Belma Fırat ile ilk romanı Sözleşme odağında yapmış olduğum söyleşi insan yaşamının toplumsal adaleti nasıl sağladığı, sonrasında sonuç olarak ne hale getirdiği, yarattığı sorunlar üzerinden nasıl çözümler aradığı ve daha da önemlisi tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda nasıl çözümler getirmesi gerektiği üzerine gerçekleşti. Sözleşmeleri nasıl yapılandırıyor sonuç olarak bu sözleşmelerin ne kadarına uyuyoruz?
Belma Fırat ile gerçekleştirdiğim söyleşi için buyurun lütfen.
Aynur Kulak: ODTÜ Ekonomi Bölümü mezunusunuz ve ilk yüksek lisansınızı yine ekonomi üzerine, ikincisini ise felsefe üzerine yapıyorsunuz. İlk soru itibariyle edebiyatın hayatınızdaki kapsama alanının sizin için önemi nedir diye sormak isterim. Eğitiminizde iki disiplin mevzu bahis fakat varılan nokta hep edebiyat.
Aynur Kulak: Sözleşme, serbest felsefi kurmaca türünde kaleme aldığınız ilk romanınız. Sözleşme romanınız öncesi yayınlanan üç öykü kitabınız da var. Sözleşme’nin yolculuğu -bir roman yazma fikri olarak- ne zaman başladı?
Belma Fırat: Bir roman fikri olarak Sözleşme’nin zihnimde belirmesi öykülerimden öncedir. Felsefe yüksek lisans eğitimim sırasında Kant’ın etik felsefesi ile karşılaşmamın ertesinde diyebilirim. Romanda bolca gönderme yaptığım John Rawls’ın adalet teorisinin Kant’ın felsefesi ile ilişkisini keşfettiğimde bu iki düşünürü buluşturan bir bilimkurgu roman yazma fikri oluşmuştu bende. Ancak tür olarak öyküye yöneldiğimden bu romanı yazmayı uzun yıllar erteledim. Öykü şekline yazmayı düşündüğüm dönemler de oldu fakat bu şekilde meseleyi istediğim ölçülerde ele alamayacağımı fark ettim. İçerik biçimin nasıl olması gerektiğini de belirliyor çoğu zaman. Bu nedenle Sözleşme’yi bir roman olarak kurguladım ve mecburen öykü türünün gerektirdiği minimal yapının yerine anlatan bir metin çıktı ortaya. Yine de elimden geldiği kadar romanın sorunsalının dışına taşan hiçbir unsura yer vermemeye, öykünün eksilterek anlatan tarzına bağlı kalmaya çalıştım.
Aynur Kulak: Roman, Dünya-dışı varlıkların bir raporu ile açılıyor ve bu rapor bir öneri ile noktalanıyor. Bu rapor neyi içeriyor Belma Hanım? Bu raporda şu dikkatimi çekti: “…, Sözleşme isimli bu yarım romanın otobiyografik nitelikler taşıdığı kuvvetle muhtemel gözüküyor.” Öneri ile noktalanan “yarı roman” ve “otobiyografik” özelliklerine dikkat çekilen bir raporla romana başlamayı neden tercih ettiniz?
Belma Fırat: Yaşanan bir nükleer savaşın ertesinde Dünya-dışı varlıkların Dünya’da yaptıkları araştırmalara dair bir rapor bu. Raporda incelemeler sırasında ele geçen bir yarım romandan söz ediliyor. Bu yarım romanın otobiyografik unsurlar içerdiğinin anlaşılması üzerine, Dünya’da yaşanan felaketin sebeplerine ışık tutabileceği düşünülüyor ve bu nedenle arşive alınması öneriliyor. Neden böyle bir giriş olduğu sorusuna şöyle yanıt verebilirim: Bu giriş aslında bir nevi gerekçe metni. Dünya’da yaşam çok sınırlı sayıda bitki ve hayvan türleri dışında yok olmuş ama neden? Bunu anlatmak için bir buluntu, yarım kalmış bir roman devreye giriyor kurguda.
Aynur Kulak: Sözleşme’nin “Ah! Hayat…” ile başlayan giriş cümlesi; toplumsal yaşantımız ile ilgili algılarımızın nasıl oluştuğuna dair bir vurgu olmanın yanı sıra, romanın diğerlerine kıyasla en can alıcı karakterini niteliyor aslında. Okumaya devam ettikçe anlıyoruz ki toplum içerisinde kültürden, ekonomiden, siyasi görüşlerden ve toplumsal cinsiyetlerden doğan farklara, zıtlıklara hatta benzerliklere işaret ediliyor. “Ah! Hayat…” vurgusu üzerinden topluma dair ne kadar sözleşme varsa temel izlekleri belirtilmiş oluyor aslında ne dersiniz?
