Örgütlü siyasetin başarısız olduğu yerde sanat, bireysel öznelliğe ulaşma yolu olarak ortaya çıkar. Stuart Hall 2007’de verdiği bir röportajda şöyle der: “Farklılığın insanların kafasının içinde nasıl işlediğini görmek için sanata bakmalısınız, kültüre bakmalısınız, insanların hayal ettiği yere, düş kurduğu yere, simgeleştirdiği yere.” Sanatın umudu yaratmada ve sürdürmede, yeni bir dünya yaratmadaki payı görmezden gelinemez bir gerçekliktir ve Stuart Hall’de anlatımında bunu vurgular.
Sol bakış açısı, kapsayıcılık ve sosyal adalet iddiasına rağmen, insani ve insanların kendilerini tanımlamalarına yetecek kadar özel olan bir kelime tedarik etme konusunda başarısız olmuştur. Sol’un özel kelime tedarik etme ve insanlara ulaşmasında sanatın, edebiyatın özelliklede şiirin çok önemli bir işlevi vardır. Bu önemli figürleri bir kenara bırakarak halka inmek ve/ya toplumsal halk desteğini alabilmek oldukça güçtür.
Karanlık zamanların perde aralayıcısı olan şiir, her dönemde içerisinde gizil unsurları barındırır. Gizil unsurların imgelemiyle anlatıcı, çağına tanıklık etme anlayışını taşır. Bu çağı aktarma durumu, içerisinde bulunulan toplumun sosyo-politik konumu göz önüne alınarak ortaya çıkabilir. Sosyo-politik unsurlar göz önüne alınıp ortaya çıkan şiir/ler ya çağın muhalifi ve/ya çağın angaje edebiyatının oluşumunu sağlar.
Ömer Turan ise yaşadığı çağ’ın toplumsal izdüşümlerini aktarmayı amaçlayan, çağdaş Türkiye edebiyatının son dönemdeki önemli bir temsilcisidir. Şiirinde yükselen öfke duygusu; kimi zaman yerini derin trajik öğelere kimi zaman ise içinin sesini bastırmaya gücü yetmeyen sözcüklerin çağrışımına bırakır. Bu öfke ve isyan duygusu, bir angaje edebiyat eseri olmaktan ziyade içerisinde yaşadığı çağa karşı söyleyecek bir sözü olma hüviyetini taşır. “Üryan ve İsyan”, “Kedi Güzü” şiir kitaplarından tanıdığımız Ömer Turan, üçüncü şiir kitabı “Dünyanın İlk Sabahı”(Yitik Ülke Yayınları) ile okuyucusunu selamlamaktadır. Dünyanın İlk Sabahı şiir kitabı, iki bölümden oluşur. Dünyanın İlk Sabahı, birbirinden farklı görünen iki ayrı anlatının ortak noktalarının birleşimden meydana gelir. İlk bölümdeki çağa karşı duyulan öfke ve isyan duygusu, bir sonraki bölümde yerini metinlerarası bağlamda anlatıcıya kaynaklık eden ondan önceki sanatçılara bir selamlama işlevini taşır. Dünyanın İlk Sabahı anlatısının ilk bölümünde:
Şair, bu bölümde yer alan şiirlerini Gezi Direnişi sırasında dalsız budaksız kalan annelere adamış. “Yazsız Tarih” adını taşıyan bu bölümdeki şiirler, bir yandan şairin kendi içsel çatışmalarını diğer yandan da dünyayı şekillendiren dengesizlikler üzerinden insanın yarattığı vahşet olgusunu işler. İnsan, doğanın en büyük vahşetizm olgusunu içerisinde barındırır. Bu vahşet olgusunu hayata geçirirken siyasi ve ideolojik çıkarların etkisiyle insan canına veya toplu kırımlara sebebiyet verebilir. Yapılan bu savaşların ve insan kırımlarının ortasında en çok gözü yaşlı anneler ve burnunda gül kokusu olan çocuklar kalır. Yazsız Tarih bölümün anlatıcıları ise insanın vandalist tutumu çerçevesinde kalan çocuklar, bu bölümdeki şiirlerin ana kahramanlarıdır: Ali İsmail Korkmaz’dan Berkin Elvan’a kadar. Bunca sevgisizliğin içinde şairin dizelerine yansıyan sonsuz bir umut ve dünyanın ilk sabahı olan o kirlenmemiş zamana duyulan güçlü bir özlem vardır.
