“Hepimiz canlının canlılık halini yitirdiği an yaratanı bir şekilde idrak ediyoruz ama tüm inanma ve kabullerimize rağmen insanoğlunun bu dünyada kurduğu tüm düzenler yaradılışın kanunlarını bozmak yahut altüst etmek üzerine…”
Berat Korkmaz: Ahmet Şen şiirleriyle ilk kez karşılaşan birisi olarak öncelikle kitabınızı yürekten tebrik ediyor ve kitabın hedeflediğiniz kitleye ulaşmasını diliyorum.
Şöyle başlamak istiyorum, şiirlerinizde mesleğinizin etkilerini çok sık görüyoruz.
Örneğin sayfa 16’da: “Aramıza çanta koyalım kışı içimize attığımız anlaşılmasın uzat kollarını.”
Sayfa 67’de: “Okul kapısında unutulmuş çocukluk izi.”
Ve daha bu minvalde birçok örnek verilebilir. Merak ettiğim nokta ise şurası: Ahmet Şen, şiirlerini oluştururken bilinçli olarak mı mesleğini işin içine katıyor yoksa tüm bunlar istemsiz gelişen ve bilinçaltınızda yer ettiği için şiire yansıyan birer kavram mıdır? Eğitimin, okulun, çocukların yeri bir öğretmen olarak nedir sizin şiirlerinizde?
Berat Korkmaz: En çok şunu merak ediyorum: Çok durgun bir Patrona Halil nasıl bakar aynaya?
Ahmet Şen: Evet, aslına bakarsanız onu ben de merak ediyorum. Tersten düşünelim mi? Resmi tarihten edindiğimiz bilgiler sonucu bizde oluşan menfi ya da müspet ön yargılar mevcuttur ister istemez. Şimdi tam formunda, işlerin tam istediği şekliyle gittiği bir Patrona Halil baksın aynada kendine… Onu nasıl tasavvur edelim. Artık bir inisiyatif sahibi olarak şöyle gururla sıkılmış ellerine bakarken, sahnedekileri yerinden oynatan ellerine… Değil mi? Yukardan aşağıya gurur kim bilir belki de kibir. Öyleyse “Çok durgun bir Patrona Halil” bence içindeki isyanı yitirmiş her şeyden önce, onu ayakta tutacak itkiyi ve manayı kaybetmiş, yangını birdenbire sönmüş biri olarak bakar aynaya…
Berat Korkmaz: Ahmet Şen şiirleri ilk izlenim olarak eski ile yeninin birleşimini çağrıştırdı bende. Bir kolaj şiiri diyebiliriz buna. Örneğin bir şiirinizin ismi “Ashab-ı Kehf İçin Durum Güncellemesi” hem ashab-ı kehf hem durum güncellemesi… veya aynı şiirin içerisinde; kat kamedüssela, menfez, yadırgı geçerken sonu karekod ile bitiyor. Şiiri bu şekilde bezemek sizce de zor değil mi? Eskiden kopmamak ama yeniye de merdiven dayamak denilebilir mi buna? Siz ne söylemek istersiniz bu konuda?
Ahmet Şen: Ne olur o tabiri kullanmasak… Kolaj Şiiri… Beni sendeletiyor inanın. Çünkü bu açıkça ve bilinçle tercih edilmiş bir tekniği vurgular bana göre. Bense hiç bilinçli bir teknikle şiire koyulmam. Hatta uzak dururum bile diyebilirim. Çünkü bu bilerek estetik kaygıların davet edilmesi anlamına gelir. Bense şiiri sırf bir güzellik unsuru olarak görmem. O benim için bir kaçıştır… Aklın tutsaklığından kalbin özgürlüğüne… Eski ve yeni olanın şiirde bir arada tezahür etmesi aslında daha çok içinde bulunduğum kuşakla birlikte değerlendirilebilir sanıyorum. 1980 sonrası kuşak okul, aile gibi tüm çevresel açılardan daha içine dönük, baskılanmış ve sindirilmiş olarak yetiştirildi. 90’lı yılların ekonomik güçlükleri, taşranın yoksunlukları üzerine inşa edilen bir gençlikten sonra 2000’li yılların birdenbire hayatımıza getirdiği teknolojik cihaz ve onların kavramlarıyla dilimize ve yaşamımıza giren yeni sözcükler. Tabii ki bu süreçte yapılagelen okumaların kişiye sağladığı zenginlikle ilgili kısım da göz ardı edilmemelidir. Sanırım bu söylediğime kırk yaş üstü herkes katılacaktır. Bizim kuşak bir geçiş olarak eski ve yeniyi birlikte kavrama şansına ya da şansızlığına yakalandı diyebiliriz. Buna gelecek olan ve göreceğimizi umduğumuz önümüzdeki yirmi yılı da dahil edecek olursak kim bilir daha neler yaşayacak nelere birlikte tanık olacağız. Şöyle de diyebiliriz daha neleri birlikte ve bir arada kavramak imkanına sahip olacağız… Ama ben şiirimin kendiliğinden böyle kurulmasını ya da bezenmesini seviyorum. Esasen yeniye değil siz gençlerin ufkuna merdiven dayamış olmuyor muyum böylece.