Belma Fırat: Romanda karakterlerin isimlerini alegorik bir tarzda belirledim. Bu bağlamda evet, Hayat sözcüğü sorunuzda vurguladığınız gibi bir yandan karakterin ismi ancak bir yandan da hayatımızla, hayatlarımızla ne yaptığımıza gönderme içeriyor. Bu nedenle Hayat sözcüğünü özel isim olarak kullandığım ve büyük harfle yazdığım birçok yerde kesme işaretini kullanmamayı tercih ederek geçirgenliği korumaya çalıştım. Hayat karakteri hem çeşitli ayrımları bulandırıyor hem de yer yer krize sokuyor fakat hayatın kendisi de böyle zaten. Farkların, zıtlıkların birçok zaman bizim zihnimizde teşekkül ettiğini ve bunu hayata dayatmaya kalktığımızda birçok çelişki ürettiğimizi fark etmemiz gerekiyor. İnsanı sınıflara, cinsiyetlerine göre ayırıyoruz, çitler çekerek diğer canlılarla paylaştığımız dünyayı parselliyoruz. Hayat’ı, tüm bunlara karşı hem varoluş tarzı hem de yaptığı seçimlerle direnen bir karakter olarak kurgulamaya çalıştım.
Aynur Kulak: Sözleşme’nin dört karakteri; Hayat, Özgür, Cihan ve Eylem. Dört karakterin düşünce ve inanç özgürlüğü, toplumsal cinsiyet, özel mülkiyet ve tüm bunları felsefi bakışla yorumlama meseleleri, bu süreçte algılarının toplum tarafından nasıl manipüle edildiği; ayrıca birbirlerini nasıl manipüle ettikleri, bir yıkıma nasıl sürüklendikleri ve sözleşme aktinden ziyade romanın “düşünen varlık” olarak insan varlığına yaptığı vurguyu manipülasyon kavramı üzerinden konuşmak isterim sizinle.
Belma Fırat: Hakikatin ciddi biçimde manipüle edildiği ve bu manipülasyonu post-truth/ hakikat sonrası şeklinde adlandırdığımız bir çağda yaşıyoruz. Hakikat muktedirler tarafından hem çeşitli söylem rejimleriyle manipüle edilerek araçsallaştırılıyor hem de bir zihniyet olarak araçsallaştırmanın kendisi amaca ulaşmakta meşru ve dahası zorunlu bir yöntemmiş gibi sunuluyor. Öte yandan, insanlar zaman zaman bambaşka düşünce süreçlerinden geçerek aynı sonuçta birleşebiliyorlar. Düşünme sürecini ihmal edip sonuca atlayarak uzlaşmaya varıldığı şeklinde bir kolaycılığa kapılabiliyoruz. Sonuçtan ziyade sürece odaklanmamız gereken durumlar olabileceğini göz ardı ediyoruz ve bunun sonucunda kendimizi manipüle edilmiş hissedebiliyoruz. Kişisel ilişkilerimizde de, en yakınlarımızı zaman zaman bile isteye manipüle ederek kendilerinden şüphe eder hale getirebiliyoruz. Sözümüzü kanun kılacak tarzda bir etik tutum sergilemekte zorlanabiliyoruz. Romanda, hem olay akışı hem de karakterlerin tutumları üzerinden bu mevzular üzerine düşünmeye çalıştım.
Aynur Kulak: Sözleşme’nin iki kadını Hayat ve Eylem’den bahsetmek isterim. Hayat, toplumsal cinsiyet rolüyle, Eylem ise hayatı, yaşamı, seçimlerimizi yorumlayan felsefi/sosyolojik görüşleriyle karşımıza çıkıyor. Kadının toplumsal rolüne dair anlayışı sözleşme üzerinden düşünürsek, kadınların sözleşmedeki yerleri değişmeye başladı mı Belma Hanım? Hayat, yaşadığı zorluklara rağmen varoluşunu olumlamayı başarmış bir karakter ve buradan baktığımızda değişiyor sanırım, ne dersiniz?
