Melih Günaydın: Öfkenin İzi ilk romanınız, roman yazma düşüncesi sizde hep var mıydı yoksa sonradan mı gelişti?
Azime Güç: Kitaplara ve yazmaya olan sevgimin çocuklukta oluştuğunu söyleyebilirim. Okumayı öğrendikten sonra kitaplarda keşfettiğim bambaşka hayatlar beni müthiş cezbetmeye başlamıştı. İşin aslı sadece cezbetmedi de. Örneğin çocukken ilk kez Ballantyne’in Mercan Adası romanını okuduğumda, gerçekten çok ama çok istersem, Allah’a çok dua edersem, gözlerimi kapadığımda kendimi o adada bulabileceğimi düşündüğüm, buna cidden inandığım anlar olmuştu. Bunun olmadığını, içinde bulunduğum hayata hapsolduğumu anlayınca da baya canım sıkılmıştı. Bu derece büyüleyici bir etkisi vardı kitapların bende. Yazmaya da o sıralarda başladım ilk defa. Roman yazmayı ilk kez denediğimde ise 17-18 yaşlarındaydım. Yıllar içerisinde çöpe giden birçok dosyam oldu.
Melih Günaydın: Öfkenin İzi kitabınızda Esme karakterinin gücünü fark ettiğinde daha kendine güvenen ve güçlü bir karaktere dönüştüğünü görüyoruz. Siz okurlarınıza içlerindeki gücü keşfetmeleri için neler önerirsiniz?
Azime Güç: Romanda Esme’nin öfkesi birikmişliğin sonucunda ortaya çıkıyor ve aklından bile geçiremeyeceği bir biçime giriyor. Dolayısıyla bu aynı anda hem bir güce hem de bir zayıflığa dönüşüyor aslında. İçimizdeki güçten kasıt bizi hayattaki zorluklara karşı koruyan bir zırh ise şayet, benim izlediğim yöntem olumsuzdan ziyade olumlu durumlara odaklanmaya çalışmak. Cımbızla kötüyü ayıklayıp onu anlamlandırmaya çalışarak günleri, ayları, yılları heba etmek ve tükenmek yerine, olumlu olanın etrafını aydınlatan, umut veren etkisine inanmak. Hayattaki gizli kahramanların varlığını hatırlamak. Böylece yapmak istediklerimizi inatla, sabırla onun ışığında yapmaya devam edebilmek.
Melih Günaydın: Romanınız sizden ne gibi izler taşıyor?
Azime Güç: Yaşadığım bazı olayları farklı biçimlere sokarak ya da geliştirerek yazdıklarıma yerleştiriyorum. Bu iyi bir şey mi kötü ya da normal mi bilmiyorum açıkçası. Ama yaşadıklarıma dair illa ki bir şeyler sızıyor yazdıklarıma. Dolayısıyla Öfkenin İzi’nde de var.
Melih Günaydın: Kitabınızda yoğun olarak öfke duygusu sonucunda gelişen olay dizisi görmekteyiz. Peki, siz öfkeyi nasıl tanımlıyorsunuz ve öfkeyle başa çıkma yöntemleriniz nelerdir?
Azime Güç: Haksızlığa uğradığımızı, küçük görüldüğümüzü, anlaşılmadığımızı hissettiğimizde öfke gün yüzüne çıkıyor. Benim her zaman beceremesem de denediğim yöntem, öfke içimde doğduğu an hemen harekete geçip yanlış bir şey yapmamak için var gücümle kendimi “durmaya” zorlamak. Bedenimi dinlemeye çalışmak.
Melih Günaydın: Galip Derviş’in senaristliğini yapmıştınız. Senaryodan sonra roman yazma süreci sizi zorladı mı?
Melih Günaydın: Kitabınızda geçen mekânlar da kurgunun bir parçası mı yoksa içlerinde tarihsel değeri olan yerler de var mı?
Azime Güç: Romanda geçen şehir, ilçe ve sokak isimleri gerçek olsa da mekânları tasvir ederken biraz hayal gücümü kullanarak kendimi serbest bırakmak istedim. Romanda gerçeğine en yakın anlattığım mekân, Başkomiser Gül’ün favori kafesi oldu. Bu kafe, Asmalı Mescit, Yemenici Abdüllatif Sokak’ta, vaktinde Albukrek Ailesi’nin yaşadığı tarihi bir binada yer alan Pera Bakery’den esinlenerek yazıldı.