Yaşam, bastırılmış duygular ve düşler arasında gidip geldiğimiz bir sarmal. Çıkışı bulmak, geleneğe karşı durabilmek ve mutluluğa ulaşabilmek hiç kolay değil. Bizi saran sarmaldan kurtulmak için her birimiz kendi hikâyemize sığınıyoruz. Orası daha mı güvenli bilmeden…
Şengül Can’ın hikâyelerimizi anlattığı, Can yayınlardan çıkan ve on altı öyküden oluşan “Devamsız” adlı öykü kitabını beğeniyle okudum. Genç yazarın “Sarkaç” adlı dosyası 2013 yılında Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne layık görülmüş ve bu çalışma Varlık yayınları tarafından kitaplaştırılmış. İkinci öykü kitabı olan “Devamsız” farklı hayatların yer aldığı renkli bir eser. Yalnızlık, terk edilmişlik, sevgisizlik gibi temaların başarıyla işlendiği öykülerde yazar, sıradan insanların mutsuz hayatlarını kendine özgü bir dille anlatıyor. Daha çok kadınların yer aldığı öykülerde varoluş problemleri tüm çıplaklığıyla yer alıyor. Kabuğuna çekilen, kendi karanlığında yok olan, çıkış yolu arayan, daracık dünyalarında kendileri olmaya çalışan kadınları anlatıyor Şengül Can. Geride bırakılmış yaşamlar, derin acılar bir hayalet gibi karakterlerin peşinden gidiyor. Hep bir eksiklik hâli var öykülerde. Sanırım kitabın ismi de bu durumla ilgili. Devamı yok…
Kitaptaki “Bahçede” adlı ilk öyküde tavuklarından başka bir şeyi umursamayan Bedia ve kendi hayatından, yaşadıklarından kaçmak isteyen bir kadın öğretmenin içsel yolculuğu yer alıyor.
“İklimler” adlı öykü, toplumda çok da konuşulmayan bir durumu, iki kadının fizikî ve ruhsal ilişkisini anlatıyor. Bu öyküde yer alan “Birileri giderse hikâye bitermiş. Ya da giden biriyle mi başlar?” soruları öykülerdeki “gitme” eyleminin altını çiziyor.
Didem Madak dizeleriyle başlayan “Ağabeyim Bir Fesleğen mi?” adlı öyküde de yine bulunduğu mekândan düşlerine kaçan, fesleğeni ile dertleşen bir kadın var.
Gerçeküstü unsurların yer aldığı “Hayatımdaki Kurabiye” adlı anlatıda; farklı dünyalarda yaşamak, farklı işlerle uğraşmak isteyen edebiyat öğretmeni kadının yaptığı kurabiyelerden biri canlanıyor ve kadından sürekli bir şeyler istiyor. Bu öyküde kadının, eril gücün elinde kimliğini kaybetmesi, bir müddet sonra kendisine baskı yapan erkeğe dönüşmesi söz konusu. Edebiyat öğretmeni kadın, tıpkı melankolik Servetifünuncuların Yeni Zelanda’ya gitme arzuları gibi bir kaçma, uzaklaşma isteği taşıyor.
“Zar ya da Muhtemel Gündüz Düşü” adlı öyküde evli bir kadın, zar oyunu oynadığı adamla ilgili düşler kuruyor ve mutsuz evliliğini sorguluyor. Yarım kalmışlığını duyumsuyor, eksik olan yanını tamamlamaya çalışıyor.
Şengül Can’ın titizlikle yazdığı öykülerde ayrıntıları önemsediği fark ediliyor. Yazar, anlatılara çok yakışan bilinç akışı tekniği yanında farklı anlatım tekniklerinden de yararlanıyor. Öykülerde cümleler kısa, anlatım yoğun. Dil, akıcı ve zengin.
Cümlelerdeki ses ve ahenk, özenle yazıldıklarını gösteriyor. Özellikle Leyla Erbil’e ithaf ettiği “Ölü” adlı öykü, dizeler hâlinde sıralanan bir ritme sahip satırlardan oluşuyor.
Tüm öykülerde; bireyin kendi ile savaşı, kendini gerçekleştirme mücadelesi, ruhunun derinliklerindeki yarayı iyileştirme çabası görünüyor. Şengül Can “Devamsız” adlı eserinde toplumun kalıplaşmış kuralları ile hesaplaşıyor. Eserde, otoriteye, geleneğe başkaldırı seziliyor.
Öykülerdeki karakterlerin de incelikle çalışıldığı fark ediliyor. Yazar; köşeye sıkışmış öykü kahramanlarının yoksunluklarını, sanrılarını, tutkularını, deli hâllerini, geçmişle şimdiki zaman arasındaki gelgitlerini ve içine sıkıştıkları hikâyelerini yazıya ustalıkla aktarmayı başarıyor. Varoluşun tedirginliğini, şiirsel bir dil ve melankolik karakterlerle okura taşıyor.
“Bir kareye sıkışıp kalmak. Kaçtığın hikâye kimin hikâyesi. Kendi hikâyesini bırakabilir mi insan? Bırakırsa. Ama kalabalık. Ya hikâye?”