten bir yere not almışımdır. Belki bir başka metinde yer bulur kendisine ve belki hiçbir yerde asla kullanılmaz ama orada durur. Doğru cümleler gideceği yeri bilir.
Hatice Günday Şahman: Son cümleyi de yazıp bitirdiğiniz halde sonrasında vazgeçip yayımlamadığınız metinler var mı? Ya da tam tersi aylardır, yıllardır zihninizde gezdirip de bir türlü yazıya dökemediğiniz öykü uçları, roman taslakları var mı?
Ayşe Başak Kaban: Bir dünya kadar! Yarım kalmış, bitmiş öyküler, not alınmış öykü uçları, en küçük ayrıntısına kadar işlenmiş karakterler… Çekmecemin içi çok gürültülü, düzensiz, tam bir kargaşa halinde. İştahla yazarım ama yazdıklarımı oraya buraya yollayayım kısmı beni çok geriyor. Dev tüketim canavarının midesi her şeyi sindirebilecek kadar gelişmiş, görünür olma çabası ayrı bir acayiplik, pışpışlama, çıkara göre şekillenen ilişkiler, vasat ve altı her şeyin nadide bir eser olarak sunulması, buna inanılması. Tüm bunlar benim için çok yorucu, gereksiz bir mücadele alanı… O nedenle belki bu kadar çok biriktirdim. Yazdığım her satır beni mutlu kılıyor ve bu yeterli. Bunun için minnettarım.