İkinci bölüm ise “Onlara Önsöz” adını taşıyor. Daha çok lirik anlatımların egemen olduğu bu bölümdeki şiirler, Ömer Turan’ın şair ve yazarlarla olan düşsel ve düşünsel yolculuklarını tema edinmiştir. Bu düşsel ve düşünsel edimler şairin üzerinde etkili olan diğer anlatıcılardır. Bu karakterlerin şiirde kullanılması ve/ya onların bir dizesine atıfta bulunulması Gerard Genette’nin kullandığı “yan metinler” kuramı ile içerisinde özdeşik unsurlar barındırır. Bu bölümdeki anlatıcı; Pavese ile bir otel odası boşluğu yaşarken, Frida’nın ellerine duyduğu hayranlığı anımsıyor, sonra Sylvia Plath’ın acılarını düşünürken Nâzım ile bir gece yürüyüşünde buluyor kendini. Bütün bunları gidip Cemal Süreya ile dertleşerek avunmaya çalışıyor. Bu avunmaya çalışmak ruh hali, çağın içerisinde bulunduğu toplumsal huzursuzluktan bunalan şairin sözcüklere ve sanata sığınma ruh hali olarak yorumlanabilir.
Tüm bunlar ışığında yazıyı noktalamadan önce Ömer Turan’ın bir şiirini de yazının sonuna ek olarak aktarmak isterim.
yağmur beklesin
kuşlar gazeteler dur emri veren askerler beklesin
böyle kör böyle güvenli böyle uçtan uca elveda
ya da sokaklardan geçerken baktığımız
pencereler, beklesin karanlık, sonra zaman
yaşamak için yıkımlar beklesin
-gagasında bir şarkıyla geldi yaşlı kırlangıç
bahçeleri ve bulutları gördük gözleri yol gürültüsü
varlığımızı eziyor o koskoca bulut o zehirli uyku
ilk fotoğraftan suskunluğumuza kadar sonra ne varsa
bu dünya üzerinde yaşıyor çiçeklere darbe yapan generaller
o mor motiflere baktık başıboş ama sabırlı o yollara
geceyi fırtınayı ve adımızın geçtiği günleri sildik haritalardan
hangi üzüntüye el attıysak sürükledi bizi uzaklara
biz isyan diyorduk sarhoşların naralarına, siz mızraklar çekildi
o yaşlı kırlangıç o gagasındaki şarkı, o sessizlik ağırlaşır
ve ölüm haberlerimizi taşırız bir ilmek daha boynumuza
sokaklar beklesin
lacivert masadaki papyonlular oğlanlar beklesin
iki parmak çekiyor tetiği biri beklesin, söz ve uyku
diz dize, başka kalabalık veda yok mememizde
gürleyen süt beklesin, avcılar beklesin sonra zaman
haydi geçelim diyen çarşılar beklesin
– bir evden taşan yenilgiyi duyduk ilk nefese bulaşmış ağıtı
o gölgesiz ağrıyı, mezar taşını kıran ölüyle yan yana
ağlıyor kayıp kardeşine doğru, arkasından çoluk çocuk
orta doğu, tuhaf evler, eski perdeler asıyorlar geceye daima
uçuruma bakıyoruz geyikler çok uzakta ve yüzleri barbar
bir evden bakan kadını gördük kalbi yarı esmer
tarihin gergin adımlarıyla yürüyoruz sonra yüzü yarı kalp
uzun sorular sorsak geceyi beyaz kâğıtlara yazarak
her yer insan yağmurdan önce, o sokaklar o askerler
şehirlere ağır emirler düşüyor belki kuşların yemini
ihanetin yanlışlık diye bir yalanı var bedeli boynumuzda
cevaplar beklesin
buluşmaya gelen son atlar bin dallı ağaçlar beklesin
aşktan ve sürgünden geçerken bir çiçeğe
yarı geceler tanrının iyiliği beklesin, cennet
dediğimiz bahçenin itibarı beklesin, sonra zaman
kurdun soluğundaki devlet beklesin