Adını unutan bir âşıktan başka bildiğim yoktur
Sesim ateşin içinden sessizlikle yankılanır.
Hayrettin Orhanoğlu’nun “Mutsuzluk Komedyası” adlı yeni kitabı çıktı, Çıra Edebiyat Yayınları’ndan. Bir şiir kitabı. Onun bu kitabını okurken çok yönlü bir edebiyatçının kitabını okuyor olduğumuzu anlıyoruz. Nitekim Orhanoğlu’nun şair kimliğinin yanında romancı, denemeci, eleştirmen, tiyatrocu ve akademisyen kimlikleri de var. Bu çok yönlülük şiirlerine de yansıyor. Kitap bir şiir kitabı olmasına rağmen şiir formatında bir tiyatro metni görünümüne de sahip. Ve bütünlüklü bir eser; yani şairimiz kitabını oluştururken bir çok ayrı şiirleri bir araya getirerek oluşturmuyor eserini. Bir konu ve amaç çerçevesinde birbirini tamamlayan, birbiri ile alakadar olan şiirleri okuyoruz. Yani diyebiliriz ki ayrı ayrı eser oluşturmaktan çok tek bir kitap oluşturma gayesi güdülmüş.
“Şeytanın Ağıdı” kısmında bahsettiğimiz tiyotrovari yapı daha da dikkat çekiyor. O kısımdaki oyuncular şöyle açıklanmış:
Şeytan : Ebedî mahkûm.
Zaman : Hem burada hem hiç bir yerdedir.
Bekleyiş : Hep bakış denizinin kıyısında gezinir.
Uzaklık : Aynada hiç kendini tanımayan biridir.
Hırs : Her kelimede bir başka gözlük takar.
İrade: : Yürek cebinde kurşundan bir saat taşır.
Kuşku : Kendi suskunluğuna bile bir yabancı gibi
bakar.
Unutuş : Belleğin uykusuz düşüdür.
Hatırlayış : Her kapının ardındaki mutlu gülümseyiştir.
Acı : Yurdu unutuş ırmağının en uzak köprüsüdür.
Korku : Her sözü yanlış anlamanın öteki yüzüdür.
Düş : Asıl hayat rolüne alışmıştır.
Yenilgi : En güzel şiirleri yazan o değilmiş gibi
mahzundur.
Sabırsızlık : Henüz düşlerinin ülkesine varmış biri değildir.
Işte burdaki ifadeler ve açıklamalar önemli. Çünkü kitap boyunca bu kavramlara çok rastlıyoruz ve her rastladığımızda şiirde oluşan anlamının yanında bu açıklamalara tekrar bakma gereksinimi duyuyoruz. Bu bölüm sanki kitap boyunca yanımızda bulundurduğumuz bir sözlük.
Sözün kıymetini bilen bir şairle karşı karşıyayız.“Diğer türlüsü mümkün müdür?“ diye de sorulabilir, yani “sözün kıymetini bilmeyen şair de mi olurmuş?“ diye bir soru oluşuyordur akıllarımızda. Malesef diye cevaplayıp geçiştirelim bu konuyu ve kitabımıza geri dönelim:
Bakışların suskunluğundan dem vuruyordu durmadan
Çünkü boşluğa göre yanılmak bir erdemdir
Nereye baksanız bir şeyler görüyorsunuz gibidir
Hiçliği bulursunuz en kuytu aynalarınızda
Karanlıkta olduğu gibi ateşte de bir erdem vardır
Anlatamamaktan daha çıkmaz bir yol olamaz diye
düşünüyorsunuz
Böylesi daha iyi deyip kenara çekilme ihtimaliniz de
yok doğrusu
Münacaat şiirinin bu mısraları ile kafamız biraz karışıyor, bizi uysallaştırmayan, dikkatimizi isteyen şiirlerle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bu yapı, üslup güzel doğrusu. Esere bizi dahil etmekte şair. Bizimle konuşmakta. Bir anlatacağı var ve bize dinletme derdinde.
