Freud’un Göremediği Rüya, şair Yağız Gönüler’in son şiir kitabı. Güzel bir kitap ismi. İlgi çekici. Şairin bir isteği olan ilgi çekme yönünün belirtisi olabilir. Olmalı da mı? Buna beraber cevap bulabiliriz.
Kitap “Topraktan” adlı şiirle karşılıyor bizleri. Bu başlığı görünce hemen içindekiler bölümüne bakma isteği oluştu bende. İçindekiler bölümü benim için önemlidir. Kitaba bir ön okuma da diyebiliriz.
İlk şiirin başlığı “Topraktan”, son şiirin başlığı “Toprağa”. Bu kapsamda diğer şiirlerin yaşamdan yansımalar olmasını bekleyebiliriz. Ki öyle de; kendi çocukluğundan oğluna, hayatı boyunca okuyup etkilendiği yazarlardan, bakkal Ayten Teyze’ye kadar bir çok şey var hayatından, hayattan. Mesela bunlara şiirlerden birkaç örnek:
Olursa verirsin, olmazsa da sabret derdi
Zaten bugün varız yarın yok kim kalmış ki
İşte bundan annemle çok iyi geçinirdi (Ayten Teyze’nin Bakkaliyesi)
Bir simitçi her vakit gülebilir
Asırlık çeşme önünde tarihe gülebilir
Gün batarken para sayıp selam verebilir
Dönerken ekmeğin yanında susmayı getirir. (Hamur ve Kar)
Bu mont defoluymuş feyza ondan uygun kasada
Bu sokak çıkmazmış bir yere ondan hiç oyun yok (Dinlenirsek Yoruluruz)
Şair, gündüz rüya görendir, şiir gündüz rüyasıdır der Freud. Yani gündüz rüyalanan kişidir şair. Gerçekten de şairimizin şiirleri bir gündüz rüyasını andıran cinsten. Ama aynı zamanda uyanık da. Çünkü Şeref Bilsel’in dediği gibi “Şiirde rüya görebilmek için “uyanık” olmak şart.” Ama hep rüya değil şairin gördüğü, kâbusvari şeyler de var. İmtihan zamanı şiiri buna güzel bir örnek:
Emek can veriyor ey resmi daireler
Madende şantiyede asansör boşluğunda
Evet toplu konutlar birer insan bedenidir
Ama bu coğrafyanın dinamikleri var
Sarsılmaz birikimi inanılmaz mirası
Yeter ki sabredin diyen hocaları
Tasavvuf ve edebiyatı yüksek lisans programı
Beyoğlu’nda dönüyor herif gece yarısı
Türkiye dindarlaşıyor
Ve şunu da eklemeli: rüyalar da kültürün ve coğrafyanın ellerindedir. Bu belki uçuk bir şey ama öyle. Mesela çok eski dönemlerdeki Norveçli savaşçılara anlatılan cehennem, onların rüyalarını süsleyebilir. Çünkü onların en büyük derdi dondurucu soğuk. Oysa cehennem sıcaktır ve orda hiç sönmeyen ateşler yanmaktadır. Bu sebepten diyebiliriz ki tamam gözyaşının rengi herkeste aynıdır ama her çocuk rüyasında kırmızı balon görmez. Bu söylediklerimizin bir başka yansıması ve ifadesidir özellikle “Heidegger Bağdaş Kursaydı” şiiri. Oradan bir kısım:
“bu dünya bir lokmadır, ağzında çiğnenmiş bil”
Yunuz Emre’yi de okuyamadın anca Kant ve Hegel
Ben öyle varlığın öyle zamanın be Heidegger
Zeka küçüktür akıldan, akıl küçüktür gönülden ve gönül küçüktür ruhtan. Bir ruhumuz var onu tanıyalım. Ama Sezai Karakoç’un da ifadelendirdiği gibi “Ruhumuzun sadece akla ve gönle dönük pencerelerinden bakmamız, hayat çelişkilerinin ve trajedisinin altında ezilmemizi önleyemez. Mutlaka, ruhumuzun mutlak’a açılan pencerelerini de görmeliyiz. Vahyi ve ilhamı da görmeliyiz. Hatta, aklı ve gönlü bu iki ilahi ışığın aydınlığında kendi doğal yaşantılarıyla doldurmalı ve dolgunlaştırmalıyız.” Bundan hareketle diyebiliriz ki Freud ilhamı asla inkâr etmez, hatta onunla yaşar ve aklıyla bunu bütünleştirerek hayatını ve hayatları ve hatta rüyaları şekillendirir, yorumlar, açıklar, tanımlar ve daha bir sürü şey. Ama eksikliği belki de vahiy meselesidir. Tabii burada işaret ettiğim vahiy Kur’an’dakiler. Yoksa Freud’un İncil’i büyük bir açlıkla defalarca okuduğu açıkça bilinir. İşte tam da bu ve bunun açılımıdır şairimizin meselesi. Budur Freud’un Göremediği “Rüya” ve aslında kültürüyle, değerleriyle, bilgisiyle, endişesiyle, kavgasıyla, sıkıntısıyla, sevgisiyle, türküsüyle, algısıyla yani her şeyiyle Türkiye’dir. Şöyle ki:
Sevene ne dünya var ne toprak
Buna inanıyorum
Kefa billahi veliyyen ve kefa billahi nasîra
Buna inanıyorum (Toprağa)
Yağmur yere değince tüm şüphem kalkar
Bilinir ki bir toplayıcı var, bir dağıtıcı , bağışlayıcı
Mevsimler değişir ve duygular, insanlar aynı kalır
Ruhlara üflenen bir türküdür yârin en güzelinden (Kopkoyu Bir Rast )
Bunlara ek bir de şiiri yazma eylemi vardır. O okuyucuyu ne derece ilgilendirir buna okuyucu kendi karar verebilir. Ben elimden geldiğince birkaç değini ile konuyu şekillendireceğim.
