Yol uzun, ruh derindi. Esen yelden nem kapılan bir zamanda, bir kapının ardına kadar açık olduğunu gördü ve yürüdü… Her yolu yürümek herkesin harcı değildi ki bir ses işitti. Saydam bir çiçekti bu ve zamanla pembeye döndü… Bir zamanlar bir yerlerde ölmüştü bu çiçek. Ama zaman, mekân, tarih ve sayfalar kimin umurundaydı. Ölüm de… Kelimelerin sesi vardı. Tanırdı onları. İşitirdi. Özlerdi. Onlar ölmezdi. Herkes işitmese de bir kapı aralığından, bir eşikten, bir beşikten, hoyrat bir ele batmış diken gibi acıtırdı insanın içini… Acıtmak değildi isteği. Acının işitilmesinden yana duracaktı kalemi… Kalem kimseyi incitmez, öldürmezdi. Acı ses olacaktı sağıra. Kelime olacaktı köre ve türüm türüm tütecekti. Çiçek kokusu olup. Badem çiçeği… Yarasından yaralandığı ağacın, kimsesizliğini duyurmaya karar kıldığında fark etmeden ona sarıldı ve sarıldığında ağacın içindekileri duydu. Gördü. Anladı. Ona inandı… Hikâyenin hikayesinin hikayesini yazmak da düşecekti bahtına…Karlı dağlardan esip duran rüzgâr, dün şehre yağan kar, yanı başında duran diğer ağaçlar da inandı ve şahitlik ettiler duyduklarına… Bir zamanlar bir hapishaneydi burası. Badem Ağacının yarası da o günlerden kalma. İnsandan kalma… Kendini bilmez bir veledin, kendini arama ve bulma yolculuğuna şahitlikti aslında ağacın yaptığı, fakat ağır yaralandı. Ölecekti belki de. Derken başka baharlara uyandı ama ölen çiçeklerinin acısı içinde kaldı… Badem ağaçları tez kanar yalancı bahara… Bu inanmışlık ağacın insan yanı işte. Ağacın insana benzediği yerde bir sigara yakıp uzaklara baktı… Uzakların da söyleyecekleri vardı işitmek istemedi. Aklı, kalbi, yarası, ağaçtan yanaydı… Ağaçtandı. Ağaçtı. Oracıkta zaman aktı, değişti, başkalaştı. O zaman anlayamadığı şimdi de anlatamayacağı bir şeyler oldu ve ağacın yarasına vardı. Dokundu. Kanadı. Çocuğu ayrı kadını ayrı adamı ayrı ağacı ayrı zamanı ayrı anladı. Asıl olan anlamaktı. Kaderi ise anlamaktan yoruldu… Ağacın insan, insanın da ağaç olduğu zamanlardı. Ürperdi. Çiçeklendi. Utandı. Aşk’tan yanaydı utancı. Aşk utanılacak kadar mahrem miydi? Zinhar! Çiçeklerine hoyrat bir elin dokunmasındandı utancı. Zinhar aşktan değil… Bir de erken bahara kanmasından… Ne ağacın ne de insanın yarası zinhar aşk’ tan değildi… Ağacın yanı başında kendine geldiğinde ona yeniden sarıldı ve yarasına şifalı kelimeler söyledi. Tanrı’dan öğrendiği kelimeler. Rüzgâr, şifalı kelimeleri uzaklara götürdü, toprak içine aldı, ağaçlara su olup yürüdü aynı kelimeler ve kadın evine gelip bir hikâyeye başladı. İlk sayfaya: “YARALI BİR AĞAÇTIR İNSAN. SAKLAR YARASINI İNSANDAN” diye yazdı… Böylece bir ağacın hikayesinin hikayesi tarihin sahifelerine not düşüldü. Çünkü ağacın insan insanın da ağaç olduğu zamandı… Zaman ki ileri ya da geri onda yürümek her aşığın harcı değildi. Yaralı Badem Ağacının da. Kadının da…
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.