“biz aşağıda imzası olanlar
rızamız yok olandan ve bitenden
razı değiliz coğrafyadan ve tarihten”
aylandız, s. 134.
enderemiroğlu’nun yeni şiir kitabı “travma terapi” okuyucuyla buluştu. Şairin 18 yıllık aradan sonra yayımladığı kitap, Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı.
1973’te Trabzon’da dünyaya gelen enderemiroğlu tıp eğitimini yarıda bıraktı. Şiir, öykü ve denemelerinde enderemiroğlu imzasını kullanan şairin şiirleri 90’lı yılların başından beri yurtiçi ve yurtdışında pek çok dergide yayımlandı, yıllıklarda anıldı ve festivallere katıldı. 1999 yılında çıkan “kararan” ve 2004’te çıkan “lâ havle ve lâ kuvvete”nin ardından “travma terapi” şairin üçüncü kitabı. Şairin bugüne kadar düzeltmenlik, çevirmenlik, muhabirlik gibi alanlarda çalışırken, bunun yanı sıra bulaşıkçılık, taksi şoförlüğü, anketörlük, garsonluk gibi işler de yaptığını ve bu birbirinden farklı alanların şiirine bir çok bakışlılık olarak sızmasını beklediğimizi de belirtelim.
enderemiroğlu’nun şiirleri anne ve babayla olan ilişki, insanın kendi içindeki yolculuğu, anlam ve ölüm gibi kavramlar etrafında dönüyor; ama en dikkat çeken mesele kendiyle ilişki olarak göze çarpıyor. Burada şair özne karşımıza hem şeytan hem melek, hem insan hem hayvan, hem su hem ateş olarak çıkar. O hem cennet, hem de cehennemdir. Kaderi ismiyle belirlenmiştir ve yaşadıkları da bu kadere tabi olma ile kendi kaderini belirleme çabası arasında gidip gelmektedir.
Elimizdeki kitapta karşımıza çıkan şiir evreninin bir özelliği de değerlerin değersizleşmesi sorunu. Burada anlam yitmiştir, “anlam sandıklarımız çulmuş çaputmuş/irinmiş kaputmuş”. Dolayısıyla anlam arayışının merkezi olarak dünyada olmaktan, anlamın değerini yitirdiği ve anlamsızlaştığı dünyada oradan oraya savrulan bir varoluşa geçeriz. Şair burada anlamak ile ölüm arasında bir ilişki görmektedir. Burada belirtmek gerekir ki ölüm enderemiroğlu’nun hayatla kurduğu ilişkiye temelden bir itirazdır:
“öldükçe örüyorum öldükçe görüyorum
otlar kumaşlar ipler plastik, kağıt ve kablolarla
öldükçe sıklaşıyorum gevşek etim sıkılaşıyor
sonra sabunlaşacağım kendimi temizlemek için
sert yerlerim gevşeyecek ve kendimi yıkacağım” (s. 24).
Şairin bu anlamsızlık ve değersizlik ortamına karşı bir önerisi de vardır. Bu öneri korkmamakla başlar; dağ, orman, toprak gibi tabiata yapılan göndermeler dikkat çeker. Özellikle toprağa karışma ve ormanlaşma, ağaçlara sarılmak önerileri, önemli bir yer tutar enderemiroğlu’nun şiirlerinde; onlar doğaya öykünme halleri olarak karşımıza çıkar.
Şiirlerin takip ettiği izleklerden biri de tarih kavramıdır. Kaçınılmaz olarak Ece Ayhan’ı çağıran bu tarihle ilişki, geçmişten günümüze uzanan, “uzaklaştırılan ulusların / halkların çantalarında saklanan” şeyleri kurcalama girişimidir. Tarihe olan bu ilgi aslında ölüme karşı bir büyük zaman arayışı olarak da okunabilir. Tersine çevirmeler ve devrik dizeler de tarihe olan ilgiyle birlikte şiire giriş yaparlar. Burada şair egemenlik ve kent kavramlarını eşelerken görülür: “upusul bir parkta egemenliğin tam ortasında./tüm grisiyle bir kentin alnına. taşın pürüzsüz/hafızasına”
“olmayacak belli beklediğimiz karnaval
müzikler çalmayacak
balonlar uçmayacak renkler uçuşmayacak
ben işte kendimin peşindeki
artık olmaların kendi oluş hızına inanmaya daha meyilli” (s. 41).
enderemiroğlu’nun şiirlerinde dikkat çeken bir diğer izlek de tıbbi metaforlar. Kalp krizi, panik atak, travma, terapi, dolaşım bozukluğu, yara, beden, kolsuzluk vs. kavramlar da içinde yaşadığımız modern dünyada tıbbın kapladığı yere paralel olarak şiirlerdeki yerini alıyor. Burada söz konusu olan şey kalpleşen bir vücut olarak öne çıkıyor ve bu tersine çevirme bize şairin tıbbi meseleler de dâhil olmak üzere sorun edindiği şeyleri kurcalama tarzı hakkında bilgi veriyor. Kurcalama demişken, aslında kurcalama dediğimiz şeyleri sorgulama hali şairin poetikasında önemli bir yer tutuyor. Yarısı kesilen dizeler, devrik cümleler veya dizeler, tersine çevrilen gerçeklikler bu kurcalama halinin şairin dünyada olma halleriyle olan sıkıntısına göndermede bulunuyor.
