Annesinin ve babasının cenazelerine katılmak için günü birlik gelişi hariç yaklaşık üç yıl sonra yeniden gelmişti doğmadığı ama büyüdüğü, kişiliğinin şekillendiği deniz kıyısındaki şehre. İlk yıllarını geçirdiği Karadeniz’in o dağ köyünün ruhunda bıraktığı belli belirsiz izleri saymazsa, üniversiteye kadar önemli oranda oturmuş değer yargıları, hayata bakışı ve ‘ben’ diyebileceği ne varsa görece küçük ama bir o kadar da kozmopolit bu şehre aitti. O nedenle şehre her dönüşünde sadece baba evine dönmenin heyecanını değil, kendi iç yolculuğuna da yeniden bir dönüşü hissederdi. Birkaç günü aşmayan bu ‘kendi evinde misafirlik’ çoğunlukla büyük şehirlerde geçen yaşamının kendini köklerine ne denli yabancılaştırdığını âdeta yüzüne vururdu. Kardeşleriyle, çocukluk arkadaşlarıyla ve büyüdüğü mekânlarda geçireceği zaman ve sohbetle bir anlamda rahatlar, yenilenmiş olarak onu bekleyen işine ve büyük şehrin yıpratıcı atmosferine dönerdi.
Bu sefer de öyle olacaktı. Ancak Salih, bu kez büyük bir eksikliğin yaraladığı aile ortamının kendini yenileyebileceği konusunda huzursuzdu. İkisi kız, altı kardeştiler. Kendinin küçüğü olan en küçük kardeşi iki yıl önce üniversitede kapıldığı dünyayı değiştirme hayalinin peşinden koşarken tutuklanmış, hatırı sayılır bir ceza almıştı. Bu durum ailede büyük bir burukluk yaratsa da içten içe sevinen anne ve babasıydı. Hatta annesi tam bir analık duygusuyla ‘en azından yaşadığını ve nerede olduğunu bileceğiz’ bile demişti. Ömrünü gurbetlerde geçiren ve artık emekli olan baba, evliliğinin ilk aylarında eşinin ailesinin husumetli olduğu başka bir aileyle yaşanan tartışma sonrasındaki silahlı kavga nedeniyle çok genç yaşta beş yıl hapis yatmıştı. 40’lı yılların cezaevi ortamından hareketle, “yalnız, kimsesiz ne yapacak oralarda” diye üzülmüştü ama oğlunun yaşıyor olması onu teselli ediyordu. Çünkü o fırtınalı yıllarda çok sayıda genç, üstelik de zamansız toprağın bağrına yatırılmıştı. Bunun bir avunma olmadığı kısa süre sonra anlaşılacaktı oysa. Bir yıl sonra yaşları da ilerlemiş olan ailenin bu iki direği yaşadıkları üzüntünün etkisiyle hızla çökmüş, önce baba, ardından da anne vefat etmişti. Altı çocuklarına bahçe içinde bir ev, bir de hemen her gün tekrar ettikleri kimsenin hakkını, özellikle “yetim hakkını” yememe sözünü miras bırakmışlardı.
Düşündüğünü yapmıştı. O yıllarda tütün ekimi hâlen ülkenin geniş bir coğrafyasında, önemli geçim kaynaklarındandı. Tekel, güçlü ve geniş kadrosu olan, özellikle yaygın çalışan tütün eksperlerini bünyesinde toplayan bir kurumdu. Salih, direkt iş bulacağı ve devlet memuru olacağı güvencesiyle girdiği fakülteyi uzatmadan dört yılda bitirmişti. İlk görev yeri Batman olmuştu. Zamanla ülkenin tütün ekilen her köşesinde görev yapmıştı. İyi bir maaş almanın ötesinde ülkeyi adeta yeniden tanıyor, birçok değer yargısı değişiyordu. Edindiği yeni değerler bir anlamda kardeşini tutuklanmaya götüren süreci daha iyi anlamasına, üzülse bile tepki duymamasına yol açmıştı. Rüşvete fazlasıyla açık bir işin içindeydi ve rüşvetin eninde sonunda gelip kendini bulacağını biliyordu. Bu durumda hep anne babasının ‘yetim hakkı yemeyin’ sözü dikiliyordu karşısına. Zaman zaman içinden de geçirmiyor değildi. Devlet birçok yerde tütün alımını üreticiyi (aslında dayanağı olan ağalığı) sübvanse etmek için yapıyordu. Rüşveti ise sattığı tütün çok para etsin diye ağalar veriyordu. Bu da yetim hakkına girer mi acaba? Bunun cevabını meslekteki ilk yılında bulmuştu.
