Kamu kuralları gereği taşınmaz olanın önceliği diğerlerine göre daha da gözden kaçmaz olmasıdır. Yani yönetimlerin büyük anlaşmalar ve ülkenin bütün iç/dış meseleleri haricinde gözden kaçırmak istemediği/istemeyeceği bazı temel iradeler bütünü vardır. Bunların ilki kültürdür. Taşınmaz, değişmez, karalanmaz. Sevk ve idare kapsamında değerlendirilen her şeyin temelinde o toplumun kültürü yatmaktadır. Cezaların çıkış noktaları her ne kadar insan hakları doğrultusunda olsa da , bu hakları oluşturan etkenlerin özgeçmişinde kültürel yapılanmaların olması yadsınır değildir. Milli şölenlerin başlangıç noktaları muhakkak tarih boyu kazanılan zaferlerin müşterek hisleridir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Şöyle toparlayalım: Bir toplumun kamusallaşmasında, devletleşmesinde o toplumu oluşturan geçmişin yazılı olmayan kanunları, yani kültüre dayalı esasları başı çeker. O kültürün üzerine düzenlemeler konur, kanunlar oluşturulur, topraklar çevrilir/ülkeler kurulur, inançlar ve aşklar başlar. Her türlü mağlubiyetten yahut zaferden geriye kalan yine o kültürün saflığıdır. Taşınmaz, değişmez, karalanmaz olması buradan gelir. Meseleye niçin buradan başladım: Sami Uluğ şiirinde bir özkök vardır. Bu özkök doğrultusunda şair kendi düzenini oluştururken, yaşadığı topluma sesleniş amaçlarını bu düzenin bir parçası haline getirir. Söylediği hiçbir şey geçmişinin dışında kalmaz. Yeni’nin gösterişli cazibesine kanmak yerine, o yeniyi geçmişin aynalarında yıkadıktan sonra kendi çağının gereklilikleriyle yoğurur Uluğ. Köklerine ters gelen her türlü söylenceyi, fikri, eylemi sakıncalı bulur. Bu sakıncadan aynı zamanda haz duyacak kadar da tehlikelidir. Büyük insanlığın lehte ortaklaşa kullandığı ne kadar mesele varsa hepsinin çıkış noktası olarak kendini görür. Çünkü O, tarihte insanlığın lehine yapılmış bütün çalışmaların taraftarıdır. Bu sahiplenişin sebebi bununla açıklanabilir. ‘’Liyakat’’ isimli şiirinde -benim hesabımdır iki kere ikinin dört etmesi- mısrasıyla kendini bu konuda ele veriyor. Sami Bey’in şiirindeki bir önemli husus da safdeyiştir. Dolandırmadan, doğrudan, apaçık.
Annem hiç deniz görmeden öldü, hiç!
Üç yanı denizlerle çevrili Türkiye’nin, hiç!
Dağlar denize paralel, şezlonglar dik uzanıyor, hiç!
Gemlik’te kardeşi var, İstanbul’da küçük oğlu, hiç!
Erken rezervasyon, taksitle tatil, her şey dâhil, hiç!
Güneşte D vitamini, romatizmaya iyi gelir, hiç!
Denizde tuzlu su, sahilde kumdan kaleler, hiç!
Önüm arkam elli faktör, üstelik şemsiye var, hiç!
Yıllık izin, annelik izni, mazeret, rapor, hiç!
Çok çalıştık, bunu hak ettik, mevsim yaz, hiç!
Annem kışın huzuruna inanırdı yazları, hep!
Çünkü kışın huzuru yazdan yaza gelirdi, hep!
Yazdan mayalanmış hamur kışın ekşirdi, hep!
Bizi şaşırtıp bir yaz günü öldü annem, hep!
Yukarıya aldığım, Sami Uluğ’un ikinci kitabı Ziyan Bülteni’nde yer alan ‘’Şezlong’’ şiiri. Kendiliğinden bir akışı olan, beklenmedik hamlelerden sıyrılmış, hiçbir iddia makamını umursamadan, kanıt ya da gösteri peşine düşmeden, Türkçenin kudretli ritmini kullanarak kurulmuş bir şiir. Düşüncem odur ki Sami Uluğ sadece bu şiiriyle bile anılmaya hak kazanmıştır. Bunun izahatını şöyle toparlayalım: Mesela Cahit Külebi kendi şiirini kurarken yaşadığı coğrafyayı daima hesabına almıştır. Fakat sıkı sıkıya bağlı olduğu köklerinden doğarak kendisini o köklerle yaşadığı çağ arasında bir kol olarak görüyordu. Bu sebeple dildeki sadeliği yaşadığı dönemi aşamadı. Bu onun şiirdeki ısrarını zedelemiştir. Aynı durum Sami Uluğ’da da geçerli. Bir farkla: Uluğ, şiirini temin ederken bahse konu aldığı meseleleri hep bir tazelikle sunmaya çalışır. Köklerinden edindiği tecrübeyle bugünün anlatımını yaparken daima geleceği de hesaba katarak kurar şiirini. Çünkü şiirin şimdiden geleceğe tutulan bir dil aynası olduğunu bilir. Şezlong şiiri de bu dil aynasının en bariz örneklerindendir.
Başta konuya taşınmaz olanın önceliği diye girmemin sebebi de buydu. Sami Uluğ için özkök taşınmazdır ve bunu öncelemek söz konusu dil aynasında kendini izlemektir. Çünkü o ayna buradan ileriye tutulan bir mercek işlevindedir. Nasıl devletler kurulurken kendi diplerine/köklerine yaslanırlar ve sonrasında belirli aralıklarla elli/yüz yıllık planlamalar yaparlarsa, Sami Uluğ da şiirinin saatini hep geleceğe kurar. Bunu yaparken kullandığı dilden feragat etmemesi gerektiğini de bizlere neredeyse her şiirindeki safdeyişleriyle belli eder. Bu onun geleneğe olan bağlılığını körükörünelikten kurtarır. Şiir tarihimizde birçok kez bu boşlukta kendini yitiren isimle karşılaşmamız mümkündür. Kendi döneminin gerekliliklerini geçmişiyle ters düştüğü gerekçesiyle olduğu gibi yok sayan sanatçıların gözden kaybolması bundan. Gözden kaybolmaktan kastım; diğerlerine göre daha az anılır olmak diyebiliriz. Bunu da belirtmiş olalım.
Özkök, safdeyiş ve Sami Uluğ birlikteliğiyle okuduğumuz şiirlerin devamını diliyorum.