Belma Fırat: Hayat ve Eylem’i toplumsal cinsiyeti farklı bakımlardan sorgulayan ancak bir yandan da birbirlerini tamamlayan bir tarzda kurgulamaya çalıştım. Hem toplumsal cinsiyet hem de cinsel yönelimleri bakımından dayatılan kalıpları sorgulayan bir varoluş sergileyen iki karakterden Hayat, bunu öznel deneyimi ve hayatın içinde birebir karşılaştığı zorluk ve engellemeler üzerinden gündeme getiriyor. Eylem ise, özellikle eşitlik ve adalet üzerine felsefi kavramlar üreterek insanlığın birikimine önemli katkılarda bulunan düşünürlerin, ataerkil zihniyetin yerleşmesindeki payını gündeme getiriyor. Gündelik yaşamımızda feminizmin yükselişini görmek; kadınların kendi yaşamları üzerindeki söz haklarına sahip çıkmak için hem eylemleriyle hem de entelektüel birikimlerine yaslanarak harekete geçtiklerini görmek ve bunun bir parçası olmak beni umutlandırıyor.
Aynur Kulak: Sözleşme’nin erkekleri; Cihan ve Özgür. Bulundukları noktaya gelmek için bir savaş vermişler ve birbirleriyle olan tartışmalarını da bir savaş halinde sürdürüyorlar hep. Erkekler hep savaş halindeler; ne dersiniz? Ve Özgür’ün Eylem’le ilişkisi, Cihan’ın Hayat’la olan ilişkisi; bu eşleşmeler yani, toplumsal sözleşmedeki mücadeleler adına bilinçli bir eşleşme yapmışsınız gibi geldi bana, ne dersiniz?
Belma Fırat: Erkeklerin kendilerini hep bir savaş halinde bulmalarının nedenlerini ataerkil kültürün erkek ve kadın özneleri kurma tarzında aramak gerektiğini düşünüyorum. Ataerkil zihniyet, tarihsel olarak erkeğin ve kadının doğasına atfettiği ikilikler aracılığıyla, kadınları ve erkekleri belirli özne konumlarını doldurmaya davet etmiş; toplumsal olarak yarattığı ödül/ceza mekanizmalarıyla bu özne konumlarını pekiştirmiştir. Böylelikle “makbul erkeklik”, akıl sahibi olmak, cesaret, liderlik, tuttuğunu koparmak gibi değerlerin benimsenmesini ve buna uygun davranış kalıplarını sergilemeyi dikte ederken; bu değerlerin zıt kutbunu temsil eden “makbul kadınlık”; duygusallık, itaatkârlık, merhamet, saflık ve benzeri kıstaslara uygun tutum ve davranışların sergilenmesi üzerine bina edilmiştir. Erkekleri sıklıkla kavga halinde görmemiz ve yazmamız bundan. Nitekim Özgür ve Cihan sürekli kavga ederken Eylem, -daha sonra bir değişim/dönüşüm yoluna girmekle birlikte- özellikle başlangıçta hep bir denge, uyum arayışı içinde ve herkesi yatıştırma derdinde. Öyle ki hiç anne olmadığı halde içinden anne sesini bulmaya kalkacak kadar ileri gidebiliyor bu konuda. Öte yandan bir kadın olarak Hayat’ı, bu ikili karşıtlıkları bulandıran, krize sokan bir karakter olarak kurguladım. Romandaki Hayat-Cihan, Eylem-Özgür eşleşmesi bilinçli bir tercihti. Aklın otoritesine güçlü bir biçimde yaslanan modernizmin giderek derinleştirdiği zihin/beden ayrışmasına atıfla Hayat ve Cihan, bedensel varoluşları, tutkuları, hazları, aşkı yaşama tarzları, toplumsal değişime ilişkin hedeflerini acil olarak hayata geçirme arzularıyla öne çıkarken; Eylem ve Özgür entelektüel uyumu temsil ediyorlar. Hedefledikleri sonuca bir an önce varmak yerine kendilerini sürece bırakmayı, enine boyuna irdelemeyi, gerekirse yaşantıyı ertelemeyi benimsiyor; aşka ödev ve saygı gibi kavramları dâhil eden bir tavır benimsiyorlar.
Aynur Kulak: Roman boyunca felsefe ağır basıyor; Kant’tan ve Rawls’dan bahsediliyor. Sözleşme’nin değindiği noktalar açısından bu iki düşünürü neredeyse birer karakter gibi ön plana çıkardığınız dikkatimi çekti. Neden Rawls ve Kant’ı seçtiniz? Biraz daha açarsam; “kökensel sözleşme” den bahsediliyor mesela. Bu konu bağlamında da yanıtlarsanız sevinirim.