Berat Korkmaz: Şairler genel olarak şiirini açıklamak istemez ancak benim özel bir merakım var. Aşk neden iki nokta arasında ve neden en sonunda sinyali kaybediyoruz?
Ahmet Şen: Şimdi sizinle ilk kitabımda yer alan “Çare” isimli kısa bir şiirimi paylaşmak isterim. Şöyle ki; “Dedim/ Yaradana değil fakat/ Yaradılışa düşman oldu insan/ Dedi/ Aşka ne bundan/ Başka ne var aşktan.” Bahsettiğiniz dizenin tamamı ise şöyle: “Ölünün üstüne konulmuş bıçak Nokta Aşk Nokta No Signal” Ne kadar zor bir soru sorduğunuz farkında mısınız? Bir şiiri başka bir şiirle izah etmeye çalışıyorum. Hepimiz canlının canlılık halini yitirdiği an yaratanı bir şekilde idrak ediyoruz ama tüm inanma ve kabullerimize rağmen insanoğlunun bu dünyada kurduğu tüm düzenler yaradılışın kanunlarını bozmak yahut altüst etmek üzerine… İşte size maddi bir düzen arayışıyla birlikte gelen ruhani bir kaos hali. Birinci nokta canlılığın fiziksel olarak sona erişi. Aşk bir sütun harici bir kanal. İkinci nokta insanın hayret edişi. Sinyal kaybolmasın da daha ne olsun Berat.
Berat Korkmaz: Edebiyatımızda peygamberlerimiz üzerine çok şeyler yazılıp çizilmiştir. Mesela Asaf Halet’in, “İbrahim gönlümü put sanıp da kıran kim”
İsmet Özel’in
“İsa golgotaya çıkıp tökezlemeden önce
Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim”
Bu örnekler çok daha arttırılabilir. Ahmet Şen şiirlerinde de peygamber isimlerine -benim gözüme çarpanlar: İsa, Musa, İbrahim, Eyüp, Nuh- sık sık rastlıyoruz. Neden eski-yeni şiirlerimizin büyük bir bölümünde hep buralarda geziyoruz? Burayı bir sığınak olarak görüp şiire mi taşıyoruz? Yoksa başka bir sebebi var mıdır?
Ahmet Şen: Doğru. Tarih ve onun mitolojik kaynaklarının yeri geldikçe soyut bir durumu bazen daha soyut kılmak ya da somut bir duygu haline getirmek için çorbada tuz misali şiire misafir olması çok doğaldır. Bu dediğiniz gibi sığınma amacıyla olabileceği gibi çıkış noktası yakalamak için de olabilir. Benim şiirimdekiler de öyledir. Ve biliyor musunuz böylesi şiir daha çok ilgimi çeker daha yakın hissederim kendimi. Doğulu olmamızdan dem vururum hep ona bağlarım. Öyle çok büyük usta kalemine saygı duyduğum şairlerin şiirlerinde yunan tanrısı veya yunan mitolojisine ait bir figür gördüğüm zaman kırılırım. Sayfayı çeviririm hemen. Açıkçası hiç hoşlanmam bundan. Kendi sahamızın tarihi ve mitolojisi bize yeter de artar diye düşünürüm hep. Ve bu sahayı her gün yeniden okuyarak tekrar keşfedebiliriz inanın. Peygamberler tarihi de kıssalar da öyle bence…
Berat Korkmaz: Es geçmek istemediğim bir yer de şiirinizdeki ironi. Örneğin bir yerde Allah’ı çok seviyorsunuz ama bir yandan da lütfen tazminatım yanmasın diyorsunuz. Bir başka yerde şeytana ifade tutanağı imzalatıyorsunuz. Tüm bunların yanında sizin şiirinizdeki ironi alışılagelmiş bir ironi değil, arabesk bir ironi. Şiir içinde tebessüm oluşturmakla beraber genel atmosferin melankolisi altında kalıyor. Bu konu hakkında siz ne söylemek istersiniz?
