En çok kimsin dediklerinde tökezliyorum
-kimse
leke sanıyorlar süveydayı
-süveyda
İmge kullanımı. Bunu, kanaatimce, çağrışımı da dahil ederek alaya kaçmadan, kimseyi andırmadan, büyük bir gösteri sunar gibi kullanabilmek şiir sahasında belki de kabiliyetlerin, maharetlerin en büyüğüdür. Son dönem şiirimize baktığımızda bunun sayıca az fakat etkili örneklerini görmemiz mümkün. Ne var ki söz konusu bu mevcut azınlığın sesini duyabilmek ısrar gerektiriyor. Asuman Susam, bu mevcut azınlık içinde kendi zeminini inşa edebilmiş bir şair. Kemik İnadı’na aldığı şiirlerin tamamına yakın bir çoğunluğunda imgeyi bir materyal gibi değil, bir denge çubuğu olarak kullanıyor. Bu yüzden onun şiiri terazilerin ilminden üstündür. Tartılamaz. Hesap edilemez. Okurun cılız ısrarlarıyla bile kendini hemen belli edebilecek büyüklüktedir.
Yukarıya aldığım iki farklı şiirden iki farklı mısra üzerine bu bahsi biraz genişletmeye çalışayım: Kimse şiirinin ilk dizesi olan bu dizede ne görüyoruz? Bu mısra kitabın başlama mısrasıdır ayrıca. Yani kitabın ilk sözü. İlk selamı. Bu gelişigüzel bir rastlantı değil, aksine güdümlenmiş bir haykırıştır. Ben burada şunu görüyorum: Asuman Susam kendi ruhunun detaylarını yaşadığı hayata yaklaştıramamış/yakıştıramamış bir şair. Dünyaya olan uzaklığı, dünyayla arasına koyduğu/giren mesafe onu bu yola itiyor. Nedir bu yol? Kendisini, inançlarını, mevcut çizgilerini durmadan renk değiştiren ve kandırmada birinci olan insanoğlu arasında zaman zaman kaybetmesi, bu kaybedişin ardından bulmak için inatla yükselmesi. En çok da kimsin dediklerinde tökezlemesi bundan olsa.
Süveyda şiirinde geçen mısraya göz atalım: Burada Susam’ın gizlediği bir şeyler var. Leke sanıyorlar süveydayı; bu, uzun bir oturuştan sonra ayağa kalkan dervişin söylediği ilk söz gibidir. Tökezlerken bunu sayıklar. Dozu aşılmış ve zehre dönmüş bir ecza olan dünyanın ardından bakarken söylediğidir. Diğer yandan bu mısrada, Turgut Uyar’da sık sık gördüğümüz hareket kabiliyetleri de göze çarpıyor. Kitabın bütünündeki esans, fotojenik duruş, ima, biçem gibi unsurları destekleyen bu kabiliyetten şunu anlayabiliriz: Asuman Susam şiirini kurarken zaman zaman anlatıcısı olduğu meselelerin arkasına geçer ve büyük insanlığa birden bire ‘’mırıldanmaya’’ başlar. Bu, savaşı aniden yarıda kesip, kan ter içinde kalmış, güçlü, dev bir aygırın elinde tuttuğu haritayı insanlara göstererek dünyanın esaslarını büyük bir korkuyla ve kısık bir sesle anlatması gibidir. 23 no’lu tramvay şiirinde geçen kendimle yakınlaşmak için geldim en uca, sıcak taş şiirinde geçen bilge değilim/boşuna sözümde durma benim, utanç şiirinde geçen anlatmak bir yarığın su toplaması mısraları bu mırıldanmalara örnektir. Şair umuma açık bir halde böyle parantezler açarak tökezlemenin ardındaki dünyayla ilgili ipuçları verebilir. Evet, yürekli şair Susam.
Arkamızda kaldı kasaba çoktan
kadınlar ve kırmızı sardunyalar
evönlerinin suç ortakları
gagataşları, yıkanmış avlu unutkanlıkları
kahvelerde ahşap iskemleler
dışarlıklı uzak bakışları
okul gönderinde devlet herkes kadar yalnız
caminin elifi; o da uzun bir hikâye
her yerde böyledir Flaubert’den beri
yavaşlığıyla taşra dünyanın yasevi
duvarlara vurulmuş taze kireç
silinmiş sokak mahcubiyetleri
hep tertemiz bir şimdisi olsun istiyor insan
hiçbir yere gecikmemiş, her yere yetişmiş
-ayrılık işretleri III
Burayı atlamak istemem:
Kitapta yer alan bu bölümü kolaylamak istedim fakat olmadı. Bize dinlettiği ritmin doyumsuz güzelliği, yavaşlığıyla taşra dünyanın yasevi derken; yukarıda bahsettiğim imge kullanımı meselesinde yaptığı ustaca vuruş, evönleri, gagataşları, sardunyalar gibi kelime tercihleri beni alıkoydu. Zannediyorum ki burası Melih Cevdet’in dilde aradığı sekansın tam da orta noktası. Asuman Susam denge çubuğunu iyi kuruyor diyebiliriz. Çünkü Melih Cevdet’in azımsanmayacak kadar bazı şiirlerinden çeviri tadı gelir. Sanki başka bir dilde yazılmış da Melih Cevdet onu Türkçeye çevirmiştir. Buna sebep olarak konuşabileceğimiz çok etken var. Bunların sanıyorum ki en temel olanı dildeki bungunluk. Şiirimizin büyük abilerinden olan Anday, bu bungunlukta kendisine bir genişlik buldu ve o genişliği dilin imkanlarını daha da açmak amacıyla iyice büyüttü. Buradan Anday’ın dildeki yabancı benzerliğini bilinçli bir şekilde yürüttüğünü anlayabiliyoruz. Asuman Susam ise bu bungunluğa kapılmadı. Dilini hislerinin ötesine taşımadı. Bu yüzden sahiciliğinden bir şey kaybetmedi. Şairin elbette bu ve buna benzer ödevleri yoktur. Yine de Susam’ın yazdığı büyük şiirler için bu ayrıntıyı atlamak istemedim. Edebiyat tarihimizin belki de en güzel isimli şairi. Dilerim ki inadı sürüp gider.