Belma Fırat: Kant’a göre kökensel sözleşme halkın birleşmiş iradesinden doğan bir uzlaşım ilkesidir. Halkın birleşmiş iradesini uygulamaya geçirmenin mümkün olmadığı göz önünde bulundurulursa; kökensel sözleşme hipotetiktir, aklın bir idesidir. Diğer bir deyişle, aklın adalet üzerine düşünmesi için bir ölçüt, neyin adil olup neyin adil olmadığını yargılamak için kriter kabul edeceğimiz bir varsayım, eleştirel bakış açımızı oluşturmak için başvurduğumuz çıkış noktamızdır. Rawls ise toplumsal sözleşmenin başlangıç koşullarını sorunsallaştıran bir filozof. Adil bir toplum sözleşmesi yapabilmek için başlangıç koşullarının eşitlenmesi gerektiğini düşünür. Örneğin özel mülkiyet araçlarına sahip bir müteşebbis ile sadece emeğini satan bir işçinin sözleşmenin tarafları olarak eşit koşullara sahip olmadığı açıktır. Sözleşmede herkesin kendi avantajını gözetecek şekilde pozisyon alacağını düşünmek yanlış olmayacaktır. Rawls bu noktada herkesin başlangıç koşulunu eşitlemek için, hiç kimsenin başlangıç durumunu, toplumsal matristeki yerinin ne olduğunu bilmediğini varsaydığımız bir düşünce deneyi; cehalet peçesi ya da bilgisizlik perdesi olarak adlandırdığı hipotetik bir koşul öne sürüyor. Dahası Rawls, adalet peçesinin, Kant’ın ahlak felsefesinin uygulanmasının zemini olarak görülebileceğini ifade ediyor. Sözleşme’yi yazarken; evrenselleştirilebilirlik, insanı amaç olarak görmek, yasaya saygı, özgürlük gibi önemli kavramlar içeren Kant’ın ahlak felsefesini, yukarıda özetlediğimi iki hipotetik koşul ve bir bilimsel buluş ile ilişkilendirerek; cehalet peçesini mümkün kılan koşullardan adil bir kökensel sözleşme yapma imkânı doğar mıydı sorusundan hareket ettim.
Aynur Kulak: Sözleşme’nin bilimkurgu tarafından söz etmeden bitirmek istemem. Özellikle romanın rapor kısımlarında bu bilim kurgusal yapının ön plana çıktığı dikkatimi çekti. Sözleşmeler artık bilim kurgusal dünya düzeni gözetilerek ortaya çıkacak ve yapılandırılacak sanki ne dersiniz?
Belma Fırat: Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, bilimkurgunun, uzak bir geleceğin konusu olduğunu düşündüğümüz birçok mevzuyu gündeme getirecek, getiriyor. Zamyatin’in Biz ya da Orwell’in 1984’ü bize hiç de uzak değil. Bunu elbette sadece distopyalar çerçevesinde düşünmek durumunda değiliz. Bilimsel bir buluşun daha adil bir sözleşmeyi mümkün kıldığı bir dünya hayal edebiliriz. Bu en başta etik bir problem. Romanın rapor bölümünde kısaca gündeme getirdiğim gibi, insanlık bilimsel ve entelektüel birikimiyle ne yapıyor, bunları hangi amaçlarla kullanıyor. Eğilmemiz gereken asıl mesele bu. Etiğin Antik Yunan’dan bugüne sorduğu sorular halen geçerliliğini koruyor. O nedenle, devasa buluşlarla, başımızı döndüren bir hızla, durduğumuz yerden daha şimdiden bize bilimkurgu gibi görünmeye başlayan dünya düzeni varoluşumuzdan bu yana irdelediğimiz soruları farklı bakış açılarıyla, derinleşerek sormaya devam etmemizi bir mecburiyet haline getiriyor.
Aynur Kulak: Son olarak tüm sözleşmelerin yeniden ele alındığı veya sıfırlandığı bir pandemi süreci hâlâ devam ediyor. Tam azalıyor vakalar derken yeniden artıyor ve “eski normale” dönmekten ziyade yeniyi kabul etme yönüne gitmemizin gereklilikleri oluşuyor. Bu bağlamda nasıl değişimler bekliyor insanlığı sizce ve edebiyatı?