KİMDİR BU JANE GALLAGHER?
Uzun yazma dönemlerinden sonra gözlerimi dinlendirip elimi her zaman masamda duran birkaç kitaba uzatırım. Bu kitaplardan biri Çavdar Tarlasında Çocuklar’dır. Özellikle ilk bölümlerindeki Ne yapmalı? Düşünceleri hoşuma gider. Yatakhanedeki ilginç konuşmalar, arkadaşlardan çaktırmadan bilgi almaya çalışmalar… Birkaç bölüme hızla göz atarken hep birini düşünürüm. Holden, hepimizin merak edip sevdiği bir karakter olsa da benim aklım hep başka bir karakterdedir. “Kim bu Jane Gallagher?” derim kendi kendime.
Çavdar tarlasında çocuklar kitabında az bahsedilmiş olsa da benim için merak konusu bir karakterdir. Aldığımız bilgilere göre, Saxon Hall maçının gecesinde Jane, Holden’ın oda arkadaşı Ward Stradlater ile buluşmuştur. Stradlater’a göre, ikisi de antrenör Ed Banky’den ödünç aldıkları arabada ilişkilerini sona erdirmiştir. Holden, “Jane’i kesinlikle çok güzel olarak tanımlayamayacağını” ve “bir çeşit ağızlık” olduğunu söylese de onu çekici bulur. Küçükken, Jane bir balerindir. Holden’a göre, pek çok iyi kitap, şiir okumuş ve üzerine yazılmış tüm şiirlerle Allie Caulfield’ın beyzbol eldiveni ile eğlenmiştir. Holden’e göre, Jane tüm atletik sporlara oldukça düşkündür ve ona golf oynamayı öğretmiştir. Aynı zamanda birlikte dama oynamışlar. Holden, Jane’in taşlarını arka sıradan hareket ettirmeme alışkanlığı olduğunu söyler, “çünkü tahta arkalarında dizilmiş görünme şeklini severdi,” der.
Bu kadar az bilgiyle bir karakter niçin sevilir, aynı bölüm neden defalarca okunur? Gözden kaçan bir ayrıntıyı yakalamak için tabii ki. İnsanı anlatmadan öykümüzü anlatamayız. Hala öykü yazarken durup çevreme baktığımda kitabın kapağını görür görmez aynı soru aklıma gelir. Kimdir bu Jane Gallagher?
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
“Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.”
Sürekli dönüş yaptığım başka bir kitapsa Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’dür. Teselli Hayri İrdal ve Halit Ayarcı’dadır. Onların masalı dramla beslenir, eylem ve amaç arasındaki ironi insanı sayfaları çevirmeye iter. Bir yazar için adeta bir ilham tıkanıklığı açıcıdır bu yapıt. Ne zaman bir çıkmaza girsem romanın rastgele bir sayfasını açar, gözüme ilk çarpan sözcükle ilgili bir şeyler uydurarak kendi sesimi bulmaya çalışırım.
İnsanın ayarı denen şeyi düşünürüm. Saat merakımın zamandan mı yoksa insanın içindeki kusurlu mekanizmadan mı geldiğini bulmaya çalışırım. Devrimin tek bir insanla başlayıp çevremize topladığımız insanlarla büyüyebileceğini her defasında yeniden fark ederim.
1984
Bazı kitapların kapağına bakıp, düşünmeyi severim. 1984’ün baskıcı rejiminin altında yeşeren aşkı düşünür, aklımda budaklanan öykülere dalarım. “2×2=5” diye söylenirim. Baskı ve şiddetin kolu olan teknolojiyle robotlaştırılan insanları, sözcüklerin tanımıyla oynanarak elde edilen gücü, elinde hiçbir kuvveti yokken inanmadığına karşı dik durabilen insanları düşünürüm. Bunları düşündükçe insan olarak, yazar olarak yaptığımız hiçbir şeyin boşa olmadığını bir kez daha kendime anımsatıp masama geçer, elime kalemimi alır, yazmayı sürdürürüm.