Gamze Güller’in “Durmuş Saatler Dükkânı” adındaki öykü kitabı, Mart 2020’de İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi dünyadaki saatlerin de durduğu bir zamanda, sessiz sedasız yayımlanan bu kitap yazarın üçüncü öykü kitabı. Güller’in “İçimdeki Kalabalık” ve 2013 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü alan “Beşinci Köşe” isimli iki öykü kitabının yanı sıra “En Çok Onu Sevdim” adında bir de novellası bulunuyor.
Gamze Güller, kalemini farklı yönlerde işletmeyi seven, yazdığı her kitapla kendini yenileyen bir yazar. “Ben sıkılırsam okur da sıkılır,” diyor. Sade ve etkileyici bir anlatımla kaleme aldığı durum öyküleri yazıyor. Özenli bir Türkçesi var. Dil ve anlatım biçiminde yeni keşifler yapmaktan ve risk göze almaktan çekinmiyor. Mekân ve nesneler onun için önemli. Ayrıntı seçimleri ve öykülerinde oluşturduğu başarılı atmosferlerle gözümüzde canlandırabileceğimiz mekânlar yaratıyor.
Kitabın ilk öyküsü, “İçeride Kim Var?” Bu öyküyü okurken çocukluğumuzdaki animasyonlu defter sayfalarının hızla birbiri ardına çevrilip çizilen resimlerin film haline gelmesiyle hissettiğimiz heyecana benzer bir duyguya kapılıyoruz. Bu duygu yüzünden kaçırdığımız şeyin farkına ise ancak kitabı bitirdiğimizde varıyoruz. Öykü aslında bize “sizin içinizde kim var?” diye soruyor ve “nasıl bir hayat yaşıyor?” Kitabın içindeki örnekler, bu soruya cevap vermek isterken kullanabileceğimiz türden değil. Seçenekler oldukça şaşırtıcı, ürkütücü, bazen de korkutucu. Acı verici olan da var, üzücü olan da, hatta düpedüz kalp kırıcı bulunan da.
İçimizde kim olduğunu anlayabilmemiz için başladığımız bu yolculuğu bitirmemiz, kitabın son öyküsü olan “Durmuş Saatler Dükkânı’nın” o büyülü atmosferinde is kokuları arasında bir süre dinlenmemiz gerekiyor. Bu dükkân sıradan bir yer değil; zamanın tamamen durduğu, farklı farklı ihtimallerle geçmişin, bugünün ve geleceğin üst üste bindiği metafizik bir alan. “İçeride kim var?” sorusuna vereceğimiz cevap da işte burada soluklanırken bulunuyor. Nefise Hanım’ın bergamot kokulu çayından içip fındıklı kurabiyesinin gevrek hamurunu dişlerinizin arasında çıtırdatırken ansızın gelecekteki yaşlılığımız kulağımıza eğilip o yumuşak, fısıltılı sesiyle diyor ki, “Zaman acımasızdır çocuğum. Başa çıkmak için onun gibi olmak gerekir. Boşuna onun önünde koşmaya çalışmayın. Peşinden gitmeyi bilin.”
Zamanın doğrusal aktığı yanılsaması çoktan bitti. Döngüselliği de bizim zorlamamız. Zaman bütünsel aslında. Geçip giden, kaybolan, yitirdiğimiz bir şey de değil üstelik. Tam tersine ruhumuzda biriken oraya yerleşen bir şey. Geçmiş, şimdi ve gelecek bir arada, bir bütün olarak içimize yerleşiyor, an be an orada çoğalıyor. Yaşamımızı değerli kılan da, unutulmaz yapan da işte o anlar. Zamanın ya da bizim geçip gidiyor oluşumuz önemli değil. Önemli olan o anlarda kalabilmek, o anlara sahip çıkabilmek, o anlarla yüzleşebilmek ve o anları başka anlara ekleyerek yenilerine dönüştürebilmek. Böylece içinde yaşadığımız zaman da doğrusal ya da döngüsel olmaktan çıkıp sarmallaşacak “sevebileceğimiz, ömrümüzü sere serpe üstüne yayabileceğimiz, içinde akışkanlaşıp süzülebileceğimiz” hayatlara dönüşecekler. Başından bakıldığında uzun, sonundan bakıldığında kısa hayatlara…
Durmuş Saatler Dükkânı’nın sahibesi Nefise Hanım’ın da dediği gibi “Sabırsınız çocuğum. Bütün zamane gençleri gibi. Oysa ne çok vaktiniz var daha. Yaşlandıkça tadını çıkarmayı öğreniyor insan. Azaldıkça…”
Aradaki öyküler mi? Onların keyfini çıkarmayı size bırakıyorum. Öykülerin tadını kaçırmamak için ancak şu kadarını söyleyebilirim. Yaşadığı döngülerin içinde sıkışmış, çıkış yolu bulamayan, saplantılı, ötekileştirilen, birisini kaybedene kadar onu fark edemeyen ama lunaparkta ölüsünü gezdirebilen, hayatının roman olduğunu zannedip başkalarının hayatlarına tebelleş olan, kendi hayatını beğenmeyip akşamları ışığı yanan evlerdeki hayatlara dâhil olan, yaşadığı dünyanın değil çalıştığı geminin belalı olduğunu düşünen, ateşten olma denizkızlarına sevdalanan, uykularından uyanıp kanlı rüyalarından kurtulamayan, rüyasındaki kadına âşık olup her yerde onu arayan ama rastlayınca da tanıyamayan, âşık olduğu kadını gözünü kırpmadan yiyebilen, sözcüklerini yitirip tortularında kaybolan, geçmişlerini unutan ve hatta unutmak için çabalayan ve ne yaparsa yapsın kalbinin iyi şeyler yaşamasını sağlayamayan insanların öyküleri bunlar. Tekinsizler mi? Evet tekinsizler. Aralarından bir tek Cafer’e güvenebilirsiniz. “Sözcüklerin doğru zamanda, doğru şekilde söylendiğinde yarattığı büyü” ile vücut bulmuş “Dev Soyu’ndan” birine.
Ellerine sağlık canım. Ne güzel yorumlamışsın öykü kitabını.