Salih, bu düşüncelerle indi aracından. Eve girmeden meyve ağaçlarının zenginleştirdiği bahçeye girdi. Henüz koruk olmasına rağmen bir salkım kara üzüm kopardı. Çocukluğundaki gibi yüzünü ekşiterek yedi. Annesinin artık boş olan ahırına girdi. O eskimeyen kokuyu çekti içine. Az ilerde çocukluklarında ilk meyve veren erik ağacının yanına geldiğinde ise gülmeye başladı. Küçük kardeşi geldi aklına. Çocuğun zekâsı ve espri yeteneği o zamanda sivriydi diye iç geçirdi. Köyden bu şehre yeni geldiklerinde eğitim yılı sonuydu. Sınıflarında yaşına göre daha gelişkin bir kız arkadaşı vardı. Çocuk aklıyla sınıfın tüm erkek çocukları ona âşıktı. İsmi Yeter Tatlı idi. Kendi 12, kardeşi 8 yaşındaydı. Kendi yaşıtı amcaoğlu da o gün gelmişti evlerine. Henüz olgunlaşmasa da bahçeye şimdi altında durduğu erikten yemeye gelmişlerdi. Ağaca o çıkmış topladığı erikleri kardeşine ve amcaoğluna atmıştı. Bir süre sonra aşağı seslenip sormuştu. “Daha toplayayım mı?” Kardeşi biraz muzipçe ve ilk iki sözcüğün üzerine basarak cevap vermişti. “Yeterrr. Tatlıııı değil bunlar,” Duymazlıktan gelip bir daha sormuştu amcaoğluna. Ama cevap yine aynı şekilde kardeşinden gelmişti. “Yeterrrr Tatlıııı değil.” Hınçla atmıştı kendini erikten aşağı ve kardeşini tokatlamaya başlamıştı. Kardeşi o vurdukça daha da gülüyor, amcaoğlu olayın içyüzünü anlamadığı için o da “oğlum manyak mısınız, çocuk doğru diyor, yeter tatlı değil işte,” dedikçe iyice çileden çıkmıştı… Daha birçok anısı olan bahçeden eve geçti.
Akşama doğru bir eksik bir aradaydılar yine. Küçük kardeşi Sinan’ın ziyaretine genellikle kendi gittiği için son ziyareti anlattı ağabeylerine ve ablalarına. Merak etmeyin hâlâ espri yapacak kadar morali iyi, dedi. Sohbet uzadıkça ebeveynlerinin ve kardeşinin olmadığı bu buluşma giderek duygusal bir atmosfer aldı. Sohbet en sonunda “hangimiz daha duygusalız, kim daha çok ağlamıştır”a kadar geldi. Yapı itibariyle hepsi duygusaldı. En duygusal olan 68’lilerin tüm özelliklerini taşıyan büyük ağabeydi. Her zamanki gibi duygularını saklayarak “Kolay kolay üzülmem. Köpeğim kaybolunca üzülmüştüm sadece,” deyip geçiştirdi. En sert olan ama yaşadığı evliliğin dağıttığı büyük abla ise “göz pınarlarım kurumuş, artık ağlayabileceğimi sanmıyorum,” dedi. Ortanca kız kardeşse kardeşler içinde en mazlumuydu. Vara yoğa ağlardı. “Hangi birini anlatayım ki…” dedi. Dördüncü erkek kardeş de görünüş itibariyle en dirençlileriydi. “Amcamın uzun yıllar cezaevi yattığı dönemde yengem çok acı, yoksulluk çekmişti. Tam rahata erdiğinde ölmesi yıkmıştı bizi. Kimsenin yanında ağlayamazdım. Gece eve dönerken derenin ağaçları altına oturup yengem için gizli gizli ağladım,” dedi.
Sıra Salih’e gelmişti. Anlatmaya başladı. “Mesleğe yeni başladığım yıldı. Görev merkezimiz Batman’dı. Gündüzleri köyleri gezip alımını yapacağımız tütün balyalarını inceliyor, akşam dönüşte raporumuzu hazırlayıp hangi tütünün hangi kalitede olduğunu belirtiyorduk. Köyün birinden ayrılırken bölgede geniş arazisi olan bir ağa akşam bizi yemeğe davet etti. Niyeti belliydi. Tütününün kalitesini yüksek göstermemizi isteyecekti. Belki rüşvet de teklif edecekti. Bildiğimi yaparım, diye düşünsem de arkadaşlarla daveti kabul ettim. İyi döşenmiş bir evde mükellef bir sofra kurulmuştu. İçki su gibi akıyordu. Bir süre sonra da dansöz geldi. Çok alışık olduğum bir durum değildi ama ses etmedim. Yine de “bu yolun yolcusu, hafif bir kadın,” diye düşündüm, yalana hiç gerek yok. Yemek bitmek üzereydi. Elimi yıkamak için kalkmıştım. O sırada kapısı yarı açık bir odadan bebek sesi gelince istemeden de olsa kafamı uzatıp baktım. Gördüğüm manzarayla büyük bir utanç içine düştüm. Erkeklerden oluşan topluluğu eğlendiren dansöz bebeğini emziriyordu. Kendime küfrederek oradan ayrıldım. O gece sabaha kadar ağladım. Annemin, babamın “yetim hakkı yemeyin” sözü içimi kavuruyordu adeta. O gece hepimiz ağadan daha çok pisliğin, haramın içine batmıştık. Temiz olan o kadıncağızın alacağı paraydı ve o bebeğin emdiği süttü. İnandığım değerler üzerine yemin ettim. Direkt rüşvet olmasa da hakkım olmayan hiçbir şeye el sürmedim o günden sonra.”
