Alsemender. Aslında böyle bir çiçek yok diye başlasak yazıya, muhtemelen kimse itiraz etmeyecektir. En azından Bilge Karasu okurları haricinde kimse. Gerçek nedir diye başlasak yazıya; bu sefer vaziyet daha tehlikeli. Ne söylersek söyleyelim, birileri söz üstüne söz söylemekten, en azından bunun çabasından imtina edemez. İnsanın doğasında var, bildiğini ifşa etmek, hatta genellikle bilmese bile.
O halde bize düşen, fevkalade acemice bir yazı kaleme alarak, tehlikeleri, siz beni muhatap mı kabul ediyorsunuz canım, fısıltısıyla, karşılaşmadan bertaraf etmek. Nihayetinde yeni yayınlanmış bir kitap, bir yazar için cümle kurmak sorun teşkil etmez ama büyük bir yazarın kendisini ya da bir eserini anlatacaksanız, içinizdeki tutku ve saygı bir tarafa, biraz da had bilmeniz gerekir. Yapalım bunu.
Mesela işe Bilge Karasu’nun hangi tarihte nerede doğduğuyla başlayalım. Bu kısmı tabi ki pek uzatmadan, çocukluğu ve ilk gençlik yıllarına dair kelamlar edelim. Muhtemel yalnızlığından, farklı bir çocuk ya da genç olmasından. Akabinde yazı hayatı… nasıl, ne zaman başladı. Neyin etkisiyle başladı? Neden yazdı? Bunca kolay ilerlerken, cevabı bizi yazıdan soğutacak kapının önüne getirip bırakan iki soru.
Hangi eserleri yazdığını, hakkında yapılan eleştirileri, öyküleri hakkında yazılan yazıları, varsa kitapları artık, kutsal gogıldan bulmak iş değil. Öyküleri hakkında yapılmış eleştirilerden hareket ederek, Karasu’nun hiç okumadığımız bir öyküsü hakkında eleştiri-tanıtım arası bir yazı bile klavyeye alınabilinir. Mesela Alsemender öyküsünden pekala bahsedilebilinir. Sonra? Neden yazdı?
Biraz araştırmayla, varsa mülakatlarından yapılacak çıkarımlar, bize yol gösterici olacaktır, üstadın neden yazdığı hususunda. Hatta bilinir ki, gece kitabında bir nebze bahseder bundan. Aslında ben bir öykü yazarı olarak, bundan belki on beş yıl önce ilk olmak üzere, karasu’nun kitaplarının tamamını birkaç defa okudum. Yaptığım araştırmalardan edindiklerimi üzerine koyarak en azından birkaç cümle kurabilirim yukarıdaki hususlarda. Akabinde Alsemenderin konusu kurgusu üzerine de birkaç cümleyle biter bu yazı. Zaten arada bir iki edebiyat kuramcısından alıntı, birkaç da Alsemender’in içinden seçilmiş cümle ve son.
Ya da ikinci ihtimal, mesela Karasu’nun benim hayatımdaki yerinden bahsedebilirim. Gerçi bu durumda kimseyi ilgilendirmeyen, kimseye bir şey vermeyen, sadece benimle alakalı bir yazı çıkar ortaya. Okuyucu hangisini tercih eder, sanırım ikisini de tercih etmez. O halde iki tercih edilmeyen arasından doğal olarak kendi iç sesimi dinleyerek ikinci ihtimal üzerinde durmalıyım.
Bilge Karasu’yu ilk öykü yazmaya başladığım yıllarda, bundan yaklaşık olarak on beş yıl önce üniversitede öğrenciyken, değerli Hocam, şair Mustafa Muharrem’in önerisiyle okumuştum. Aslında bir öneri değildi, bir ödev sayılırdı, acemice öyküler yazıyordum ve birilerinin bana yol göstermesini arzu ediyordum. Kitap okumaya dair de bir yöntemim mevcut değildi, eline ne geçerse okuyan, kitap seçme konusunda rastgele hareket eden bir gençtim. Hocam önüme bir yazar listesi koydu ve listedeki yazarların tüm kitaplarını sırasıyla okumamı salık verdi. Yazarlık serüveninin başında duygulu cümleler kurmaya çalışan bir genç adam olarak, listedeki ikinci isimden başladım okuma ödevime. İktisat fakültesinde talebeydim ve bir para banka ve finansal teoriler vize sınavı öncesi Göçmüş Kediler Bahçesi’ne girdim. Nasıl, listedeki ilk yazar olan Oğuz Atay sayesinde (yüzünden değil sayesinde) okulumu sekiz yılda bitirdiğimi söyleyebilirsem, Bilge Karasu sayesinde ise daha önce yazdığım tüm öyküleri bir daha açmamak üzere rafa kaldırdığımı, daha Heidegger’in ‘dil varlığın evidir,’ cümlesini okumazdan önce, o cümleye kayıtsız şartsız iman ettiğimi ve bu uğurda sahip olduğum duygulu cümleleri kaybetmek pahasına dil ile söyleyiş ile ifade ile kafamı bozduğumu söyleyebilirim. Yazı bitsin diye bir cümle kurmam gerekiyorsa şu an; “Bilge Karasu’nun hiç akla gelmeyecek öykü kurgularının yanında, herkesin aklında dolanacak türde öykü kurguları, konuları da vardır ama muhtemelen Bilge Karasu, imzasız bir metinde gezinirken, metnin sahibini tespit etmenin en mümkün olduğu yazarların başında sayılabilecek kadar kendine özgü, özenli, yaratıcı, yenilikçi ve bizatihi kimlik niteliğini haiz bir dile, dillendirişe sahiptir,” diyebilirim.