Ahmet Şen: Bu konuda tam üstüne bastınız diyebilirim. Melankoli benim kıyafetim gibidir. Arabesk tespiti de çok yerinde o da mı doğululukla ilgili yoksa gençken dinlediğimiz şarkılar mı, izlediğimiz sinema filmleri mi bizi bu hale getirdi. Hani şu acıya talip oluş hali, kederi usulca yükleniş biçimi… Belki Karadeniz coğrafyasının bu halde etkisi vardır diye düşünüyorum. Çünkü benim kendimi okuma ve yazma açısından en verimli hissettiğim zaman dilimleri böyle kapalı hep yağmurlu dönemlerdir.
Berat Korkmaz: Horanta’da beni en çok neresi, hangi dize etkiledi diye sorarsanız şunu söylerdim: “Sayısız gökyüzün vardı bir uçurtmalık yerim olmadı” Biraz bu dize hakkında konuşabilir miyiz? Nasıl duygularla, neden yazıldı?
Berat Korkmaz: Şair, şairden etkilenir. Bu elbette kaçınılmazdır. Ben de çoğu zaman bu gözle bakarım yeni bir kitaba başladığımda. Başka bir şairden bir şiir bir dize ararım kitapta. Horanta’da şuna denk geldim:
“içimde
bir yeni gün gibidir seni sevmek”
Yine Nazım Hikmet’in Piraye’ye Mektuplar’ında:
“İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti”
Buradan yola çıkarak Ahmet Şen kimleri okur, kimlerin inatla peşinden gider ve elbette etkilendim dediğiniz şair/ler var mıdır?
Ahmet Şen: Elbette çok haklısınız. Bunun aksini iddia etmem mümkün değil. “Noktürn” şiiri son gençlik yıllarımın son romantik son lirik şiiri. Bu kitapta yer alıyor olması bana gençliğimden göz kırpıyor olması nedeniyledir. İlk şiir kitabım “Angı” ismiyle müsemma bir kitaptır benim için. Öyle sessiz öyle iddiasız… Kaybolmalarından korktuğum gençlik şiirlerini bir araya topladığım gösterişsiz bir eser. Elbette inkâr edilmez bir Nazım Hikmet, Orhan Veli, Özdemir Asaf etkisi mevcuttur. Ha bir de Attila İlhan… Sonra sizlerin de şikâyet ettiği üzere yolumu kesen dinozorlar nedeniyle şiire uzun bir ara veriş. “Horanta” benim için yeni bir niyet edişin eseridir. Bu ana dek ben Türk şiirini içme gayreti içinde oldum hep. Biliyor musun hiç ayırt etmem. Sadece şiire okuyucu olarak baskın ideolojik söylemlerden uzak dururum o kadar. Ama bahsettiğiniz gibi Asaf Halet’in egzotizmi, İsmet Özel’in dahice kurduğu grameri, Necip Fazıl’ın deyişindeki sadeliği ve derinliği, Cemal Süreya’nın kıvrak zekasını ve sembolizmini, Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın şiirde kurduğu zemini döner döner tekrar ederim. Bizim şiirimiz çok zengindir aslında. Saymakla bitmez elbette. Ama Cahit Zarifoğlu, Enis Batur, Şükrü Erbaş, Cahit Koytak, Mevlâna İdris, Refik Durbaş, Haydar Ergülen, Murathan Mungan, Ali Lidar, Orhan Alkaya gibi isimleri mutlaka anmak gerekir. Daha günümüze yaklaştıkça Ahmet Edip Başaran, Seyyidhan Kömürcü, Bülent Parlak, Ah Muhsin Ünlü, M. Melih Erdoğan, Özgür Ballı, Said Yavuz, Zeynep Arkan, Mustafa Akar, M. Burak Çelik gibi birçok güncel ismi de severek okuduğumu söylemeliyim. Ayrıca Ruhsatsız ekibinden olan siz değerli arkadaşlarımı da çok yakından takip ediyorum. Sizlerin şiir dünyası ayrıca ilgimi çekmekle birlikte sizlerden çok şeyler öğrendiğimi burada samimiyetle belirtmeliyim. Bu nedenle sizlerin de edebi hafızada yer tutacağını ümit ettiğim eserler vereceğinizi umuyor, çalımlarınızda başarılar diliyor, şahsıma göstermiş olduğunuz ilgi ve incelikten dolayı da hassaten teşekkür ediyorum.