Youtube kanalindan beri severek takip ettigim ve her yazisini hisseredek okudum kisi basarilarin anlatimmarin daim olsun ❤️
Çok teşekkür ederim..
Basakkkk ablacilll yine cok guzel duygulari geciren bir anlatilan olmus cok seviyoruz seni basarilirnin devami diliyorum cok opuyorum seni ❤️
Cok tesekkur ederım canım benım❤️
Yine heyecan la bekledigim yazilarini okudugumda aldigim duuguyu anlatamam . Yureginde saglik❤️
Canım benim çok teşekkür ederim, iyi ki varsın, ben de seni çok seviyorum..
Elinize sağlık güzel bir metin.
Teşekkür ederım Aysegul Hanım, sızın de yuregınıze saglık, sevgıler.
Bir kaç kuşağın yaşadıklarına tanıklık ettiğimiz bu ‘hikayeni’ neredeyse son yüzyıllık tarihimizin derin bir acısı olduğunu ,başımızı çevşrdiğimiz anda karşılaştığımız bir durum olduğunu görmekteyiz. Neredeyse zorunlu göçebelik hayatımızın bir parçası olmuş . ‘Baba evine misafir olarak gitmek’ en güzel tarif bu hayatımızda , devamı olan bir hikeyinin girişi olarak okudum . Hepimizden bir yaraya dokunmuş . Teşeküerler başak
Hayat hep bır devam hıkayesı..Hepımızden bır yaraya dokunabılmısse ne mutlu,..Cok tesekkur ederım guzel yorumun ıcın.
Youtube programında birçok edebiyatçıyı bizle tanıştırdı Basak Canda , edebiyat programlara o kadar özenli hazırlanıyordu ki sanki edebiyatçı kendisiydi, o kadar ozenliydi. Takip etmek ve izleyici olarak eşlik etmek çok keyifliydi her zaman. Sonunda kendi öyküsünü yazmış ve yakışmış. Umarım devamı gelir
Cok tesekkur ederım sevgılı Erkan, emegımın gorulmesı benı mutlu ettı. Sevgıler
Hayat hep bır devam hıkayesı..Hepımızden bır yaraya dokunabılmısse ne mutlu,..Cok tesekkur ederım.
İçten hikayenizi paylaştığınız için teşekkür ederiz. Duygulandım ve kalbim çok dolu.
Duyguların ortaklasması ve cogalmasının guzellıgıne..
Eksikli aile buluşmasında hem merhamet hem vicdanın konuştuğu bir öykü, etkileyici. Teşekkürler Basak
Hepımızın hayatında eksıklı aıle bulusması hıkayelerı vardır vıcdanımıza dokunan. Cok tesekkur ederım Delıl Can.
Çok güzel bir yazı. Devamını Bekliyoruz.
Cok tesekkur ederım, yuregınıze saglık, sevgıler.
Dilimin döndüğü kadar anlattım deyimi bu güzel öyküyü hem tanımlıyor hem tanımlamıyor sevgili Başak. Dilin kullanımı açısından, dilimizin döndüğünde fazlası var öyküde.
Tabi, “dil” yürek, kalp anlamına geliyor aynı zamanda. Bu anlamda dilinizle, yüreğinizle yazılmış ve yine yüreklere derin bir sızı salan bir öykü olarak okudum Acının Bedenini. Kaleminize, dilinize, yüreğinize sağlık sevgili Başak.
Dilin kullanımı açısından dilimizin döndüğünde gönlümüzün verdiği yetki gibidir dil. Hayatın akışı icinde öğrendiğimiz anlamların iç döküşüdür bir nevi. Eğer kalbimizi ona açarsak sarıp sarmalayacağı gibi sarsıp kendimize gelmemizin de yolu olur. Geriye ellerimizin konuşması kalır bu öyküdeki gibi. Teşekkürler sevgili Derya.
oyku yazmaya gec kalmis bir kalem..
çok teşekkür ederim, sevgiler.
O temiz, naif Anadolu insanını ne güzel anlatmışsınız. Kötü düşündüğü için rahatsız olan. Hikayesi de acıklı:(
Çok teşekkür ederim. Salihlerin çoğalmasına.