Bachmann’ın dediği gibi; “Yazma eylemi sırasında anlam taşıyan tek bir çaba vardır: dil için harcanan çaba. Dün , bugün ve yarın, dildedir. Bir yazarın dili kalıcı olmadığın takdirde, söyledikleri de kalıcı olamaz.” Bu genel ifade aslında çok şeydir. Bunu başaran şairlerimiz zaten en bilinenler. Şairimiz de bunun farkındadır şüphesiz. Dilin kalıcılığını şiirlerin gücüne ve etkisine bağlı olarak zaman gösterecektir. Şunu ifade edeyim, güzel şiirler mevcut kitapta. Ama maalesef bir başucu kitabı olacak nitelikte ve etkide değil. Yanılmayı isterim çünkü bu, kitapla ilgili tek önemli olumsuz eleştirim.
“Mısralar duyguların değil, yaşanmış deneyimlerin sonucudur” diyen Rilke ile “Mısra birçok kelimelerden yapılmış, hususi bir dalgalanması olan, tek ve uzun bir kelimedir” diyen Mallarme de şiirin şiir olma yolundaki en önemli ve ilk unsura yani mısraya vurgu yapmışlardır. Bir eserin gerçekten şiir olabilmesi mısraların gücüne, etkisine dayalıdır. Şairimiz bunu bilemektedir ve kendi üslubunu şiirlerine iyi yansıtmayı başarmış güçlü mısralar kurabilmiştir:
Kapı gördükçe hemen gözbebeklerim büyüyor
Şaşırıp kalmak bize artık ne kadar uzak
Belki binlerce at taşırdı kopuzun telleri
Birden içini çekersin ya hani çok sesli
Önce sıkıca tutarsın, kalbe çekersin, bilirim
Bozkırda çocuk olursun kentte yetişkin
Sonra dişlersin ekmeği, okursun şiiri
Türkünün niye başladığı hiç bilinir mi? (Seyreyle Türküyü)
Poe bir makalesinde “Amacım, bir şiirin hiçbir bölümünün rastlantı ya da ilham sonucu oluşmadığını, tersine, matematiksel bir işlem gibi dize dize aynı kesinlik ve mantıkla kurulduğunu göstermektir” der. Şairimizin şiirlerinde bu matematik var, hatta bu şiiri biraz da zorlama şiir potasına itiyor diyebilirim ama Poe’nin dediği kadar uzun boylu değil. Yani rastlantı ya da ilham sonucu oluşmuş olabileceğine kanaat getirdiğim güzel mısralara denk geldim ve sevindim. Çünkü şiir dediğin güzel bir rastlantıdır:
Özgeçmişim istenince çok kırgınım diyorum. (Hekimoğlu Ali Paşa’da Varlık Sancısı)
Bahçeler ararım endişemi gezdirecek (Dünyanın En Endişeli Sancısı)
Çünkü işe giden herkes biraz ödlektir (Uzaklar Her Zaman Gerçek Değildir)
İsmet Özel’in şiir üzerine şu yorumu geldi aklıma son olarak şiirleri okurken:
“Şiir hayatiyeti korumak için ortaya atılır. Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar.”
Bu sebepten şairimizin özellikle Ayşe Teyze’nin Bakkaliyesi, Freud’un Göremediği Rüya, İmtihan Zamanı, Dinlenirsek Yoruluruz şiirlerini tanıdım ve sevdim. “Şiiri tanımak ve sevmek başlı başına iştir çünkü…”