“Sözü yazmak“ deyimleşmeli şairler için. Ve yazdıklarına bakılmalı, gerçekte (aslında) yazdıkları ne diye. Söz mü yoksa süs mü? “Sözü yazmak kimsenin harcı değil“ diyor “Yalnız Şiir“ kitabında Şeref Bilsel. Ve Adonis‘in şu sözünü ekliyor: “Çünkü tanrı hiç yazmamıştır. Yalnızca söylemiştir.“ Evet, tanrı söylemiştir ve şairimiz yazıyor. Sadece kendisi ile yazmıyor üstelik. Peygamberlerle, insanlığın yaşadıkları ile, bu dünya ile hatta tanrı ile, hatta şeytan ile… Tüm bir geleneği, insanın varoluş tarihini ve insanın hala nasıl var olduğunu okuyoruz. Bunun için burada kitaptan örnekler vermeyeceğiz. Sadece şu başlıkları dikkat çekebiliriz:
Münacaat, Yazgının Seyri, Şeytanın Aynasındaki İnsan, Boşluğun Kadim Devinimi Üzerine Sonsuz Yankılar, Var Olmanın İhtimalleri, Şeytanın Avuntusu, Acının Gölgeleri, Yakarış Günü, Gül ve Kül, Şahmeran Rüyaları, Tesadüf ve Kader…
Kitapta şiirler arasında hep bahsettiğimiz tiyatro metinleri olan piyeslerde gördüğümüz „koro“ lar da yer almakta. Ama yine şiir formatında. Bu korolar; bekleyişler, uzaklık, irade, hırs , kuşku, unutuş, acı, korku, düş gibi kısımlar ile birlikte kitaptaki önemli taşıyıcı güçlerden. Hatta diyebiliriz ki o da diğer andığımız kavramlar gibi bir kişilik, bir ses sahibi. Yani bu tek perdelik oyunun önemli bir parçası.
Ayrıca şiirler arasında böyle düz cümleler halinde bir açıklama bulunmakta:
(Karanlığın ateşle aydınlandığı bir yokluk sahnesinde
her şey kendi sancısının peşindeyken ebedî kaygılar sürekli
tekrarlanıp durmaktadır. Her an yeniden oluşun hikmetince
acılar da perdede bir öncekinden farklı çehresiyle ama
aynı kaygılarla devam etmektedir. Işık, yoklukta dağılıp gittiğinden
yüzlerin gerginliği görülememekte ama kelimelerin
ağırlığından hissedilmektedir. Şeytanın da evvelinde her
şey hiçbir şey olarak vardır henüz.) Metnin bahsettiğimiz bütünlüğü daha da yoğunlaşmakta böylece, somut bir zemine oturmakta. Arka fon daha net hissedilmekte.
İsmet Özel , “Şairin bilgisi onun ait olduğu halkın neyi olduğuyla ilgilidir . Şair içinde yer aldığı halkın neyidir? Bu soruyu şairin tek başına cevaplaması gerek.“ diyor. Bu kitaptan hareketle bize göre şairimiz tanrının „kul“u, halkın „insan“ıdır. Ve bitmiyor; bunlara bir de yazma ekleniyor ve sonuç olarak şairimiz için, kul olan insanın sözü yazan hali diyebiliriz. Bu basit bir durum değil.
Ve kitap bitiyor:
KORO
Kimdir?
Kelimelerden daha hafif acıyı
Varacağı yerde unutacak yolcu…
Kulak versin
Şarkı bitiyor…
Şarkı bitiyor…
Şarkı bitiyo
Not: Sizlere kitaptan mısralar sunmadık çünkü şiirlerin kendi içinde ve yine kitap bünyesindeki bütünlüklü yapıları, birbirine eklemli olmaları sözleri bölmemizin anlamsız olacağını düşündürttü. Kitabı okumaya başlayınca ne demek istediğimizi anlayacağınızdan hiç şüphemiz yok. Bu şu da demek oluyor: lütfen bu kitabı okuyun..