Öfkeni nereye saklıyorsun. Suya mı atıyorsun, duvarlara mı çarpıyorsun. İçinde saklıyorsan toprağın… Vay haline dünyanın!
Yaşlı adam fısıldadı. “Sen benim en yakınımsın bu gurbette ailemden sonra.” Kimse duymadı. Dünde fısıldamıştı, yıllar yılı üstelik durmadan için için söylemişti bu sözü. Bahçesinin bir köşesini eşeleyip eşeleyip, bir çukur açıp; gayet yavaş, gayet yumuşacık, bu henüz sıcaklığı geçmemiş duygunun üstüne atarken kürek kürek toprağı. Yine fısıldadı.
“Gurbetin yalnızlığını bilen bilir. Yoldaşım oldun ey kadim ağrı.”
Ruhunun da en kuytu ve en ıssız yerine gömüyordu aslında durmadan. Yalnızlığını, mahremiyetini özenle koruduğu ve nerede bir ince ses duysa oraya götürürdü. Onu da oraya bıraktı… Orada onlarla sessizce söyleşmek, orada onlarla koyun koyuna olmak için.
“İnsanlar ne zaman ki geceyi kara, karayı kir, kiri kokuşmuş bir leke gibi görmeye başlar o zaman bütün duyguları ölmeye başlar.”
Böyle demişti ona bir gün Ahker!
İşte o günden sonra gölgesi gibi yanından ayırmadı bu sözünü. Sırlarını bilen, sırlarını gizleyen, yeniden hayat bulduğu bir aşkı da yaşamıştı sonraları. Çatışmaları, kavgaları, küsmeleri de oluyordu elbet kendisiyle ama uzun bir yol sonrasında kavuşan sevdalılar gibi sarılmalarını size anlatsam anlatsam yine eksik anlatırım inanın
İnanın, ama şuna inanın bir tek ve eksiksizdir
Her şey dipten doruğa sevgilinin kokusu
insan sevmeye görsün tek!
Sıkıca tuttuğu kürek sapının kıymığındandır şimdi avucundaki acısı. Ahker’in kokusu toprağın nefesine karışıyorsa yavaş yavaş hele ki en derine gömüp açmasını beklediği insan ağrısıysa. Bir zaman sonra toprak bereketiyle içine bırakılan tohumu yeşertiyor ve salkım saçak yapıyorsa ve bir zaman sonra sararıp soluyorsa ve hasadını topluyorsa zaman öyle bir sonsuzluğu olurdu hepi topu. Kışın sonu bahar, baharın sonu yazdı… Sonbaharı da olacaktı savurduğu yapraklarını.
“Hayatımı gömdüm!” dedi yaşlı adam. Hayatın bir, bilemedin biriciktir içindeki gerçek tohumu.