Kitabın en başarılı şiirlerinden birisi de “delirium tremens” . Epigrafına aldığı edgar allan poe şiirinin hakkını veren bu ürününde şair içini açarak, okuru bu içini açma edimine ve açılan içe tanıklık etmeye çağırıyor: “içimden yılanlar çıkıyor siyah zehirleriyle” diye başlayan şiir, sürdüğü üç sayfa boyunca ritminden taviz vermeksizin çok katmanlı bir öznenin yapı-sökümü diyebileceğimiz bir çabaya eşlik ediyor ve “hepsi gerçek” çığlığıyla sona eriyor. Evet şair şiirin sonunda üç kez yineleyerek çığlık atıyor, bu çığlık belki de anlaşılmak istenmenin, gerçek olduğuna ikna etme çabasının bir çığlığı: “içimden boğaz içimden uykusuzluk içimden duvar/ yazıları çıkıyor küfürler yıldızlar yaldızlar çıkıyor/taş içimden toprak içimden kum çıkıyor/açtığım telefonlar reddettiğim konuşmalar/gönderdiğim/mesajlar/susarak konuşmadığım akşamlar çıkıyor/içtiğim rakılar üflediğim dumanlar” (s. 57).
Bir şiir kitabı için oldukça hacimli olduğu söylenebilecek 144 sayfa boyunca enderemiroğlu’nun üsluplar çoğulluğu denilebilecek bir çaba içinde olduğunu söylemek mümkün. Bu çaba en çok “kırk merdiven” isimli şiirde dikkati çekiyor. Kırk dörtlükten oluşan ve 1’den 40’a değil de 40’dan 1’e ilerleyen bu şiirle şair hem kullandığı metaforlar hem de benimsediği üslupla divan edebiyatına bir selam gönderiyor; tabii kendi sesiyle bir eklemede bulunmayı da ihmal etmeden.
“eksilog” bölümünde de şairin muhasebesi devam ediyor. Burada ölüme planlı olduğumuzu söyler şair, insanın kesik ve kırık olduğuna dikkat çeker. İnsan anlam yorgunudur, sekiz milyar insandan sadece birisidir, dolayısıyla kendini evrenin yerine koyması budalacadır. İnsanın üzerine bu düşünüm “divane” bölümünde de sürmektedir: “gördüm insan insanın kurduğuydu/insan insanın cenneti ve cehennemi”, “dedim ya insan bir anomali” gibi dizelerle insan olma halleri tasvir edilirken insanın her şeye anlam yükleme alışkanlığı ve ihtiyacı öne çıkarılır: “insan insanın kayboluşuydu”. (s. 90). Ancak şair insanın olma hallerinden yakınırken ona bir çıkış yolu da sunar: hayvanlaşmak. Buna göre insan hayvanlaştıkça insan olacaktır, yani arzusuna uygun olduğunda… Bu nedenle insan yüzünü doğaya ve hayvanlara, en çok da kuşlara dönmelidir: “ben bu makama kara ormandan geçtim/ ağaçlar evim oldu yapraklar perdelerim/ toprak o benim kara evim evrenim” (s. 91) ve yine aynı yerde “kuşlardan daha özgür değilim” ile “hemhal oldum ağaçla teslim oldum kuşlara” dizeleri şairin yüzünü nereye döndüğüne işaret eder. Aslında doğa, doğaya dönmek, toprak, orman, kuş, hatta yılan gibi metaforlar kitap boyunca neredeyse her şiirde kendine yer bularak, şairin bir parçası olmak istediği evrene dair bir içgörü de sunmaktadır.
Son olarak şair bir yandan da kendi umutlu varoluşunu resmeder. Bu bir yolda olma halidir, toprağa, kuşlara, hayvanlara karışma halidir, iyinin ve kötünün ötesinde olmadır. Hakikatin göreceliğinin farkındadır. Şaire göre insan, “kaybedecek şeyi kalmadığında kendisinin olacak”tır (s. 121). Anne, baba, varlık, yokluk arasında insan bazen sayıklayarak bazen çığlık atarak, bazen çocukluğunun ellerinden tutarak kendisine varan yolu arayacaktır.
Travma terapi
Ayrıntı Yayınları, 2022
144 sayfa