Aşkın cilasıdır gözyaşı. Parladıkça kayar elinden.
Harf meleklerinin varlığını öğrendiğimden beri daha dikkatli cümle kurmam gerektiğini de öğrendim. Sözün kayıt altına alınması kadar, zamana bırakılması, sesin uçuşması bu devasa boşlukta bir o kadar sorumluluk istiyor. Harf melekleri, sessizce izliyor kelimeleri. Ve gelip konuyorlar sakındıkları cümlenin üstüne. Sırrını ele vermiyorlar ama efsunuyla görünür kılıyorlar.
O daha uçuk renklerle çalışır. Ama ben daha koyu renkleri kullanırım.
Karanlık dedim. O bir karanlık. Kara değil, siyah değil, gece hiç!. Onun tam karşılığı karanlık. Bunu içimden geçirdim tabii. Aydınlıktı etrafımız. Bir dolu adam bir dolu kadın. Pür dikkat ayaktaki kadının ağzından çıkan sözleri dinliyorduk.
Ne büyük aldanış, ne büyük yanılgı… Emin misin diyorum kadına içten içe. Ruhundan geçişimi, ruhumdan geçişini nereden bilirsin ki. Zaman üstü bir zamanda eritmiş ve karmışken birbirimizde bütün renklerimizi.
Tamam. O şimdi yanımda değil. Bunu özellikle söylüyorum. Yanlış anlaşılmasın. Artık bu gerçeği uzun zamandır kabul ettiğimi de bilin isterim.
Çoktandır elleri, gözleri, bedeni başka insanlara dönük. Ruhunu bilemem. İşte en çok orası karanlık. O yüzden karanlıktır O dedim içimden. Başka bir izahını kim ne söylerse söylesin kabul etmem. Yakınında değil, bizzat o karanlığın içinde yaşamış biri olarak bunu söylüyorum. Hiç mi ışık yok! dediğinizi duyar gibiyim. Kim bilir belki bu da benim sesimdir. Yok! dedim Bir tek ışık yok!
Hararetle söylenen bir söz olmadığını kime inandırabilirim ki…ve gerçeğin ta kendisi olduğunu. Ama ben bile ürküyorsam ara ara. Gitgide korlaşan yüreğimin, yakıcı karanlıkta başka bir ruha dönüşebilme ihtimalinden. Ucu bucağı bilinmeyen bir karanlığa ne kadar dayanabileceği bir insanın hele. Ne var ki, o karanlığa tutulduğum gözlerimle girdim bu yola. Çıkışı yok. Kocaman bir arena düşünün. Etrafında seyir katları… Ve ortasında kızmış boğa ve matadoru. Saplanan bıçaklar ve kılıç. Ne boğa ne de bin boynuz yarasında ölen matador var. İkisi de kan revan içindeler oysa. Seyre daldığım, ya da düşünceye Bu bir rüya olmalı diyorum. Birden bire…Yok! olsa olsa ayak üstü kırılan kalbimin ufalanışı diye bitiriyorum. Sakinleştiriyorum ruhumu.
Konuklara soru sorabilecekleri söyleniyor. Önce sessizlik sonra salonda bir uğultu başlıyor. O ise sadece on adım ötede duruyor. En çok hangi rengi seviyorsunuz diyor arkalardan bir genç. Kadın mor diyor. En çok mor!
Hissediyorum. O ise daha bir karanlığa batıyor. Ilık ılık bakması bir renk alacası gibi görünse de, bilinen hiçbir rengin karşılığı değil. Elimin üstündeki damarların, şakaklarımdaki damarların zonkladığını fark ediyorum. Ben elimi kaldırıyorum: Karanlık; yılların geçmesiyle ne renge döner diyorum. Bulanır mı puslanır mı?
Bir duygu bir resmin içinde nasıl saklanır. Duyan yok!